Site İçi Arama

savunma

Çin Ordusunun Önündeki İkilem Nedir?

Çin binlerce yıllık tarihi boyunca hep kendi sınırları içerisinde yaşamıştır. Çatışmaları ve savaşları, dış güç kaynaklı olsa bile, hep kendi sınırları içerisinde kabul etmiştir. Genişlemesini hep ticaret ve siyaset temeli olarak sürdürmüş, yumuşak güce öncelik vermiştir. Bazen kendisine karşı dış düşmanlarından bile daha zalim davranmıştır. Çin’in mücadelesi kendi kendisiyle olmuştur.

Kişisel gelişimle az da olsa ilgilenen her birey, konfor alanı kavramını duymuştur. Zira gelişim için ilk olarak insanın, içindeki her şeye hâkim olduğu, gelecekte neler olacağını üç aşağı beş yukarı kestirebildiği bir dünya kendi ayakları üzerinde kuvvetlice basabilmesi için bugünden rahatından vazgeçmesi, konfor alanından çıkması salık verilir. İnsanın doğasında bulunan ‘rahata’ meyilim devletler ve ordular için de geçerlidir. Devletin kalkınması, büyümesi, ordunun modern ve her an harbe hazır bir ordu olarak varlığını devam ettirmesi, rehavete kapılmadan, konfor alanından çıkıp gelecek için sistematik bir arayış içerisinde olmasını zorunlu kılar. Bu yaklaşımımı şu örnekle açıklamak isterim:

Amerikan ordusu tamamen taarruzî (ofansif) rolde yapılandırılmıştır. Dünyanın her bölgesine güç projeksiyonu yapabilmek, tüm denizlere, havaya, uzaya ve ticaret yollarına hâkim olabilmek, hegemonyayı sürdürebilmek Amerikan devleti ve ordusu içi için en büyük stratejidir. Dünyanın geri kalanından görece uzak ve izole konumda bulunan anakarası da bunun için yeterli bir güven sağlamaktadır. Ayrıca vahşi batı döneminden günümüze uzanan agresif kapitalist toplum kültürü, ordunun ve devletin mücadeleci insan kaynağı ihtiyacı için gerekli elverişli bir ortam sunmaktadır. 

Halbuki Çin binlerce yıllık tarihi boyunca hep kendi sınırları içerisinde yaşamıştır. Çatışmaları ve savaşları, dış güç kaynaklı olsa bile, hep kendi sınırları içerisinde kabul etmiştir. Genişlemesini hep ticaret ve siyaset temeli olarak sürdürmüş, yumuşak güce öncelik vermiştir. Bazen kendisine karşı dış düşmanlarından bile daha zalim davranmıştır. Çin’in mücadelesi kendi kendisiyle olmuştur. Zaten Çin kültüründe dünya demek Çin toprakları demektir. Geri kalan dünya, Çin’in olsa olsa uyduları olabilir. 

Çin, görünüşte bir bütün gibi algılansa bile, çok dinli ve etnikli bir toplum oldukları, milli birlik ve bilinçlerini yeni yeni yaratmaya başladıkları söylenebilir. Kısacası Amerikalılar alışık ve uzman oldukları şeyi yapmaya devam ederken, Çinliler binlerce yılın genetiklerine işlediği konfor alanından çıkmakta zorlanabilmektedirler.

Günümüz Çin ordusu kuruluşundan bugüne kadar tüm varlığını “savunma” söylemi üzerine oturtmuştur. Rejimi yani komünist partiyi savunma organizasyonel amacı, bunun vücut bulmuş halidir. Geleceğin Çin ordusunu hedeflerken, hala bu savunmanın zihni konfor alanından çıkamadıklarını görüyoruz. Çünkü hedefledikleri, ismini verdikleri, dönüşmek istedikleri şey: Aktif Savunmadır. Yani savunmak için sınırlı biçimde ofansif askeri güç projeksiyonu da yapabilmektir.

Peki, deklare edilmiş bu aktif savunmanın bir sınırı / çerçevesi var mıdır? Maalesef evet. Bunu Çin denizini çevreleyen üç halka halinde görüyoruz. Doğal ada zincirlerinin, daha doğrusu jeolojik yapının dikte ettiği üç savunma hattının Çin için yeterli olacağı düşüncesi, Çin devlet sisteminde genel kabul gören düşüncedir. Günümüz itibariyle de bu savunma hatlarının ilkine askeri güç projeksiyonu yapabilmeyi hedeflemektedirler. Ki Tayvan bu ilk savunma hattının içerisindedir ve özel bir önem de taşımaktadır. 

Şüphesiz ne kadar ofansif unsurlar içerirse içersin, Çin’in ilerlediği bu yol, ikinci dünya savaşının meşhur Maginot Hattı gibi, kaderi yenilgiye uzanan, buna mühürlenmiş bir seçenektir. Ukrayna harbi de bunu birçok açıdan Çin liderliğinin gözüne sokmuştur.

