Sanayi Devriminden Enerjide Sürdürülebilir&Yenilenebilir Devrime
Game Management (Av Hayvanı Yönetimi) adlı kitabında, Leopold, ekonomik zenginliği için insanoğlunun toprağı fakirleştirdiğini dile getirmiştir.
“Bir eylem biyotik topluluğun bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini koruduğunda doğru, aksi takdirde yanlış bir eylemdir.”
“Yirmi yüzyıl boyunca ilerlemecilik sokaktaki insana bir oy, bir milli marş, bir Ford marka araba, bir banka hesabı ve bir de üstünlük duygusu kazandırmış, ancak…
Aldo Leopold, “Toprak Etiği”
Game Management (Av Hayvanı Yönetimi) adlı kitabında, Leopold, ekonomik zenginliği için insanoğlunun toprağı fakirleştirdiğini dile getirmiştir. Leopold’a göre, kendini doğanın üstünde gören insanoğlunun çevreye müdahale ederken, bilgi eksikliği yüzünden, biyotik sistemin kritik dengesini bozmuştur. Aldo Leopold’un “Toprak Etiği” kitabında “doğa koruma konusunda bir yüzyıldır süren propaganda fazla işe yaramamıştır; bütün yapılanlara rağmen “bir salyangoz hızıyla” yol alınmıştır; atılan “her ileri adımda iki adım geriye” gidilmektedir demiştir.
Sanayi Devrimi, genel olarak tarım ve zanaat ekonomisinden sanayi ve makine imalatının egemen olduğu bir ekonomiye geçiş süreci olarak bilinmektedir. 18. yüzyılda İngiltere'de başlamış ve önce diğer Avrupa ülkelerine sonra da dünyanın diğer bölgelerine yayılan “Sanayi Devrimi” terimi ilk kez İngiliz ekonomi tarihçisi Arnold Toynbee tarafından kullanılmıştır. 1850 yılına kadar Belçika, Fransa, Almanya, İsviçre ve ABD; 1900’lere doğru ise Rusya ile Japonya sanayileşmeye başlamıştır. Son yıllarda Çin sanayisinin gelişimi ekonomik yükselişi de dikkatleri çekmektedir. Sanayi Devriminin genel özelliği teknolojik gelişmelerin yaşanmasıdır. Yeni temel malzemeler olarak demir ve çelik kullanılmaya başlanmıştır. Kömür, elektrik ve petrol gibi yeni enerji kaynaklarının kullanımı ile 1763 yılında James Watt’ın buhar makinesini bulmasından sonra buhar makinesi önce tekstil atölyelerinde sonra da buharlı gemi ve trenlerde kullanılmıştır. Otomobil, uçak, telgraf ve radyo gibi ulaşım ve iletişimde önemli gelişmeler sağlanmıştır. Bu teknolojik değişikliklerle, mamul malların seri üretimi yapılmıştır.
Bütün bu teknolojik gelişmeler, her alanda fabrikaların açılmasının önünü açmış, doğal kaynakların aşırı bir şekilde daha fazla kullanılmasına sebep olmuştur. Sanayileşmenin artması ve yaygınlaşması ise birçok kirliliğe sebep olmuştur.
Sanayileşmenin yarattığı kirlilik:
Su kirliliği: Radyoaktif atıkları okyanuslara ya da nehirlere dökülmesiyle yüksek miktarda endüstriyel atık su kaynaklarımıza karışmaktadır. Bu suyun tarımda sulama amacıyla kullanılmasıyla da insan sağlığı zarar görmektedir. Su kirliliği, yeraltı su kaynaklarını kullanılamaz hale getirmiştir. Kimyasal atıklar, pestisitler, radyoaktif maddeler yeryüzünde biyo-çeşitlilik kaybına sebep olarak ekosisteme zarar vermektedir.
Toprak kirliliği: Tarım faaliyetleri ve ürünlerinde sorun çıkarmakta ve doğal bitki örtüsünü yok etmektedir.
