Site İçi Arama

siyaset

Karayolları ve Şehiriçi Yollardaki Trafik Sorunları Bize Ne Söylüyor?

Trafik kültürü, her şeyden önce toplumun bir arada yaşama iradesinden ortaya çıkan kurallara istisnasız olarak her bireyin uymasını ve bunu içselleştirmiş olmasını gerektirir. Trafik kültürü sadece zorlayıcı ve emredici kurallardan oluşmaz.

Şehir yaşantısının belki de en stresli alanı trafiktir.  Bir yerden bir yere ulaşmaya çalışırken, bir taraftan zamanla yarışırız, diğer taraftan uymamız gereken kuralları aklımızdan çıkarmamaya çalışırız. Ulaşım araçları çeşitlenirken trafik kuralları da değişir, gelişir ve yeni koşullara uyum sağlar. İnsanların ve araçların trafik akışını engellemeden önceliklendirilmesi için kullanılan trafik ışıkları ilk olarak 1868 yılında Londra’da kullanılmıştır. Ülkemizde ise ilk kez 1929 yılında İstanbul’da trafik ışığı kullanıldığı bilinmektedir. Başlangıçta at arabalarının yolu kullanmasını düzenlemek için kullanılsa da zamanla motorlu araçların artışına bağlı olarak trafik ışıklarının kent hayatının bir parçası olduğunu görüyoruz. 

Zaman içerisinde motorlu araç teknolojisindeki değişimler ve sayılarının artması, trafik kurallarını değiştirse de fizik kanunları değişmemiştir. Bu nedenle trafik kazalarının artan oranda ölümcül sonuçlara yol açtığını gözlemlemekteyiz. Elbette bütün kurallar, kazaları önlemek için bilimsel temelde geliştirilmiş kurallardır. Ancak insanoğlu, araç kullanmayı öğrenmekle yetindiği ve trafik kültüründen uzak olduğu sürece bu kurallar trafik kazaları kaynaklı ölümleri engellemeye yetmeyecektir. 

Trafik kültürü, her şeyden önce toplumun bir arada yaşama iradesinden ortaya çıkan kurallara istisnasız olarak her bireyin uymasını ve bunu içselleştirmiş olmasını gerektirir. Trafik kültürü sadece zorlayıcı ve emredici kurallardan oluşmaz. Trafik ışıkları, bunun zorlayıcı kısmıdır ama size yeşil yandığında yaya geçidinden geçmekte olan yaşlı bir insanı ezip geçme hakkınız yoktur. Trafik kültürü, içerisinde saygıyı, sevgiyi, nezaketi, empatiyi kısacası bütün insani değerleri barındırır. Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum.

2005 yılında bir toplantı için Belçika’ya gitmiştim. Arkadaşlarım benim için bir gezi planlamıştı. Arabaya bindik ve yola çıktık. Otoyola bağlantı yolu onarım nedeniyle tek şeride düşmüştü. Aynı nedenle otoyol da tek şeride düştüğünden bir trafik sıkışıklığı oluşmuştu. Ancak sanki Anayasal bir kural varmış gibi her iki şeritteki araçlar birer birer geçiyordu. Kimse bir başkasının geçiş hakkını ihlal etmiyordu ve kısa zamanda o sıkışıklığın içerisinden çıktık. Aynı olayın Türkiye’de yaşandığını bir düşünün. Hem kimse kimseye saygı göstermez hem de sıkışıklık daha geç açılırdı. 

Aslında Türkiye’de trafikteki kural tanımazlığın sadece trafikle sınırlı olmadığının hemen hepimiz farkındayız. Eğitim seviyesinden, cinsiyetten ve sınıfsal durumdan bağımsız olarak insanları bu kadar bencil, bu kadar kendilerine odaklı, bu kadar saygısız ve sevgisiz hale getiren etkenler nelerdir? Bu soruya verilebilecek çok değişik cevaplar olduğunun farkındayım. Ancak toplumsal bir sorun olarak bunun sosyo-psikolojik bir araştırmanın konusu olması gerektiğini düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle sorunun çözümü yine bilimdedir.

Gerek okul eğitimi gerekse aile eğitimi, sevgiden ve saygıdan yoksun bireyler yetiştirdiğine göre bir yerlerde belirgin bir hata vardır. Üretim bandından hatalı çıkan bir ürün olduğunda üretimi durdurup hatayı bulup üretimi yeniden başlatırsınız. Belki hayatı durdurup yeniden başlatamayız ama hatalı yetişen insanları yetiştiren sistemi düzeltip hatasız insanlar yetişmesini sağlamak çok mümkündür. Elbette bu, siyasi iktidarın politika belirlemedeki tercih alanına giren bir konudur. Eğer bir ülkede siyaset kalitesizlikten beslenen koskoca bir asalağa dönüşmüşse insan kalitesinin artması hiç istenmeyen bir seçenek olur. Bütün toplum da bu çürümüşlük içerisinde yaşamaya çalışır. 

