Site İçi Arama

ekonomi

Tarımda Türkiye için Kritik Dönemeç

Üretim yetersizliği nedeniyle oluşan arz açığını ithalatla kapatmaya çalışmak ise üretimi bir daha toparlanamayacak ölçüde bitirmek anlamına gelmektedir.

Ülkelerin gıda tedariki konusundaki politikaları akılcı ve sürekli bir planlama gerektirir. Bu nedenle ülkeler için tarım politikaları stratejik önemdedir. Nüfus arttıkça, tarımsal üretimin planlanması da önem kazanmaktadır. Dünyada tarımsal ürünlerin değer zincirlerine bakıldığında, üretim süreçlerinin üreticilerin bağımlılıkları ile geliştiği görülmektedir. Bu bağımlılık, üreticinin üretime devam etmesi için sürdürülebilir kılınmaya çalışılır. Eğer üretim zinciri koparsa bu durum, tarım politikaları açısından bir felaket senaryosudur.

Tarımsal ürünlerde bütün ülkelerin ulusal mevzuatının düzenlemeye çalıştığı en önemli sorunlardan biri pazara erişim konusudur. Sistemin sigortası olan küçük üreticilerin pazara erişimi, ticaret döngüsünü tamamladığı gibi, üretimin de sürekliliğini sağlar. Bunun için tarımda ticaret hadlerinin üretimi teşvik edecek seviyelerde tutulması, tarım politikasının temelini oluşturur. Yani üretici ürünü satabildiği zaman, yeniden üretim için girdilerini karşılayabilmeli ve geçimini sağlayacak miktarda da bir kâr elde etmelidir ki, üretime devam etsin. Bu nedenle küçük üreticinin korunması gerekir.

Türkiye’de son dönemde artan gıda fiyatları, ekonomistlerin dikkatini çekmeye devam etmektedir. Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de artışın devam etmesi, tarım politikalarındaki tercihlerin doğruluğu konusunda soru işaretlerini de arttırmaktadır. Konunun bir boyutunda Türkiye’nin karşı karşıya olduğu “sığınmacı problemi” nedeniyle tüketimin, dolayısıyla da talebin artışı yer almaktadır. Ancak ekonomik sistemler, karmaşık sistem dinamikleri ile çalışır ve büyük ölçüde lineer olmayan yapıdadırlar. Bu nedenle gıda fiyatlarındaki artışı bir tek faktörle açıklamaya çalışmak, eksik kalmaya mahkûmdur. Burada çok boyutlu gıda enflasyonu sorununun önemli bir boyutunu ele almaya çalışacağım. Bu boyut, üreticinin pazara erişimi ve üretimden çekilmesi konularından oluşmaktadır.

Türkiye’de gıda enflasyonunun yükselmesinin en önemli ve belki de en tehlikeli nedeni, üretim zincirinin kopmaya başlamasıdır. Üreticinin pazara erişim sorunu, onu üretimden koparmakta ve bu durumda da gıda fiyatları arz kaynaklı olarak artmaktadır. Pazara erişim sorunu, üreticinin ürününü satamaması ve yeniden üretim için maliyetlere katlanamayacak duruma gelmesiyle kendini gösterir. Bu aşama, tarım politikalarının iflas etmeye başladığı kritik bir eşiktir. Üretim yetersizliği nedeniyle oluşan arz açığını ithalatla kapatmaya çalışmak ise üretimi bir daha toparlanamayacak ölçüde bitirmek anlamına gelmektedir.

Özellikle et ürünlerinde ithalattaki artışın hız kesmemesi, hatalı tercihlerin sonucu olarak görülebilir. Köylerin mahalleye dönüştürülmesiyle mera alanlarında yaşanan talan, yem ve ilaç maliyetlerinin artması, üreticiyi zorlayan koşullar olarak kendini gösteriyor. İthalatla birlikte ucuzlayan fiyatlar, ticaret hadlerine zarar verdiği için üretici üretim sürecinden dışlanıyor. Ortaya çıkan arz açığı daha fazla ithalatı zorluyor ve kısır bir üretimsizlik döngüsüne giriliyor. Üretim azalınca, milli gelirin azalması ise kaçınılmaz sonuç oluyor.

Sütte piyasa düzenleyici konumunu istismar eden iktidar, süt ürünlerinde küçük üreticiyi tamamen bitirip, süt ineklerinin kesime gönderilmesine neden oldu. Yeniden üretim yapmak için gereken hayvan popülasyonu ise hem çok uzun zaman gerektiriyor hem de üretim kârlı olmaktan çıkıyor. Sütte ve süt ürünlerinde üretim zincirinde yaşanan kopmanın etkileri, bu ürünlerin fiyatlarındaki astronomik artışlar olarak kendini gösteriyor. Hayvan popülasyonundaki azalma, orta vadede et sektöründe de yüksek fiyat artışlarına neden oluyor. Bir kez daha ithalat gerekçesi ortaya çıkıyor. Sorunun ahlaki boyutunda ise, ithalat yapan firmaların iktidara yakınlığı bulunuyor.

