Site İçi Arama

kultur-sanat

Türkçenin Ufkuna Doğru: Bir Dilin Kendini Dünyaya Anlatma Arzusu

Bazı anlar vardır, insanın içinde yıllarca saklanır. Derby’de, İngiltere’nin küçük, sessiz bir köşesinde, bir kitapçının raflarında Oya Baydar’ın “Kayıp Söz” romanının İngilizce çevirisini gördüğüm o an mesela…

Bazı yazarlar vardır; sadece anlattıklarıyla değil, suskunluklarıyla da insanın içine dokunurlar.  Sabahattin Ali de benim için tam da böyle bir kalemdir. Onu sevmek, sadece sayfalarına hayran olmak değil; sanki içimde bir yerlerde dalga dalga yayılan bir sızıya sahip çıkmak gibidir. Belki naif, incelikli kaleminden… Belki kelimelerinin bir kuşun kalbi gibi çarpan o duyarlılığından… Belki de sokak aralarında kaybolmuş aydınların, faili meçhul karanlıklara teslim edilmiş iyi insanların hikayesine bir ağıt gibi duran trajik ölümünden. Bilirim ki onun kaderinde bir ülkenin karanlık yüzü saklıyken kaleminde ülkenin en temiz ışığı asılıdır.

İşte bu yüzden bugünlerde içim kıpır kıpır çünkü yıllardır bizim memleketin ruhunu taşıyan Kürk Mantolu Madonna, İngiltere’nin raflarında, dünya okurlarının ellerinde adeta yeniden doğuyor. Raif Efendi ile Maria Puder’in yarım kalmış aşkı, Berlin`in soğuk sokaklarında titreyen o eski his, bugün Londra’da bir kitapçıda bir gencin kalbini ısıtabiliyor. Bazen kader dediğimiz şey, bir kitabın bir ülkeden başka bir ülkeye geçerken bavullarda değil de gönüllerde taşınmasıdır.

Ne kadar güzel ki, Kürk Mantolu Madonna artık yalnızca bizim değil; dünyanın ortak hikayesi olma yolunda ilerliyor. Bir zamanlar bir ülkenin sızısını, yarasını anlatan o kitap, şimdi sosyal medyanın hızına kapılmış, dijital dünyanın ışıltılı koridorlarında bir okurdan diğerine uzanıyor. Birkaç edebiyat severin, birkaç içerik üreticisinin samimi paylaşımlarıyla tüm sınırları aşarak İngiltere’de en çok satanlar listesinde zirveye yerleşiyor. Hatta uzun süredir listenin başında duran İngiltere’nin önemli yazarlarından Jane Austen`ın Gurur ve Önyargı’sını bile geçerek 30 bin adet satılmış. Görüldüğü üzere bir eser için zaman en güzel ödüldür.

Bu tablo beni sevindirdiği kadar da düşündürdü.  Hadi birlikte düşünelim:

Neden dünya raflarında daha çok Türk yazara rastlamıyoruz?

Neden Orhan Pamuk ve Elif Şafak dışında İngilizceye çevrilmiş Türkçe seslere rastlamak bu kadar zor?

Oysa Türkçenin içinde öyle zarif kalemler, öyle derin hikayeler var ki… Dünya edebiyatının merkezine otursalar hiç de yadırganmayacak yetkinlikteler.

Burada iş, sadece yazara ve okuyucuya değil; dilin ve kültürün taşıyıcısı olan kurumlara düşüyor.

Peki, ne yapmalı? Bu toprakların hikayesi dünyaya nasıl anlatılmalı?

Şiirin, romanın, öykünün sessiz nefesi yalnızca kitaplarda değil; onu taşıyan yapılarda da hayat bulmalı. Yazar örgütleri ve edebiyat cemiyetleri artık yalnızca yerelde değil, küreselde nefes almalı.

Neden Olmasın:

1. Kürsüler ve atölyeler dünyaya açılsa;

Sadece Türkiye’de düzenlenen atölyeler değil, çevrimiçi uluslararası yaratıcı yazarlık buluşmaları düzenlense, Türkçe yazan yazarların İngilizce konuşan okurlarla birebir temas kuracağı söyleşiler artık rutin olsa…

Edebiyat, yüzleri birbirine dönmeyen halklar arasında bir köprü olsa, olmaz mı?

2. Yazar birlikleri çeviri fonları oluştursa;

Bugün birçok ülke kendi edebiyatını tanıtmak için devlet destekli çeviri fonları kullanıyor. Türkçe için de sadece devletin değil, bağımsız derneklerin, federasyonların, hatta özel yayınevlerinin birlikte oluşturacağı bir çeviri havuzu çok değerli olmaz mı?