Hava kirliliği: Sanayi şehirlerinin ve kasabalarının en çok tanınan yönlerinden biri havasının kirliliğidir. 18. ve 19. yüzyıllar boyunca Avrupa’da kurulan sayısız fabrikalarda kömürün yakılmasından, yoğun enerji kullanımı ve fosil yakıtların aşırı tüketiminden dolayı büyük miktarda hava kirliliği ortaya çıkmıştır.
Hava kirliliği özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinin büyük bir problemi haline gelmiştir. Sanayi şehirlerinin üzerlerinde asılı duran karakteristik bir 'duman' görüntüsü oluşmuştur. Sanayi üretim süreçlerinde oluşan bazı kirletici gazlar asit yağmurlarına, ozon tabakasının incelmesine veya yırtılmalarına sebep olmuştur. Güneşin zararlı ışınlarının canlı hayatına girmesine yol açmış sağlık sorunlarına sebep olmuştur. Son zamanlarda yapılan araştırmalara göre, hava kirliliği tüm dünyada insan sağlığını tehdit eden ilk on riskten biridir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2018 raporlarına göre, 2017 yılında Dünyada yaklaşık 7 milyon kişinin hava kirliliği nedeni ile erken öldüğü anlaşılmıştır. Bu ölümlerin 2 milyonu Güneydoğu Asya’da, 2 milyonu Batı Pasifik’te, 1 milyonu Afrika’da, 500 bini Avrupa’da, 500 bini Doğu Akdeniz’de ve 300 bin kadarı Amerika’da yaşanmıştır”.
Neticede, dünyanın bugünkü çevre sorunları Sanayi Devrimi ile başlamış ve giderek artmıştır. Sanayi Devriminin yarattığı ve günümüze kadar çevremize verdiği zararlar; yaygın olarak su ve hava kirliliği, biyolojik çeşitlilikteki azalmalar, vahşi yaşam habitatlarının yok edilmesi ve son yıllarda gündemden düşmeyen küresel ısınma sorunlarıdır.
Sanayileşme, üretim ve tüketim amacıyla yapılan ekonominin kapsamlı organizasyonudur. İmalat her zaman büyük ölçekli enerji kullanımı ve doğal kaynakların doğal hallerinin değiştirilmesini içermektedir. Sanayileşme, günümüzde zenginliğin ve daha iyi yaşamın anahtarı olarak görülmektedir ama çevreyi olumsuz etkileyerek ilk başta hava kirliliğine sebep olurken, uzun süreçte de iklim değişikliğine sebep olduğu bilim insanları tarafından gözlenmiştir. Bu yüzden de son yıllarda İklim değişikliğinin nedenleri uluslararası tartışmaların ciddi bir konusudur ve uzun bir süre de olmaya devam edecektir çünkü İklimin değiştiği konusunda fikir birliği vardır ancak nedenleri konusunda fikir birliği yoktur. Hem doğal olayların hem de insan faaliyetlerinin ortalama küresel sıcaklıklardaki artışa katkıda bulunduğu düşünülmektedir.
Başka bir açıdan, Prof. Dr. Barbaros Gönençgil’e göre, “Her ne kadar iklim değişikliği senaryoları oluşturulsa da ve bu senaryolar bilimsel temellere dayalı bir değerlendirmeye sahip olsa da atmosferdeki katastrofik etki, sonucun önceden tahminini güçleştirmektedir”.