Kendine zulmetme kabiliyeti yüksek, dışarıyla mücadele etme kabiliyeti düşük olan bu ordu için, Tayvan, aynı zamanda geleceğin zorladığı değişim ve dönüşüm süreçlerinin başarılı olup olamayacağını belirleyecek, önemli bir ilk test sahası olmak durumundadır. Yani Çin’in ileride küresel bir güce dönüşüp dönüşemeyeceği hususu, olası bir Tayvan harbinin kaderine mühürlenmiştir.

Geçmişte Çin ordusunun kendisine model aldığı Sovyet sisteminin çıkış noktası şüphesiz farklıdır ve kendi içinde anlamlıdır. Düşmanı hemen yanı başında duran, çok geniş karasal ve denizsel sınırlara sahip Sovyetler Birliği için, savunma ağırlıklı bir yaklaşımın benimsenmesi akla yatkın görünmekteydi. Aynı tarih boyunca insanların kaleler ve surlar inşa etme motivasyonunda görüldüğü gibi. 

Soğuk savaşın bitmesiyle beraber Rusya bir buhran dönemi içine düşerken, batılı ülkeler yeni tür bir teknolojik üstünlük yarışında, (dijital çağ) arayı iyice açar hale geldi. Rusya’nın bu hususa tepkisi de doğal olarak kaynaklarını sürdürebileceğine inandığı bazı alanlara yoğunlaştırmak, boşlukları ise bu alanlardaki güncelliği ve etkinliğiyle kapatmak yönünde olmuştu. Füze teknolojileri öncelikleri idi. Bu nedenle Sovyet hava savunma unsurlarının öncelikle bir A2/AD (Erişimi Engelleme / Alandan Men Etme) konseptine evrildiğini gördük. Aynısını kara konuşlu anti-gemi füze sistemleriyle de sergilediler. Karada ise muhteşem ateş güçleri ve sayısal üstünlüklerine güvenerek, geleceğe yönelik pek bir değişim yapma gereği görmemişlerdi.

Aynı stratejinin Çin ordusu için de uygulandığını görüyorduk. Doğrusu Çin’in ilk Çin Denizi çemberinde bile, oluşacak bu alanı bir A2/AD sahasına çevirme motivasyonu vardı. Buraya bir kale kuracağım ve içerisinde güvende olacağım. Dost ve düşman unsurları bu kalenin üstünden bakarak, çok daha rahat ayıracağım. Bu zihni / askeri / felsefi konfor alanı, hayatın gerçekleri ile derinden sarsılmış vaziyettedir. Zira artık arkasın dayayacağı duvar da ayağını basacağı zemin de sarsılmaktadır.

Türkleri binlerce yıl dünya fatihleri yapan ana unsurlar neydi? At, demir ve yayın gücü. Yani askerini mobil ve akışkan tutabilmesi. Demiri yani silahı işleme ustalığında, kullanma maharetinde hasımlarının ilerisinde olması. Yayını yani modern yorumla hava ve deniz güçlerini kullanarak, düşmanı uzaktan vurabilmesi. Şimdi bu savaş kıymetlerine Amerikan askeriyesinin sahip çıktığını görmekteyiz. Çin ise bin yılı aşkın bir süre Türklerle yaşadığı acı tecrübelerin, modern bir tekrarından kaçınmak zorunda olduğunun farkına varmaya başlamıştır.

Tüm bu gerçekler bizi şu sonuca getiriyor: Çin önce kendi doğasına karşı savaşmak ve galip gelmek zorundadır. Ardından ancak dış düşmanlarına karşı savaşıp galip gelmeyi deneyebilir. Bunu başarabilir, başarabilecek potansiyele de engin kaynaklara da sahiptir. Bu yolda başarılı olabilmesinin anahtarı ise zamandır. Bir ya da birden fazla nesle yayılacak bir dönüşüm sürecine ihtiyaç duymaktadır. Ya da en azından vermesi gereken mücadeleleri, küçük parçalara bölüp, yavaş yavaş sindirmek ihtiyacındadır. Onu en çok zorlayacak şey ise, zaman ve mekân inisiyatifine sahip olmadan hem kendi doğasına hem de potansiyel düşmanlarına karşı verilecek mücadeleyi, aynı anda gerçekleştirmek zorunda kalmasıdır. Çünkü bu adı üstünde, “hava savunma” sistemlerine, düşman hava sahasının derinliklerine git, orada bir sıklet merkezi kur ve hava hakimiyeti sağla, demek gibidir.

Serbest Araştırmacı Yazar Aybars MERİÇ
Serbest Araştırmacı Yazar Aybars MERİÇ
Tüm Makaleler

  • 08.08.2022
  • Süre : 4 dk
  • 1251 kez okundu

Google Ads