Toplumsal yaşamda kurallar, insanların güçlerine göre değil birey olmaktan doğan haklarına göre belirlenir. Bu nedenle toplumsal yaşamda önemli olan güçlü olmak değil, haklı olmaktır. Trafikte de arabanızın lüks olması, güçlü ve büyük olması sizi haklı kılmaz. Belki de bu bakış açısı trafikteki sorunların çözümü için iyi bir başlangıç noktası olabilir. 

Hayatında ne kadar insanlara bir kuruşluk faydası olmamış kişi varsa araba alınca kendisini tanrı katında görebilmektedir. Hız limitlerini belirleyen işaretler bunlar için kontrol edilmediği sürece dekordan ibarettir. Hız limitlerine uymadıkları gibi uyanları da selektör yaparak rahatsız ederler. Yayaya yeşil yanan kavşaklarda durması gerektiği halde durmaz ve kornaya basıp yayayı taciz ederler. Tek şeride düşen yolda bekleyen araçları geçip en önden araya girmeye çalışırlar. Kurallara uyarak yayaya yol veren sürücüleri korna çalarak taciz ederler. Motosiklet ve bisiklet sürücülerine karşı olağanüstü saygısızdırlar. Yolunda giden bisikletliyi korna çalarak taciz ederler. 

Arabalarını kaldırıma yaya geçişini engelleyecek şekilde park ederler. Adeta arabayla bütünleşmişlerdir. Tuvalete bile “arabayla gitmek mümkün olsa” diye dua ederler. Birkaç adım yürümemek için, aracını ikinci hatta üçüncü sıraya bırakıp kendi işlerini halletmeye çalışırlar. Bu arada oluşan sıkışıklıkta bir ambulansın ya da itfaiyenin gecikme ihtimali onların umurunda değildir. Kendi hatası yüzünden insanların zarar görmesi ihtimali onu asla yolundan döndürmez. 

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Saydığım durumların en az birkaçıyla karşılaşmamış olan neredeyse yoktur. Sorulması gereken soru şudur; sorun sadece trafik midir? Toplumsal yaşamın hiçbir gereğine uymadan her türlü nimetlerinden saygısızca yararlanmaya çalışan bu yaratıklar, insan görünümünde olduklarından dolayı sorumluluklarının değil ama haklarının sonuna kadar farkındadırlar. Yaşlı, engelli ve/veya hasta bir insana öncelik tanımak, arabayla yolda yayalara öncelik vermek gibi nezaket ve saygı davranışlarından oldukça uzaktırlar. 

Güçlü gördüklerine biat eden bu insanlar, gücü kendileri ele geçirdiklerinde son derece acımasız olabilmektedir. Bazen bindiği arabada, bazen kadına, bazen çocuğa, bazen diğer canlılara, bazen iş yerindeki astlarına karşı gücünü hissettirmekten sadistçe zevk alırlar. Hastaneye gidip orada çalışanlara saldırdığında karşılık görmeyeceğini bildiklerinde aslan kesilirler. Şiddet adeta bu yaratıkların yaşamlarının bir parçasıdır. Çünkü konuşarak bir sorunu çözebilecek birikim ve insani değerlerden yoksundurlar. Kendileri gibi düşünmeyen herkesin ölmesini isteyebilecek kadar akıl ve vicdan yeteneklerini kaybetmişlerdir. Hele ki bu düzeysizliği besleyen ve beslediği yapıdan beslenen bir siyasi lider bulurlarsa değmeyin keyfine!

Görüldüğü gibi aslında bizim trafikte gördüğümüz davranışlar sadece genel hastalığın semptomlarından bazılarıdır. Toplum hastaysa trafik de hastadır. Sağlıklı bireylerin bu ortamda uzun süre sağlıklı kalabilmesi de zordur. Bu nedenle yurt dışına giden insanların birçoğu orada anormal trafik cezaları ödemek zorunda kalabilmektedir. En sakin ve saygılı gördüğünüz insanlar aniden beklenmedik tepkiler verebilmektedir. 

Toplumsal yaşam, kurumsallaşmanın her aşamada hâkim olduğu bir düzenle insanca sürdürülebilir. İnsan olabilmek görüntüyle mümkün olsaydı bu gün insan haklarından bahsetmemize gerek kalmazdı. Güçlü her zaman haklı olurdu ve toplumsal yaşamda “orman kanunları” geçerli olurdu. Sizin düşünceleriniz olması, başkasının olmayacağı anlamına gelmez. Sizin yaşam hakkınız olması başkasının olmayacağı anlamına gelmez. Bütün dünyada en saygın hak olarak görülen yaşam hakkı, inanç, düşünce ve siyasi tercihlerden bağımsızdır. Saygı, sevgi, vicdan ve empati ile yetişen nesillerin geleceği inşa edebildiği bir Türkiye umuduyla yarınlarımıza güvenle bakmak istiyoruz. Kim bu isteğin haksız olduğunu iddia edebilir? Hem bakarsınız trafik sorunları da çözülür…

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 04.04.2024
  • Süre : 5 dk
  • 563 kez okundu

Google Ads