İklim genel olarak; sıcaklık, nem, rüzgâr, yağış gibi meteorolojik olayların uzun yıllara ait ortalama hali şeklinde tanımlanır. Oysa günümüzde iklimlerde görülen kısa veya uzun süreli tüm hareketler değişim olarak yorumlanmaktadır. Ayrıca, Gönençgil, Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ndeki iklim değişikliği “karşılaştırılabilir bir zaman döneminde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik” şeklindeki olan tanımın “insan etkinlikleri” ayrıntısına dikkat çekmektedir. Ona göre, iklimdeki değişkenlik meteorolojik olayların uzun süreli ortalamalardan olan sapmanın ya da değişimin yine uzun süreli olabilmesi ile açıklanmaktadır. İklim değişikliğine sebep olan doğal faktörler olarak; dünyanın yörünge özelliklerindeki değişiklikleri, atmosferik karbondioksit varyasyonları, volkanik patlamalar ve güneş enerjisi çıkışındaki değişiklikleri sıralanmakta ve sıralanan bütün bu faktörlerin hepsi bir arada ve aynı zaman dilimi içerisinde etkili olmaktadır. Başka bir ifadeyle; bir yandan güneşten gelen enerjinin değişmesine neden olan etmenler devam ederken hem atmosferin bileşimi değişebilmekte hem de aynı zamanda yeryüzünün fiziki coğrafya özellikleri de değişebilmektedir. Bu değişimler de uzun bir zaman diliminde gerçekleşmektedir.
Sanayi Devrimi sonucunda Avrupa ve ABD’nin zenginleşmesiyle birlikte toplum refahı olarak ekonomik hedeflerin gerçekleşmesi olarak görülmeye başlanmıştır. Ülkelerin zenginliği ise ne kadar enerji ürettiği ile ölçülmeye başlanmıştır. Sanayi devrimiyle başlayan süreçten bugüne kadar sanayide gelişmiş ülkeler, doğadan elde ettikleri hammaddeleri sonsuz gibi düşünüp hem üretip hem de tüketmişlerdir. Sanayi devrimi ve teknolojik gelişmelerle doğaya hükmedebileceğini düşünen Avrupa ülkeleri, sanayileşirken ve zenginleşirken doğaya verdiği zararları görmezden gelmiştir. Oysa, dünyadaki doğal kaynaklarımız sınırlıdır, sanayi üretim araçlarının atmosfere verdiği zararlar ortadadır. Bundan böyle, başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere doğanın korunmasından tüm ülkeler sorumludur.
BM Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin 1988’den beri yayınladığı bütün raporlarda ve en son 9 Ağustos 2021 tarihinde yayınladığı 6. Dönem Çalışma Grubunun Climate Change 2021 Physical Science Basis raporunda, Avrupa ülkelerinin üzerinde özellikle durduğu insanlığın, tartışmasız bir şekilde” kesin” olarak küresel ısınmaya neden olduğu şeklindeki açıklamaları ve dünya kamuoyunu küresel iklim değişikliği üzerine yoğunlaştırması, kendi enerji politikalarının “sürdürülebilirliğini ve yenilenebilirliğini” sağlamaya çalışmaktır.
Sadece Avrupa’da değil tüm dünyada sanayi devimi sonrası tüketim toplumu yaratılması sonucu, toplumların enerji ihtiyaçları artmıştır. Hükümetler ihtiyaç duydukları enerji ihtiyacının karşılanması için yoğun çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Üretilen politikalar ülkeden ülkeye gelişmişlik düzeyine göre değişmektedir. Gelişmiş ülkeler tarafından üretilen ve uygulamaya konulan politikalar hesaplanarak uzun vadede planlanırken, gelişmekte veya gelişmemiş olan ülkelerdeki politikaların, kısa vadeli ve geçici çözüm odaklı olduğu dikkat çekmektedir.
Bu anlamda Avrupa da, AB’nin en eski ortak politika alanının enerji ve enerji arz güvenliği olduğu ve AB’nin enerji politikalarının oluşum sürecinin uzun dönemde bilinçli üretilen ve atılan adımlarla gerçekleştiği görülmektedir.
