Kibir Neden Bir Hastalıktır?
Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgâr sert esti. Üç tüy düştü şeytandan dünyaya. Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.
Kibir içsel duyguların dışa vurumunun en tehlikelilerinden biridir. Kontrolden çıktığında insan hem kendine hem de çevresine zarar ve mutsuzluklar veren bir canlıdır. Bu kontrolsüz duygu yoğunluğu makam ve mevki sahibi insanlarda söz konusu olduğunda çok ciddi sorunlar yaşanılır. Unutmayalım ki, makam sayesinde birtakım imtiyazlara sahip olanların bir kısmı, bir şekilde o makamı hep elinde tutmak isteyebilirler. Bu manada her yolu mübah gören zirvedeki yozlaşmış kişiler, toplum barışını da bitirirler.
“Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgâr sert esti. Üç tüy düştü şeytandan dünyaya. Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı” diyor efsanevi yazar Dostoyevski. Haksız mı?
Dünya zaten; para, mevki ve ihtiras yüzünden cehennemi yaşamıyor mu? Makam ve koltuk sevdası, genelde istisnasız bütün insanların arzusudur. Hırs ve ihtiras, insanı en tepeye, zirveye doğru gitmeye, kimilerine göre yükselmeye yönlendirir. Kimileri oturduğu koltuğun ve elde ettiği makamın hakkını verir, kimileriyse bulunduğu mevkiye layık bile değildir. Aslında her makam, her mevki, sadece makamı geçici süreliğine işgal eden insanın, o makamda ne yaptığıyla değer kazanır. Kişi bulunduğu makama katma değeri olan bir yetenek, kazanım vb. sağlaması halinde hem makamına kıymet kazandırır hem de kendisine. Onun ötesinde makam hep aynı makamdır. Değişen makamı işgal eden kişinin sergilediği tavır ve duruştan.
Öte yandan bazı insanlar için, elde ettikleri makam, oturdukları koltuk her şeydir. Ne o makamı zamanı gelince terk edebilirler, ne de o rahat koltuklarından edepleriyle kalkabilirler. İşte koltuğa yapışık bu insanların, oradan kalkmamak için, yapamayacakları kötülük ve zorbalık yoktur. Zira elde ettikleri makam ve güç, onlarda fena halde alışkanlık yapmıştır! Hep orada kalmak istedikleri için de ortalık karışır. Mevki hırsı, insanların başlıca dürtüsüdür. Yükselme umudu oldukça, herkes o bulunduğu mevkiye layık olmaya çalışır, fakat bir kere en yüksek dereceye geldikten sonra da, rahattan başka bir şey düşünülemez. O makam ve mevkiyi kendi ihtiraslarına alet etmeye başlar. İşte o zaman yönetenlerle yönetilenler arasında mesafe açılmaya, uçurumlar oluşmaya başlar.
Kibir insanın en büyük zaafıdır. Kibir insanı bir esir almaya görsün, tüm benliğini ele geçirir. Çağımızda modern insanın kibirle imtihanı sürüyor. Kim makam sahibi olsa, koltuk onun altında yer değiştiriyor. Oysa koltuk nesne, insan öznedir. Koltuklara, makamlara mana ve can veren yine insandır. Makamını sonsuz ve mutlak görmeyen, bir gün oradan ayrılacağını bilip içine sindirenler kişiler açısından aslında bir mesele yoktur. Doğrusu, olması gereken budur.
Mesele, kibirden gözü kararan eziklerdedir. Onlar o koltuk için bizim bildiğimiz güzel olan tüm değerleri basamak olarak kullanırlar. Kibrin ne menem bir şey olduğu şeytanda tezahür etmiştir. Habil Kabil olayında görülmüştür. İnsanoğlu kadim hadiselerden ders alsaydı, bugünkü kibir zavallıları olmazdı diye de düşünürüm hep. Adamın makama oturmasıyla, kibir abidesi olma süreci başlıyor. Son yerel seçim sonuçlarında bu durumları tüm çıplaklığıyla görüp şahit olduk. Oysa mütevazı olmak, hep geçerli olan akçedir. Size zarar vermez, fazlası da yoktur. İnsan doğuştan sade yaratılmıştır. Makam insanı anlamlı kılmaz. Siz makam olmadan da, siz kalabilmelisiniz. Kim makamıyla övünürse; firavunlar, diktatörler ve kendini erişilmez görenlere baksın. Onların zalimliğinin de sonlu olduğunu bilsin.
Makamlar gelip geçicidir, mühim olan oralara gelindiğinde senin neler yaptığındır. Eğer bu sonlu yaşamda güzel şeyler yapıp, bu boş kubbede bir hoş seda bırakabildiysen önemli olan işte odur. Dün var olan iyi vasıflarınız, makamla kaybolduysa, mesele orada başlamıştır. Astına zulmetme, üstüne yağ çekme, selam vermeme, ayrımcılık, yağcılık ve bunun gibi ruh hastalıkları kibri işaret eder. Ölümlü dünya da kibre ne gerek var? İnsan öleceğini bile bile, niye Tanrıya kafa tutar ya da ölümlü insan, niye ölümlülere efelenir? Çünkü kibirli adam, ezik adamdır. Ruhu sağlam adam, kibir bilmeyen adamdır. Kibrin ikinci ayağında da zenginlik hastalığı vardır. İnsan ekonomik bir varlıktır, ilkesiyle hareket edenler, sevimsiz olduğunu anlamayanlardır. Mali imkanların genişliğini anlarım da, malla kibirlenmek niye? Dünya hepimize yetmez mi? Dünya ürünlerle kaim değildir ki, dünya bize rağmen yaratılmış bir gerçekliktir. Kim malıyla övünürse, büyük zenginlere, örneğin Vehbi Koç’a baksın. Koç, çok zengindi ama dünyadan hiçbir şey götüremedi. Götüremeyeceğini o da biliyordu.
Çok böbürlenme insanoğlu, senden büyük Allah var!
Saygı dolu sevgiyle