Sebze ve meyvede durum biraz farklı şekilde ortaya çıkıyor. Sebze ve meyve üreticileri eğer dikey entegrasyonu sağlamış büyük ölçekli şirket değilse, pazara erişimleri tamamen tüccarların kontrolünde oluyor. Üretici çoğunlukla ürününü tarlasında veya ağacında çok ucuza vermek zorunda kalıyor.  Tüccar da çok yüksek fiyatlarla ürünü pazara arz ediyor. Halde bulunan firmalar, genellikle ürünü üreticiden para ödemeden alıp, sattıktan sonra maliyetlerini ve kârını düşüp kalan parayı üreticiye veriyor. Bu para ise üreticinin maliyetlerini karşılamaktan çok uzak oluyor. Üretici üretimden dışlanıyor ve büyük ölçekli tarım işletmeleri piyasayı tamamen kontrol edebilir düzeye geliyor.

Yaşanmış örnekler arasında ilginç hikâyeler de bulunuyor. Tarlasındaki ürünü haldeki bir firmayla anlaşıp satan üretici, para beklerken firmanın kendisine borç çıkarmasının şokunu yaşayabiliyor. Bu örnekler zaman zaman gazete haberlerine de konu olabiliyor. Sorun, kooperatifleşmeyle tamamen çözülebilecek gibi görünmüyor. Tarım politikasının bütün bileşenlerinin akla ve bilime dayalı olarak ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden ele alınması gerekiyor. Bir şekilde belirli kesimlere çıkar sağlayacak düzenlemeler yapıldığında üreticinin üretimden dışlanması kaçınılmaz olarak gerçekleşiyor.

İlaç, gübre, tohum gibi girdi maliyetlerinde yaşanan artışların yanında akaryakıt fiyatlarındaki artışlar, küçük üreticiyi pazara erişemez duruma getiriyor ve tüccarın sofrasına üreticiyi yem ediyor. Bunun iki türlü çözümü mümkün görünüyor. Devletin üretimi desteklemek için üreticiyi teşvik etmesi ve vahşi ticareti düzenlemesi etkili çözümler olarak ortaya çıkıyor. Her iktidar döneminde gündeme gelen fakat ticaret lobilerinin karşı çıkmasıyla bir türlü yasal düzenlemeye dönüşemeyen “Hal Yasası Değişikliği” artık bir zorunluluğa dönüşmüş durumda.

Perakende market zincirleri üreticiyi zorlayan diğer bir etkendir. Üreticiden kendi koşullarında ürünü alıp yüksek kârlar elde edebilen bu yapılar, halde faaliyet gösteren firmalar gibi üreticiyi kâr edemez duruma getiriyor. Elbette her şey sonuçta bütün sürecin denetimine dayanıyor. Etkili denetim mekanizmaları kurulmadıkça, hangi yasal düzenleme yapılırsa yapılsın, sonuç almak zor görünüyor. Politika süreçleri açısından doğru tercihlerin yapılması halinde üretimin piyasa koşullarına uygun bir zemine oturması belirli bir zaman alacak. Ancak bugün gelinen aşamada, doğru tercihlerin çok uzağında olduğumuzu da görmek gerekiyor.

Sonuç olarak içine girdiğimiz bir üretimsizlik döngüsünün geleceğimiz için yarattığı riskleri anlamamız lazım. Birilerinin ayrıcalıklı dostları tarafından elde edilecek kârlar, bir halkın genel çıkarlarından daha önemli olmamalı. “Paramız var ki, dışarıdan alabiliyoruz” ciddiyetsizliğinin bakan düzeyinde yaşandığı bir ülkede gıda güvenliği, tarımsal üretim gibi konular daha çok konuşulmalıdır. “Dışarıdan tohum alıyoruz” deyip bunu eleştirenlerin, neden kendi tohumumuzu üretmekte sorun yaşadığımızı da sorgulaması gerekiyor.

Markete gidip fiyatları gördüğünde durumun vahametini anlamak, oldukça geç kalınmış bir durumdur. Ayrıca markette ödediği fiyatların çok az bir bölümünün üreticinin cebine girdiğini bilmeliyiz. Bu vahşi ticaret düzeninin Türkiye’nin tarımında çok kritik bir dönemeç olduğunu ve sona erdirilmediği takdirde Türkiye açısından yaşamsal sorunlar yaratma potansiyeli olan bir sorun olduğunu da anlamamız gerekiyor. Üretim olmadan gelir olmaz, gelir artmadan da kalkınma olmaz. Artık masallardan kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor…

Saygıyla…

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 04.08.2024
  • Süre : 4 dk
  • 359 kez okundu

Google Ads