AB ülkelerinin enerji politikaları:
AB ülkeleri bilindiği üzere doğalgaz ithalatında Rusya’ya önemli ölçüde bağımlıdır. Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan enerji krizlerinden dolayı Rusya’dan AB ülkelerine ulaşan doğal gaz akışı sık sık kesintiye uğramakta ve bu durumdan olumsuz etkilenen AB ülkeleri enerji arz güvenliğini sağlayacak ve tedarikçi ülkelere bağımlılığını azaltacak politikalara odaklanmıştır. Enerji alanında, Batı Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Lüksemburg ve Belçika tarafından ilk adım atılmış ve 1951 tarihli Paris Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kurulmuştur. 1950’li yıllarda Batı Avrupa ülkeleri politikalarını nükleer enerjiye doğru yöneltmiştir. 1958 yılında Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) oluşturulmuştur. 1973 Petrol Krizi Arap ülkelerinin Avrupa ülkelerine petrol ambargosu uygulamasıdır. Bu süreçte yaşanan sorunlar özellikle de 1973 Petrol Krizi sonucu, AB ülkeleri, hem tedarikçi ülkelerden gelebilecek politik baskılarla başa çıkabilmek hem de gelecekteki enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında yaşanabilecek zorlukların üstesinden gelebilmek için enerji güvenlik politikaları geliştirmeye başlamıştır. İlk adım olarak 1974 yılında Uluslararası Enerji Ajansını (IEA) kurmuştur. Ayrıca, enerji tüketiminin azaltılması, nükleer enerji üretiminin arttırılması, petrole olan bağımlılığın azaltılması, petrol ithalatından kaynaklanabilecek sorunların üstesinden gelebilmek gibi amaçlarla 1974 yılında Yeni Enerji Politikası Stratejisi yayınlanmıştır.
1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla Zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip bağımsız ülkeler olan Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’la enerji konusunda yakın İlişkiler kurulmaya başlanması gündeme gelmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığına kavuşan Hazar Bölgesi ülkelerinin enerji kaynaklarına yönelik enerji nakil hattı projeleri geliştirilmeye çalışılmıştır. 1991 yılında Avrupa Enerji Şartı imzalanmıştır. Bu anlaşmada vurgulanan konular şunlardır: Enerji alanında ticaretin geliştirilmesi, enerji alanında uyum ve işbirliğinin sağlanması, enerji tüketiminin azaltılmasıdır.
Ukrayna’nın yeri AB ülkeleri için yeri apayrıdır çünkü transit ülke olarak AB ülkeleri için çok önemlidir. Rusya’dan AB ülkelerine ulaşan doğal gaz Ukrayna üzerinden geçen Soyuz, Brotherhood ve Trans Balkan Doğal Gaz Boru Hatları ile taşınmaktadır. Rusya ve Ukrayna arasında 2006, 2009 ve 2014 yıllarında yaşanan politik krizler AB ülkelerinde enerji krizine yol açmıştır. Özellikle 2006 yılında yaşanan krizin kış aylarına denk gelmesi ile büyük sorunlar yaşanmıştır.
Bütün bu Rusya-Ukrayna kaynaklı doğal gaz krizleri AB ülkelerini enerji konusunda çareler aramaya politikalar üretmeye yönlendirmiştir çünkü Rusya gücünü farkında olarak AB ülkelerine istediği fiyattan istediği miktar doğal gaz vermektedir. 25 Ekim 2017 yayınlanan doğal gaz arz güvenliği tüzüğüyle, AB’nin enerji güvenliğini güçlendirmek, enerji arzında dışa bağımlılığı azaltmak ve herhangi bir doğal gaz arzı krizi ile daha hızlı ve verimli bir şekilde baş edebilmeyi amaçlamaktadır. Ancak AB ülkelerinin ürettiğinden daha çok enerjiye ihtiyacı olması, Rusya’ya enerji bağımlılığı giderek arttırmıştır ve hala devam etmektedir. Günümüzde de Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya doğal az bağımlılığının devam ettiği, Almanya’nın Baltık Denizi üzerinden Avrupa’ya Rus gazı getirmesi için planlanan Nord Stream 2 (kuzey akım) doğal gaz boru hattı projesinin akıbetine bağlı olmasından anlaşılmaktadır. AB, Rusya’nın alternatifi olabilecek tedarikçi ülkelere ulaşmak için daha etkili enerji politikaları oluşturmaya yönelmiştir.
AB Enerji Politikasının genel hatları şöyle sıralanabilir:
Enerji Tasarrufu: Dışa bağımlılığın azaltılabilmesi için enerji talebinin kontrol altına alınmasına ve enerji talebinin azaltılmasına çalışılmaktadır.
