Bisiklet Bir Yaşam Tarzıdır
Eindhoven tren istasyonunun bisiklet parklarına bırakılmış binlerce bisiklet vardı. En küçük istasyonlarda bile bu durum geçerli. Neredeyse tüm Hollandalıları bisiklete bağlayan ne olabilirdi?
İnsanlık tarihinin belki de en faydalı icadıdır bisiklet. Bireysel faydalarının yanında çevrecidir, doğanın korunmasına destek olur. Toplumsaldır, toplumsal sorunların çözümüne akılcı ve etkili çözümler sunar. Dünyada bisikleti bütün faydalarını görerek kullanan bir ülke vardır. Bu ülke, bütün altyapısını ve hayatın işleyişini bisiklete göre düzenlemiş olan Hollanda’dır. Bu yazımda bisiklet konusunda biraz daha mantıksal boyutta “neden bisikleti yaşam tarzı haline getirmeliyiz?” sorusuna yanıt aramaya çalışacağım. Bu amaçla üç haftalık süre için bulunduğum Hollanda’nın Eindhoven kentindeki izlenimleri sizlere aktaracağım.
Eindhoven’a trenle ulaştığımda ilk dikkatimi çeken, tren istasyonunun ön ve arka çıkışlarında büyük bisiklet parklarında bırakılmış binlerce bisiklet oldu. Daha sonraki gezilerimde bunun sadece büyük şehirlere özgü olmadığını, en küçük istasyonlarda bile neredeyse oranın nüfusuna yakın sayıda bisiklet barındıran bisiklet parkları olduğunu gördüm. Bütün bir halkı bisiklete bu kadar bağlı yapan ne olabilirdi? Aslında birçok neden vardı.
Bir yerde birkaç günden daha uzun kalıp orada hayatın akışını izlediğinizde insanların davranış biçimlerini anlama imkânını da buluyorsunuz. Bisiklet konusuna bu gözle baktığımda, yaş ve cinsiyet ayrımı olmaksızın hemen herkesin bisikleti bir ulaşım aracı olarak kullandığını fark ettim. Bunun altını çizmek istiyorum, bisiklet Hollanda’da lüks bir sportif etkinlik veya vakti bol olan insanların eğlence olsun diye kullandığı bir araç değil. Gün içerisinde bir yerden bir yere gitme ihtiyacı olan herkesin ulaşım aracı olarak kullandığı bir alternatif. Okuluna giden öğrenci de, markete giden emekli de, işine giden çalışan da bisikleti güvenle kullanabiliyor. Hatta kimse kask takma gereği duymuyor, çünkü trafikte tehlikeli bir durum oluşmaması için herkes bilinçli. BU nedenle zorunluluk da yok.
Herkes bisikleti ulaşım aracı olarak kullandığı için, okullarda, marketlerde, işyerlerinde ve meydanlarda bisiklet parkları bulunuyor. Sadece bu kadar mı? Hayır, sadece bisiklet parkları bisikleti bir ulaşım aracı olarak kullanmak için yeterli değil. Şehir içerisindeki bütün trafik bisikletlere göre düzenlenmiş. Şehrin bütün caddelerinde ve sokaklarında motorlu araç trafiğinden ayrı işleyen bir bisiklet trafiği var. Motorlu araçların, bisikletlerin ve yayaların yolları birbirinden ayrı ve bağımsız olarak şehrin bütün cadde ve sokaklarını dolaşıyor. Bunun gerektirdiği şekilde, bütün kavşaklarda yaya ve motorlu araç trafik ışıklarına ilave olarak bisiklet trafik ışıkları yapılmış. Kavşaklarda bile yaya ve bisiklet yolları ayrı olarak düzenlenmiş.
Bütün bir şehir, uçtan uca cadde ve sokaklarıyla bisiklet kullanmaya elverişli olunca, insanlara da bu güzel aracı bir ulaşım alternatifi olarak kabul etmek düşüyor. Hemen her cadde ve sokakta en az yayalar kadar, hatta bazen yayalardan fazla bisikletli insanla karşılaşıyorsunuz. Trafik ayrı aktığından, kimse kimsenin yoluna girmiyor. Hatta yaya olarak bisiklet yoluna girdiğinizde hızla gelen bir bisikletli size bulunduğunuz yolun bisiklet yolu olduğu uyarısını yapıyor.
Gelelim bisikletin hayatın bu kadar içinde olmasının sonuçlarına. Öncelikle insanlar mutlu ve sağlıklı. Amerika’da bulunduğum dönemde kafamı çevirdiğim her yerde obezite sorunu yaşayan insanlar görürken, burada çoğu zaman hiç görmüyorum. Bu konuda sağlıkla ilgili istatistiklere girmiyorum ama muhtemelen Amerika’dan daha iyi durumdadır diye değerlendiriyorum. Herkesin yolu ayrı olduğu için herkes birbirinin hakkına son derece saygılı davranıyor. Bisikletliye kendi yolunda yanan trafik ışığı yayanın da araçların da davranışını belirliyor, çünkü yayaların da, araçların da trafik ışıkları ayrı.
Şehir içerisinde egzoz dumanı ve araç gürültüsü çok az. Sokaklara girdiğinizde neredeyse hiç araç trafiği yok ve sessizlik hâkim. Belediye otobüslerinde hiç yoğunluğa şahit olmadım. Her gün yüz binden fazla insanın bisikletleri bırakıp bir şekilde trafiğe dâhil olduğunu düşündüğünüzde ortaya çıkacak görüntü her açıdan karmaşa yaratacaktır. Hükümet de bunu bildiği için, özellikle yoğun saatlerde trafik sıkışıklığı yaşanan (Amsterdam gibi) yerlerdeki bu sorunu, çözülmesi gereken bir kamusal sorun olarak görmüyor, kamu politikası tercihini bisikletten yana yapıyor.
