Site İçi Arama

kultur-sanat

Bir Müzenin Koridorlarında Kimlik Arayışı

Müzeler yalnızca geçmişi saklamaz. Onlar, bugünün sorularını çoğaltır, yarına dair yeni bakış açıları açar. Yabancı bir ülkede Victoria and Albert Museum’da İznik çinilerine bakarken, aslında bizler kendi kimliklerimizin izini arıyoruz.

Londra’daki Victoria and Albert Müzesi`ne adım atar atmaz insanın gözleri göğe yükselen tavanlarda, sessizliğin içinde yankılanan adımlarda, taş duvarların yüzyıllara tanıklığında kaybolur. Koridorlar bir zaman tüneli gibidir; Gotik Avrupa’nın taş işçiliğinden Rönesans’ın görkemine, Hint saraylarının altın işlemelerinden Japonya’nın incecik porselenlerine, İslam dünyasının zarif çinilerinden modern tasarımın cesur çizgilerine uzanan uzun bir yolculuktur burası. Her galeri, bir dönemin kalbini taşır; ziyaretçilerine tarihi bir sahne sunar, bir yandan da insanın kendi kimliğiyle konuşmasına vesile olur.

O gün kızım ve oğlumla o galerilerde yürürken, serüvenimizin asıl amacı birden değişti: “Türkiye’yi bulmak.” Çocuklarımın gözlerinde merakın kıvılcımı parladı. Kızım, ders kitaplarından aldığı güvenle, “Türkiye Avrupa’da olacak,” dedi. “Ama Asya’da da olabilir,” diye ekledi, sonra da ısrarla, “Bence Avrupa’da.” diye son kararını bildirdi. Onun kendinden emin tavrı karşısında gülümsedim ama içimde başka bir şüphe vardı.

Bence İslamic Middle East’te olabilir, dedim. Bu sadece bir tahmin değildi. Yıllardır benim de zihnimde dönüp duran, bir türlü tam anlamlandıramadığım bir soruydu çünkü Türkiye, coğrafi olarak Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir köprü diye anlatılır hep. Ancak tüm bu anlatılanların aksine Türkiye; tarihin ve siyasetin sayfalarında, algıların gölgesinde, kimi zaman Orta Doğu’ya da bağlanır, Türkiye’nin dili Arapça sanılır, eski alfabesi Arap harfleriyle özdeşleştirilir, kültürel değerleri Ortadoğu’nun geneline mal edilir. Bu, benim de yıllardır anlamlandırmaya, değiştirmeye çalıştığım bir algıdır.

Kızım ise önce kendi doğrusuna sadık kaldı. Avrupa salonlarını tek tek gezdi, vitrinleri dikkatle taradı ama Türkiye’ye ait en küçük bir iz bulamadı. Yüzünde beliren hayal kırıklığını gördüm. Sonra birlikte benim işaret ettiğim salona, İslamic Middle East” bölümüne yöneldik. Ve işte orada… Renkler, desenler, harfler bize seslendi. İznik’in mavi çinileri, hat sanatımızın zariflikleri, taşın, toprağın, mürekkebin içinden Türkiye çıktı karşımıza. Çocuklarımın gözleri ışıldadı; bir an için tüm o sergide sadece Türkiye vardı sanki.

Bu mutluluğun hemen ardından kızımın sorusu geldi, bir tokat gibi, bir aydınlanma gibi:

“Neden Türkiye Middle East’te yer almış? Türkiye Middle East’te değil ki…”

İşte o sorunun içinde bir çocuğun saf merakının ötesinde, kimliğe, aidiyete ve tarihe dair derin bir sorgu vardı. Kızım, coğrafyanın gerçekliğiyle, müzenin kategorileri arasındaki farkı görmüş, bu farkın yarattığı çelişkiye şaşırmıştı. Ben ise onun gözünden, yıllardır zihnimde taşıdığım soruyu yeniden duydum. Türkiye’nin nerede durduğunu, hangi kimliğe sahip olduğunu belirleyen şey yalnızca haritalar değildi; kültürler, inançlar, siyasetler ve algılar da bu konumlandırmaya dahildi.

O an anladım: Müzeler yalnızca geçmişi saklamaz. Onlar, bugünün sorularını çoğaltır, yarına dair yeni bakış açıları açar. Victoria and Albert Museum’da İznik çinilerine bakarken, aslında çocuklarım kendi kimliklerinin izini arıyorlardı ve belki de asıl hazine, buldukları o soruydu:

Türkiye nerede?

Araştırmacı Yazar, Akademisyen Özlem İBİŞ YILMAZ
Araştırmacı Yazar, Akademisyen Özlem İBİŞ YILMAZ
Tüm Makaleler

  • 08.11.2025
  • Süre : 1 dk
  • 122 kez okundu

Google Ads