Enerji türlerinin Çeşitlendirilmesi: Riskli görünen kaynaklardan güvenli kaynaklara geçiş yapılmalıdır. Özellikle elektrik üretiminde, hidrokarbonların yerine katı yakıtların ve nükleer enerjinin kullanılması teşvik edilmektedir.
Üretimin arttırılması: AB ülkelerinde özellikle petrol, doğal gaz ve kömür üretim imkanı olan kaynaklar olarak üretimlerinin arttırılması sağlanmaya çalışılmaktadır..
Arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi: İthalatın coğrafi bakımdan farklı bölgelerden yapılması için çalışılmaktadır. Ayrıca yeni ve yenilenebilir kaynaklarla birlikte, nükleer enerjinin geliştirilmesi teşvik edilmektedir.
Avrupa Birliği Enerji Ortak Pazarı: Ürün standartları, fiyatlandırma, vergilendirme gibi birçok alandaki farklılıkların giderilmesi için Enerji ortak pazarının oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır
Teknolojik Gelişme: AB üye ülkelerinin enerji Politikasının amaçlarına ulaşması için uygun teknolojilerin geliştirilmesiyle enerji verimliliğinin arttırılması teşvik edilmektedir.
Çevrenin Korunması: Sanayi kirliğinden kaynaklanan çevre sorunları konusunda dünya toplumlarının ilgisi ve duyarlılığı arttığından dolayı, çevrenin korunmasına yönelik çalışmaların yapılmasına çalışılmaktadır. Enerji politikaları ve iklim değişikliği politikalarının bütünleştirilmesini amaçlamaktadır.
AB, yukarıda belirtilen hedeflere ulaşabilmek için çeşitli stratejiler ve düzenlemeler yapmış ve yayınlamıştır. Bu kapsamda 2006, 2007, 2008, 2009, 2011, 2014, 2015 yıllarında enerji paketleri yayınlanmıştır. 2016 yılında “Temiz Enerji Paketi” yayınlanmıştır.
Yukarıda sıralanan enerji politikalarını oluştururken, Avrupa Birliği’nin strateji ve düzenlemelerinin hepsinde de ortak nokta, sürdürülebilir enerji piyasaları oluşturmak ve sürdürülebilir enerji politikaları ile iklim değişikliği mücadele politikalarının bütünleştirilmesidir. Bu bağlamda, 2020’ye kadar gerçekleştirmeyi öngördüğü enerji alanına ilişkin önemli hedefler belirlemiştir. Bunlar, enerji verimliliğinin %20 artırılması, enerji arzında yenilenebilir enerji kaynaklarının payının %20’ye çıkarılması, ulaşım sektöründe kullanılan biyoyakıtın oranının en az %10’a çıkarılması ve sera gazı emisyonlarının %20 düşürülmesidir. 23-24 Ekim 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen AB Konseyi toplantısında, AB’nin “2030 yılına yönelik iklim ve enerji politikalarının çerçevesi” (2030 framework for climate and energy policies) kabul edilmiştir. Buna göre, AB’nin sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar 1990 seviyesine kıyasla %40 oranında azaltılması, yenilenebilir enerjinin toplam enerji tüketimi içindeki payının %27 oranına yükseltilmesi ve enerji verimliliğinin asgari olarak %27 oranında artırılması amaçlanmıştır.
Enerji politikaları koşunda atılan önemli bir adım olarak, 4 Kasım 2016 yılında yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşmasıdır. Anlaşma, imzalayan tüm ülkelerin katkılarına dayanacak bir sistem oluşturmuştur. Bu anlaşma ile iklim değişikliğiyle mücadele eden gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırması ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi temeline dayanan sorumluluk üstlenme anlayışı getirilmiştir. Anlaşmanın genel olarak hedefi; küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C altında tutulmasıdır. Ayrıca İklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uyum kabiliyetinin ve iklim direncinin arttırılması amaçlanmıştır. Düşük sera gazı emisyonlu kalkınmanın temin edilmesi ve bunlar gerçekleştirilirken, gıda üretiminin zarar görmemesi de amaçlanan hedeflerdendir. Paris İklim Anlaşması’nın imzalanmasıyla, 30 Kasım 2016 tarihinde "Tüm Avrupalılar İçin Temiz Enerji Paketi (Clean Energy for all Europeans)" açıklanmıştır. Paket yenilenebilir enerji destek mekanizmalarının tasarımıyla ilgili düzenlemeler içermektedir. Örneğin, yenilenebilir enerjinin ulaşım ve ısıtma/soğutma sektörlerinde kullanılmasının artırılmasını ve sürdürülebilir biyoenerji kullanılmasını amaçlamaktadır.
