Site İçi Arama

kultur-sanat

Jane Austen 250 Yaşında: Edebiyat, Tarih ve Sokak

Austen Roma döneminde gerçekleşen savaşların, krallar ve kahraman erkek figürleriyle dolu olduğunu sorguluyor. Tarihte kadınların yokluğunu doğal bir eksiklik olarak değil, bilinçli bir anlatı tercihi olduğunu savunuyor. Austen için sorun tarihin kendisi değil; tarihin nasıl anlatıldığıdır.

Jane Austen’ın doğumunun 250. yılı, onu yalnızca Gurur ve Önyargı’nın yazarı olarak değil, aynı zamanda keskin bir tarih okuru ve bilinçli bir anlatı eleştirmeni olarak yeniden düşünmek için de önemli bir fırsat sundu. İngiltere’de bu yıl yapılan kutlamalar bize, Austen’ın edebi mirasının yalnızca romanlarıyla sınırlı olmadığını; tarih, toplum ve anlatı üzerine geliştirdiği sorgulayıcı bakışın bugün halen güncelliğini koruduğunu da gösterdi.

Özellikle Bath şehri, Jane Austen’ın metinlerinden beslenen güçlü bir kültürel hafıza alanına dönüştü diyebilirim. Jane Austen Centre ve müzesi etrafında şekillenen etkinlikler, yazarın yaşadığı dönemin sosyal ve ekonomik yapısını görünür kılarken; düzenlenen panellerle, söyleşilerle ve metin okumalarıyla Austen’ın düşünsel dünyasını da okurun gözünde daha da derinleştirdi. Festival, ziyaretçiler için yalnızca bir anma değil; edebiyatın, tarihin ve kamusal alanın kesiştiği çok katmanlı bir kültürel deneyim sunumu niteliğindeydi.

Bath’ta her yıl Eylül ayında düzenlenen Jane Austen Festivali, bu yıl 250. yıl olması nedeniyle daha da genişledi. Etkinlikler, kostümlü yürüyüşlerle sınırlı kalmadı; Austen’ın romanlarının tarihsel bağlamı, 19. yüzyıl İngiltere’sinin sınıfsal yapısı, kadınların toplumsal konumu ve edebi anlatının ideolojik boyutları üzerine kapsamlı tartışmalar yürütüldü. Tüm bu entelektüel çerçevenin yanında, roman karakterlerinin kamusal alanda bedenen de bulunması özellikle dikkat çekiciydi. Regency dönemine ait kostümlerle sokaklarda dolaşan figürler, uzak bir çağın gündelik hayatını, soyut bir tarih bilgisi olmaktan çıkarıp sezgisel olarak kavranabilir bir hale getiriyordu.

Jane Austen ve Tarihle Kurduğu Alaycı Ciddiyet

Jane Austen’ın düşünsel cesareti, yalnızca romanlarında değil, çok genç yaşta kaleme aldığı metinlerde de kendini gösterir. Henüz 15 yaşındayken yazdığı The History of England, İngiltere tarihini “kısmi, önyargılı ve cahil bir tarihçinin eseri” olarak neşeyle tanımlar. Bu metin, komik ve şaşırtıcı derecede dürüst bir tarih anlatısıdır. Austen burada, birçok tarihçinin bugün dahi yapmakta zorlandığını yapar: Önyargısını açıkça kabul eder, sadakatini ilan eder, “ciddi tarih” le alay eder. Modası geçmiş figürleri savunur ve tarih yazımının büyük ölçüde görmezden geldiği bir dünyada kadınlara yer açmaya çalışır.

Bu yaklaşım, Austen’ın yalnızca gençlik dönemine özgü bir durum değildir. Romanlarında ve diğer metinlerinde de “gerçek” tarihin neden bu kadar sıkıcı, neden bu kadar erkek egemen, neden neredeyse tamamen savaşlar, krallar ve kahraman erkek figürleriyle dolu olduğunu sorgular. Tarihte kadınların yokluğunu doğal bir eksiklik olarak değil, bilinçli bir anlatı tercihi olarak görür. Austen için sorun tarihin kendisi değil; tarihin nasıl anlatıldığıdır.

Onun amacı, tarihin işe yaramaz olduğunu söylemek değildir. Tam tersine, okurun tarihi ve edebiyatı eleştirel biçimde okumayı öğrenmesini ister. Gerçeğin, hayal gücünün ve yazarın yargısının her zaman iç içe geçtiğini açıkça gösterir. Bu nedenle Austen’ın tarih anlayışı, “tarafsızlık” iddiasına yaslanan bir anlatıdan çok daha dürüsttür çünkü Austen nerede durduğunu saklamaz.