Buraya kadar yazdıklarımı özetleyecek olursam, Hollanda’da bisikletin bir yaşam biçimi olması için, bisiklete uygun bir hayat inşa edilmiş. Zamanın koşullarına göre trafik akışı, hayatın akış hızının gereklilikleri ve emniyet, hemen her şey bisikletle yaşamaya uygun olarak düzenlenmiş. Demiryolu ulaşımı ülkeyi baştanbaşa donatmış durumda. Trenle işyerine ulaşım sağlayan çalışanlar, evinden trene kadar bisikletle gidiyor, bisikletini park yerine bırakıp trene biniyor. İndiği istasyonda ikinci bisikletini alıp işine gidiyor. İkinci bisiklet uygulaması, işe trenle gidenler arasında oldukça yaygın.
Bütün bu bisiklet dostu yaşamın Hollanda ekonomisine akaryakıt ithalatı ve sağlık harcamaları anlamında çok ciddi katkısı olduğunu düşünüyorum. Ancak yazının ana konusu bu olmadığından bu konuda bir araştırma yapmadım. Ancak şehirler hava kirliliği olarak bizim büyük kentlerimizle kıyaslanmayacak kadar temiz. Birçok caddede yollar ağaçların, yeşilliklerin arasında kayboluyor. Kentler ekolojik olarak da sürdürülebilirlik açısından kendini sürekli yeniliyor.
Türkiye’de kamunun soruna bakışı, daha başlangıçtan bisikletin bir yaşam biçimine dönüşmesini engelliyor. Bisikleti alternatif bir ulaşım aracı olarak gören yaklaşımdan tamamen uzak, insanların keyifli spor yapabildiği bir bisiklet yolu algısıyla hareket ediliyor. En güzel bisiklet yollarının olduğu, İzmir, Mersin, Antalya, İstanbul gibi şehirlerimizde bu yollar, sadece kıyı şeridinde belirli bir güzergâhı kapsıyor. Marketlerde, metro istasyonlarında, iş yerlerinde bisiklet parkı bulmak imkânsız, zaten bulunsa da fiilen kullanılma ihtimali çok düşük. Bisikletle bir yerden bir yere ulaşmak çok büyük riskler barındırıyor. Trafikte kullandığı arabanın koltuğuna oturunca insanlıktan çıkan yaratıklar, bisiklet kullanıcılarını taciz etmekten hiç çekinmiyor. Bir kazaya sebebiyet vermesi durumunda da zaten sürücünün caydırıcı bir ceza alma ihtimali düşük görünüyor.
Trafik kültürü ne yazık ki yerleşmemiş olduğundan, yaya da, araç sürücüleri de bisikletlilerin trafikte bir hakkı olduğunu düşünmüyor. İzmir’de bisiklet yolunda defalarca yayaları bisiklet yolundan çıkmaları konusunda uyarmam nedeniyle tartışma yaşadığımı hatırlıyorum. Fiziki olarak ayrılmamış bisiklet yolu, mevcut trafik kültüründe yeni tartışma ortamları yaratmaktan başka bir şeye yaramıyor. Evet, Hollanda ile kıyaslandığında tablo çok iç karartıcı ama bu konuda karalı bir hükümet, on yıl içerisinde aşamalı bir programla bisikletin yaşam biçimi haline dönüşmesini sağlama yolunda önemli adımlar atabilir. Bütün mesele bağımsız bir yaklaşımla gerekli politikaların oluşturulmasına bağlı görünüyor.
Bu sorun ne yerel yönetimlerin kendi başlarına “bisiklet yolu yaptık” diyerek çözebileceği bir sorun, ne de merkezi yönetimin “kanun yapık, daha ne yapalım” diyerek üstesinden gelebileceği bir sorun. Topyekûn bir bisiklet seferberliği başlatılmalı ve bisikletli hayat, insanlar için mümkün kılınmalıdır. Ankara’da yaşayanlar, İstanbul ve Eskişehir yolunda sabah ve akşam saatlerinde yaşanan trafiği bilirler. Batıkent, Eryaman’dan Kızılay’a ve yine Çayyolu, Bağlıca’dan Kızılay’a kadar olan güzergâhta yapılacak bisiklet yollarının bu trafik sıkışıklığı için bir çözüm alternatifi olarak görülmesi gerekir. Elbette bunun için işyerlerinde bisiklet dostu düzenlemelerin yapılması da gerekmektedir.
Benzer durum hemen hemen bütün şehirlerimizde yaşanmaktadır. Bu konuda bir şeyler yapılmazsa, bizim kaybettiklerimizi çocuklarımızın ve torunlarımızın da kaybetmesi kaçınılmazdır. Burada yapmaya çalıştığım, kıyaslama yoluyla toplumsal sorunlarımıza kalıcı çözümler bulma arayışımıza katkı sağlamaktır. Aslında hepsinden önemlisi, önce birbirimizi dinleyip anlamayı ve sevmeyi öğrenmemizdir. Bütün olası çözümler ancak o zaman mümkün olabilir. Bisiklet bir yaşam tarzı olursa Türkiye kazanır, hepimiz kazanırız. Ama bisikletin yaşam tarzı olması, köklü bir zihinsel devrim gerektirmektedir. Bunun için belki eğitimden başlayarak 70-80 yıllık hatalarımızı konuşmamız gerekiyor. Birkaç yılda olmayacak ama istersek mutlaka olacak…