AB’nin iklim değişikliği politikasını, Emisyon Ticaret Sistemine (ETS) oturtmuştur. ETS, Avrupa Birliği’nin karbon pazarıdır ve AB emisyonlarının %45’inden sorumlu sektörleri kapsamaktadır. Bu sistem, sera gazı emisyonlarını azaltarak 2030'a kadar %50-%55 ve 2050'ye kadar “0” net emisyona ulaşılmasıdır. ETS sistemiyle, Avrupa’nın ilk iklime nötr kıta haline getirilmesi amaçlanmaktadır.
2019-2024 dönemi için ortaya koyulan Yeşil Mutabakat, Avrupa’nın 2050 yılında dünyanın ilk iklim nötr kıtasına dönüştürülmesinin süreçlerini kapsamaktadır. Bu çerçevede düşük karbonlu ve iklim değişikliğine dirençli bir Avrupa politikası izlenmekte, hemen her sektöre ait (enerji, konut ve hizmet, ulaştırma, sanayi, tarım, ormancılık, atık yönetimi vb.) “0” karbonlu bir geleceğe geçiş sürecine doğru politikalar planlanmıştır. 2050 İklim-Nötr stratejisi ile AB’nin, gezegenin iklimine zarar vermeyecek, yeni bir modernizasyon ve dönüşüm başlattığı düşünülmektedir. Bu anlamda, İklim değişikliği ile mücadelede teknolojik liderliğe doğru ilerleyen ve güçlü bir bölgesel kurum olmayı amaçlayan AB ülkeleri; hedef olarak kendi sanayi ölçeğini büyütmek için, Paris Anlaşmasını imzalayan ülkelerin anlaşmaya uygun hareket etmelerini sağlamaya çalışmak amacıyla, yenilenebilir enerji teknolojilerini teşvik etmeye yönelik politikalar geliştirmektedirler.
Bu hedef doğrultusunda, AB’nin doğal bitki örtüsünün ve biyo-çeşitliliğinin korunması ve sürdürülebilir gıda için “çataldan sofraya” stratejisi oluşturulmuştur. Bu strateji, sürdürülebilir gıda üretimi, sürdürülebilir gıda işleme, sürdürülebilir gıda tüketimi ve sağlıklı, sürdürülebilir diyetlere geçişi kolaylaştırmak, yiyecek kaybı ve atık önleme gibi aşamaları içermektedir. “0” karbonlu ekonomi için fosil yakıt tabanlı ekonomiden uzaklaşarak sürdürülebilir kalkınma sağlamak düşüncesiyle hareket eden AB, yeni teknolojilerle yeni icatlar çıkararak yeni tip sanayi gelişimi sağlamaya çalışmakta ve bunu kendi enerji arz güvenliği politikalarını dünya çapına yayarak uygulamayı hedeflemektedir. AB’nin 2008 yılında çıkarmış olduğu ‘enerji ve iklim paketi’ ile 2020 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %20 azaltılması, enerji üretiminin %20’sinin yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilmesi ve enerji verimliliğinin %20 arttırılması gibi somut hedefler belirlemesi, iklim değişikliği politikaları ile enerji politikalarının bütünleşmesi olarak değerlendirilmektedir. Ancak, Avrupa’nın fosil yakıtlara olan bağımlılığının sürekli artması ve aynı zamanda enerji maliyetlerinin yükselmesi, Birliğin iklim değişikliği politikalarının faydasından çok maliyetine odaklanmasına neden olmaktadır. Bu durum da yasal düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesi sürecini yavaşlatmaktadır.