Bir kitabın dünyaya açılan ilk kapısı iyi bir çeviridir ve iyi çeviri de emek ister, yatırım ister.

3. Yabancı ülkelerde düzenlenen “Türk Edebiyatı Günleri” desteklense ve artsa;

Tıpkı Japonya’nın, Kore’nin, Fransa’nın yaptığı gibi; kültürel etkinliklerle dolu, kitap panellerinin olduğu, imza günlerinin düzenlendiği haftalar olsa…

Kim bilir, belki dünyadaki kimi şehirlerde düzenlenen küçük çaplı “Turkish Literature Week” ler desteklense, Raif Efendi’nin hikayesi gibi nice hikayeler dünyanın dört bir yanına yayılmaz mı?

4. Üniversitelere misafir olarak Türk edebiyatı dersleri taşınsa;

Şairler, yazarlar, akademisyenler dünyanın çeşitli üniversitelerinde daha çok konuk olsalar, dersler verseler,

Genç bir İngiliz ya da Kanadalı öğrenci, bir gün sınıfında Yaşar Kemal’den bir pasaj dinlediğinde o kültüre karşı bambaşka bir yakınlık geliştirmez mi?

5. Dijital kütüphaneler kurulsa;

Günümüzde birçok okuyucu fiziksel kitap değil, dijital erişim arıyor. Türk yazarlarının İngilizce çevirilerini içeren uluslararası erişime açık bir dijital kütüphane, tanıtım açısından devrim niteliği taşımaz mı?

6. Türk diasporasıyla bağlar güçlendirilse;

Dünyanın dört bir yanındaki göçmen okur toplulukları aslında en büyük elçilerdir. Onlar; bir kitabı taşır, önerir, okur gruplarında paylaşır. Cemiyetler diasporaya daha fazla kulak verseler göçmen kitapseverleri destekleyip onlarla ortak projeler üretseler.

Bütün bunların ötesinde, bu alanda emek veren insanlar var ki onları anmadan geçmek olmaz.

Özellikle sevgili Nermin Mollaoğlu, Türk edebiyatını dünyaya tanıtma çabasıyla yıllardır bir ışık taşıyor. Ben bir okur olarak kendisine teşekkür ediyorum. Eğer bu yolda yürüyen başka ajanslar, başka yayınevleri de varsa, hepsine gönülden teşekkür ederim çünkü onların yaptığı iş sadece bir kitabı dolaşıma sokmak değil; bir dilin ruhunu başka dillere taşımak.

Bu noktada bazı anlar vardır, insanın içinde yıllarca saklanır.

Derby’de, İngiltere’nin küçük, sessiz bir köşesinde, bir kitapçının raflarında Oya Baydar’ın “Kayıp Söz” romanının İngilizce çevirisini gördüğüm o an mesela…

Gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum.

Bir dil, kendi ülkesinden binlerce kilometre ötede bir rafın üstünde duruyordu.

Bu benim için bir mutluluk değil; bir gurur, bir teselli, bir umut olmuştu.

O fotoğrafı çekip sosyal medya aracılığıyla Nermin Mollaoğlu’na gönderdiğimde, “Her ne kadar zorlandığınızı görüyorum ama böyle güzellikleri bize yaşattığınız için teşekkür ederim” demiştim.

Belki o da o fotoğrafı görünce tebessüm etmiştir; kim bilir.

Dilerim bu anlar çoğalır.

Dilerim sadece İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in değil; Londra’nın, Berlin’in, Toronto’nun kitapçılarında da Türkçe hikayeler daha çok dolaşır.

Dilerim bizim duygumuz, bizim naifliğimiz, bizim acılarımız ve güzelliklerimiz başka dillerle buluşur çünkü bir dil, kendini dünyaya anlatabildiği ölçüde yaşar ve biz Türkçeyi seviyorsak, onu yaşatmanın en güzel yollarından biri de onu dünyaya açmaktır.

Bir gün, dünyanın herhangi bir köşesinde, bir yabancı eline bir Türk romanı aldığında işte o gün, bütün bu çabaların meyvesi sessizce olgunlaşmış olacak.

Araştırmacı Yazar, Akademisyen Özlem İBİŞ YILMAZ
Araştırmacı Yazar, Akademisyen Özlem İBİŞ YILMAZ
Tüm Makaleler

  • 27.11.2025
  • Süre : 3 dk
  • 203 kez okundu

Google Ads