Buradan bakıldığında şunu söylemek mümkündür:

Tarih, tarafsızlık iddiasında bulunanlarla değil; nerede durduklarını açıkça ortaya koyabilen, kendi konumunu gizlemeyen cesur kalemlerle yazılır. Jane Austen’ın genç yaşta bile bunu kavramış olması, onun entelektüel olgunluğunu ve eleştirel gücünü açıkça ortaya koyar.

Sosyoekonomik Yapı ve Feminist Bakış

Jane Austen’ı edebiyat tarihinde ayrıcalıklı kılan temel unsur, 19. yüzyıl İngiltere’sinin sosyoekonomik yapısını büyük tarihsel olaylar üzerinden değil, gündelik hayatın içinden anlatmasıdır. Romanlarında evlilik, romantik bir idealleştirmeden çok, kadınlar için ekonomik bir zorunluluk olarak ele alınır. Sınıf, gelir ve statü, karakterlerin duygusal dünyasını doğrudan belirler.

Austen’ın feminist bakışı, ideolojik bir manifesto şeklinde değil; karakterlerinin düşünsel derinliği ve ahlaki özerkliği üzerinden kurulur. Elizabeth Bennet, Emma Woodhouse ya da Anne Elliot, dönemin kadınlara biçtiği rolleri sorgulayan, kendi yargılarını geliştiren ve birey olma mücadelesi veren figürlerdir. Austen, kadınları edilgen varlıklar olarak değil; düşünen, yanılan, gelişen öznel varlıklar olarak anlatır.

Bu nedenle Gurur ve Önyargı’nın hala İngiltere’nin en çok okunan kitaplarından biri olması şaşırtıcı değildir. Türkiye’de ve bugün mutluluk verici bir biçimde İngiltere`de de bu kitabı satışlarıyla geçen Kürk Mantolu Madonna ile kurulan paralellik de anlamlıdır. Her iki eser de, bireyin iç dünyasını toplumsal baskılarla birlikte ele alır okura sessiz ama derin bir eleştiri sunar.

Edebiyatın Kamusal Alana Taşınması

Bath’taki Jane Austen kutlamaları, edebiyatın yalnızca metinler aracılığıyla değil, kamusal alanda kurulan deneyimler yoluyla da aktarılabileceğini gösteriyor. Roman karakterlerinin kostümlerle ve canlandırmalarla görünür hale gelmesi, edebiyatın tarihsel bağlamını yaşayan bir deneyime dönüştürüyor. Özellikle bugün için uzak ve yabancı bir çağın, somut imgelerle sunulması, okurla metin arasındaki mesafeyi de azaltıyor.

Bu durum, bana Türkiye’deki bazı girişimleri de düşündürdü. Yaklaşık on yıldır yayımlanan Roman Kahramanları dergisi ve edebiyat karakterlerini kamusal alana taşıyan kimi okulların etkinlikleri, edebiyatın pedagojik ve kültürel gücünü ortaya koyuyor. Roman kahramanlarını görmek, bir dönemin koşullarını ders kitaplarından çok daha etkili biçimde anlatabiliyor.

Jane Austen’ın doğumun 250. Yılı nedeniyle yapılan tüm bu etkinlikler, onun yalnızca bir roman yazarı olarak değil; tarih yazımını sorgulayan, anlatının ideolojik boyutlarını fark eden ve okurunu eleştirel düşünmeye davet eden cesur bir zihin olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bath’ta sokaklara taşan bu edebi hafıza, Austen’ın metinlerinin hala neden bu kadar güçlü olduğunu da açıklıyor sanırım.

Tüm bunlardan yola çıkarak edebiyatın, tarihin ve toplumsal belleğin, birbirinden beslenen alanlar olduğunu söyleyebiliriz. Jane Austen, bunu daha genç yaşında fark etmişti. Bugün onu yeniden okurken, belki de asıl yapmamız gereken şey tam da onun istediği gibi okumak:

Dikkatle, kuşkuyla ve nerede durduğunu, durduğumuzu bilerek.

Araştırmacı Yazar, Akademisyen Özlem İBİŞ YILMAZ
Araştırmacı Yazar, Akademisyen Özlem İBİŞ YILMAZ
Tüm Makaleler

  • 17.12.2025
  • Süre : 2 dk
  • 146 kez okundu

Google Ads