Ortaya koyduğu enerji politikalarıyla iklim politikalarını yasal ve bilimsel temellere dayandırarak, Leopold’un dediği gibi “kendini doğanın üstünde gören” Avrupa ülkeleri; kendi zenginliği için sanayi devrimiyle fakirleştirdiği toprağı yeni teknolojilerle zenginleştirmeye çalışmaktadır. Sanayi devrimindeki teknolojileri hemen kucaklayıp uygulayan Avrupa şimdi de hedeflerine, bütünleşmiş sürdürülebilir/yenilenebilir enerji ve iklim politikalarını bütün dünyanın topraklarına ekerek ulaşmaya çalışmaktadır. Çalışma çabaları acaba salyangoz misali “her ileri adımda iki adım geriye” mi gidecek yoksa bütün dünyayı saran “Avrupa doğa sanayileşmesi” mi göreceğiz.
Kaynaklar
Özdağ U. (2011). Aldo Leopold Ve Toprak Etiği, Nisan 2011 - Sayı 134, https://docplayer.biz.tr/13087691-Aldo-leopold-ve-toprak-etigi.html
Rafferty John P. (2006). Earth and Life Sciences, Encyclopaedia Britannica. https://www.britannica.com/explore/savingearth/industrial-revolution
https://ekolojist.net/endustri-devriminin-cevresel-etkileri/
Alkan A. (2018). Hava Kirliliğinin Ciddi Boyutlara Ulaştığı Kentlere Bir Örnek: Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi / Journal of Bitlis Eren University
Institute of Social Sciences Cilt/Volume: 7 Sayı/Number:2Aralık/December 2018. ss. 641-666, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/597529.
Ayar M. (2018). Sanayi Devriminden Bilimsel Yönetim Düşüncesine Geçiş, Bölüm 4, The Industrial Revolutionand Its Impacton European Society, Chapter 20,s.583-584. https://webpages.cs.luc.edu/~dennis/106/106-Bkgr/20-Industrial-Rev.pdf
Chigbo A. Mgbemene, Chidozie C. Nnaji and Chekwubechukwu Nwozor, 2016. Industrialization and its Backlash: Focus on Climate Change and its Consequences. Journal of Environmental Science and Technology, 9: 301-316. https://scialert.net/fulltext/?doi=jest.2016.301.316
Gönengil B. (2010). Küresel İklim Değişikliği ve Atmoserik Afetler, Coğrafya Lisans Programı, s.14-16. http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/cografya_lisans_ao/kuresel_iklim_degisikligi_ve_atmosferik_afetler.pdf
Kakışım C. (2019). Enerji Krizlerinin Etkisiyle Şekillenen Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası. Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elektronik Dergisi, 10(2), 460-472, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/768860
Kesbiç C., Şimşek H. (2001). Avrupa Birliği Enerji Politikası, Muğla Üniversitesi, SBE Dergisi Güz 2001 Sayı 5, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/217402
https://www.ab.gov.tr/fasil-15-enerji_80.html
Fazla H. (2021). Avrupa'nın Güvenliği ve Rus Gazının Fiyatlandırılmasının Avrupa Ülkelerine Etkileri. Strateji, Siyaset, Savunma Araştırmaları ve Analiz Merkezi. https://www.strasam.org/ekonomi/ekonomi1/rus-gaz%C4%B1ndaki-fiyat-art%C4%B1%C5%9F%C4%B1n%C4%B1n-avrupadaki-yans%C4%B1malar%C4%B1
Talu N. (2019). Avrupa Birliği İklim Politikaları. Ankara. http://www.iklimin.org/moduller/abpolitikalari.pdf
Artıran P. (2020). AB Yeşil Mutabakatı Farkındalık Toplantıları 3 “Tarladan Çatala Stratejisi”. Uluslararası Ticaret ve Tahkim Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi. İstanbul Bilgi Üniversitesi.