Site İçi Arama

kultur-sanat

Yeter ki Sen İste

1990'lı yıllarda geçen dizi aşkın ihanete, gücün zayıflığa dönüşüne odaklanıyor. İlişkilerindeki davranış kalıpları, narsistik kişilik bozukluğu belirtileriyle örtüşen başrol oyuncusu ve roman kahramanının hayatı ve ruhsal durumu huzurevine yatırıldığı andan itibaren değişime uğramaya başlıyor.

Romandan uyarlanan, "Kral Kaybederse" dizisinin son bölümünde, diziye olağan üstü oyunculuk gücüyle renk katan Halit Ergenç’i kutluyorum. Esasında dizi filmleri seyretme müptelası biri değilim. Fakat rolünü güzel yapan oyuncunun da ne yalan söyleyeyim hastasıyım. Halit Ergenç’in rol aldığı diziler bu manada hep dikkatimi çekiyor, seyretmeden edemiyorum.

Kendini tüm insanlardan üstün gören, parası ve dış görünüşü ile övünen, şımarık, doyumsuz kişilik yapısıyla hep ben diyen bir adamın konusunu anlatan bu dizinin senaryosu, aslında insanlığa bir ders verir gibiydi. Bu özgün senaryo insanı etkileyen bir şekilde kaleme alınmış. Dizi, Kenan karakterinin çocukluğundan itibaren yaşadıklarını konu alıyor. Dizinin ve tabii ki romanın da kahramanı olan Kenan karakteri, maddi zenginliği oldukça iyi olan birisidir ancak daha sonra her şeyini, tüm varlığını kaybeden biridir. Bir psikiyatriste gelip hayatını anlatır. Aslında dizi de çok fazla oyuncu karakteri yok. Tüm dizi 4 kişi etrafında geçiyor diyebiliriz.

Gülseren Budayıcıoğlu'nun gerçek hayat hikâyelerinden ilham alarak yazdığı romanları biliniyor. Ancak Kral Kaybederse kitabında yer alan karakterlerin kim olduğu etik nedenlerle açıklanmıyor. İyi de yapılıyor. Psikolog-yazarın tüm eserlerinde olduğu gibi Kenan Baran karakteri de farklı danışan hikâyelerinin birleşiminden oluştuğu biliniyor.

Yazar, annesi tarafından “kral” gibi yetiştirilen bir insanın, zengin, yakışıklı ve şımarık bir karakter ve ruh halini bize anlatıyor. Dizi, annesi tarafından kral gibi büyütülen narsist Kenan Baran'ın eşi Handan'ı bir gece kulübünde tanıştığı Fadi ile aldatmasıyla birlikte gelişen olayları anlatıyor. Filmde, zengin bir inşaat mühendisi olan Kenan Baran aurasıyla her kadını etkileyebilen bir adamdır. Gününün büyük kısmını zengin dostlarıyla kulüpte kumar oynayarak geçiren Kenan, eşi Handan'ı ise en yakın arkadaşıyla aldatmaktadır. Kenan'ın hayatı böyle sürüp giderken fakir bir hayat süren, baba şiddeti gören üniversite öğrencisi Fadi'nin onun yanında işe başlaması tüm dengeleri değiştirecektir.

"Kral Kaybederse", narsist ve başarılı inşaat mühendisi Kenan Baran'ın, eşi Handan'ı aldattıktan sonra yaşadığı düşüşü anlatan bir diziye dönüşüyor. 1990'lı yıllarda geçen dizi aşkın ihanete, gücün zayıflığa dönüşüne odaklanıyor. İlişkilerindeki davranış kalıpları, narsistik kişilik bozukluğu belirtileriyle örtüşen başrol oyuncusu ve roman kahramanının hayatı ve ruhsal durumu huzurevine yatırıldığı andan itibaren değişime uğramaya başlıyor. Kenan üzerinden bir hayat dersi hepimize veriliyor. İşte benim için bu dizide önemli olan, beni yakalayan taraf tam burası. Bu ders; amaçsız hırslarımızla kendimize yaptığımız maddi ve manevi eziyetin yanında iyiliksever bir insana dönüşümün yolculuğu ile kazanılan iç huzurdur. Bu romanda, gerçek bir yaşam öyküsüne tanık olmanın yanı sıra, mutlaka kendinizden de bir şeyler buluyorsunuz. “Hiçbir şey için geç değil” sözünün ne kadar doğru olduğunu bir kere daha Kenan karakteri üzerinden siz de yaşıyorsunuz.

İyi bir insan olabilmenin nasıl zor bir iş olduğunu, bu diziyi seyrettikten sonra bir kez daha iliklerime kadar hissettim. İnsanın kendini tanıması, bilmesi için, saf sevgiyi mutlaka geliştirmesi gerektiğini anlıyorsunuz. Herkesi birbirine bağlayan bu sevgi bağının ne kadar güçlü olabildiğini film sahneleri arasında yakından gözlemliyorsunuz. Her varlığın kalbinde bir sevgi pınarı bulunduğunu, pınarın musluğunun açılması halinde her insanın hak ettiği mutluluğu hem kendisine hem de çevresine armağan edebileceğini görüyorsunuz. Sevgisiz, sevgiden mahrumiyetin insan yaşamının akışını ne denli zora soktuğunu kavrıyorsunuz.

Sevgi doğuştan bizimle birliktedir. Beden sadece sevgi denen duygu yoğunluğuyla doymuşsa adeta kutsiyet de kazanır. Bu sayede yaşam da kutsallaşır. Böylece, neye benzeseler veya ne yapsalar da aralarında bir fark gözetmeksizin tüm varlıklara karşı, karşılıksız sevgi duymaya başlanır.

Yaşamlarımızda bizden hazzetmeyen ya da bizim yanlarında kendimizi iyi hissetmediğimiz, en basit isimlendirmeyle, düşmanlarımız olabilir. Eğer nefret ve sevgisizlik batağına saplanıp kalırsak, onların bizden nefret ettiğini düşünür dururuz. Oysaki eğer “Huzurlu bir yaşam istiyoruz, huzur istiyoruz.” diyorsak, huzurun gökten kendiliğinden kucağımıza düşmeyeceğini, içimizdeki sevginin bir tezahürü olarak içimizden yeşereceğini, yayılacağını bilmeliyiz. Çünkü huzur denen şey sevgiden gelir.

İnsan, hayatında yaptığı iyilikler kadar mutlu olur. İyi bir adam gördüğümüz vakit, onu hiç olmazsa taklit edebilmeli, onun yaptıklarını kendi hayatımıza da yansıtabilmeliyiz. Bunun tersi, kötü bir adam gördüğümüz vakit onun kusurlarını kendimizde arayabilmeliyiz.

İyilik hiç-bir zaman boşa gitmeyen tek yatırımdır. İyilik düşünmek bizi cesaretle yaşatır. Milletlerin gelenekleri başka başkadır, fakat iyilik her yerde birdir. Menfaat karşılığı yapılan iyilik, iyilik değildir. Zira biz tefeci değiliz, bir insanız. İyilik yapmayı, sebep ve sonuç zincirinin dışında bir olgu olarak içselleştirebilmeliyiz. İyiliği, hiçbir şahsi menfaat gözetmeden, sırf iyilik olsun diye yapmalıyız. İşte bu dizi bu duyguları derinlemesine bize anlatıyor, yaşam kesitleriyle bize insan olmanın erdemini yansıtıyor. Nihayetinde Kral kaybetmedi, aslında kazandı. Evet, gerçekten de hiçbir şey için çok geç değil, yeter ki sen iste...

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 10.12.2025
  • Süre : 2 dk
  • 185 kez okundu

Google Ads