Site İçi Arama

siyaset

Siyasetin Nüfuz Alanı

Siyaset adeta su gibidir. Yeterli yalıtım yoksa her delikten sızar. Bu yalıtım, ülkede yürürlükte olan Anayasa ve hukuk kurallarıdır. Etkin bir yalıtımı sağlayan etken ise hukuk devleti ilkesinin bütün kurumlarıyla kabul edilmiş ve uygulanıyor olmasına bağlıdır.

Çoğumuz siyasetçilerin hangi motivasyonla siyasete girdiğini, siyasetten ne beklentileri olduğunu merak etmişizdir. Bu konuda verilen resmi beyanlar elbette belirli bir ahlaki çerçevede şekillenmektedir. Dünyadaki örneklerine baktığımızda olması gerekenle gerçekler arasındaki farkın demokrasi kültürü gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki farkı da belirlediğini görebiliriz. Kurumsallaşmasını tamamlamış (hukuk devleti ilkesine bağlı) bir devlette siyaset, sadece kişilerin manevi tatmin amacıyla yaptığı bir etkinliktir. Siyaset sayesinde ayrıcalıklı haklar ve normal koşullarda sahip olamayacağı bir maaş ya da emekli maaşı elde etmek, siyaset alanına girecek olanların yürüdükleri yolda etik kurallara ve ahlaki ilkelere bağlı kalmaktan sapmasına neden olabilir.

Siyasette kültürel olarak etik dışı davranışların yerleşmesi, o ülkede siyaseti vasıfsız insanların daha rahat hareket edebildiği bir mücadele alanına dönüştürür. Siyasi görevlerde yükselmek için, bireysel yeteneklerden çok, kişisel ilişkiler, kayırma, sadakat gibi etkenler egemen olmaya başlar. Bu durum, siyasi partinin iktidar (veya iktidar ortağı) olması durumunda siyasi iktidarın politikalarını uygulayacak olan bakanlıkların açık olduğu siyasi etkileri daha kontrolsüz ve daha hukuksuz bir zemine taşıyabilir. Burada önemli olan husus, söz konusu siyasi etkilerin filtre edilmesinde hukuk sisteminin ne kadar etkili olduğudur. Bunu belirleyen temel etken ise “hukuk devleti” olup olmamak arasındaki farktır.

Siyaset adeta su gibidir. Yeterli yalıtım yoksa her delikten sızar. Bu yalıtım, ülkede yürürlükte olan Anayasa ve hukuk kurallarıdır. Etkin bir yalıtımı sağlayan etken ise hukuk devleti ilkesinin bütün kurumlarıyla kabul edilmiş ve uygulanıyor olmasına bağlıdır. Eğer hukuk devleti ilkesi yoksa, diğer bir deyişle devleti yöneten siyasi iktidar kendisini hukuk kurallarına uymak zorunda hissetmiyorsa, siyaset her fırsatta nüfuz alanını genişletecektir. Bu sızıntıya engel olabilecek bir yargı düzeni de yoksa kurumlar yavaş yavaş siyasi kararlar almaya başlar. Siyaset hukuksal anlamda bütün sistemi zehirler ve bürokrasi akıl ve bilimden uzaklaşıp siyasetin hoşuna gidecek kararlar alır. Bürokratlar kendi geleceklerini siyasal iktidarın çizgisinin devamında görmeye başlar. Çünkü muhtemel bir iktidar değişikliği, siyasi kararlara imza atan herkesi yargılama süreçleriyle karşı karşıya bırakacaktır.

Dünyada Weber’in ideal tipine en yakın bürokratik yapılar devletlerin silahlı kuvvetleridir. Hepsinde de kurum kültürü çok gelişmiştir. Bu katı bürokratik yapı, siyasetin kirletici etkilerine karşı orduları korur. Bir şekilde ordu içerisine sızan siyasetin sonuçlarının ülke için çok ağır ve acı olduğunun örnekleri, dünya tarihinde fazlasıyla mevcuttur. Bizim tarihimizde yaşanan en ağır örnek ise Balkan Savaşlarıdır. Atatürk bu acı tecrübelerden çıkardığı derslerle, Cumhuriyetin kuruluşunda askerlerin eğer siyaset yapacaklarsa üniformalarını çıkarmaları gerektiğini net bir şekilde ifade etmiştir.

“Asker siyasetle ilgilenmemelidir” ifadesi hep yanlış anlaşılmış ve yanlış anlatılmıştır. Asker siyasi taraflara eşit mesafede olmalıdır. Asker ülke siyasetini yakından takip etmeli, siyasetin olası güvenlik risklerine etkisini değerlendirmeli, gerektiğinde mutlaka görüşlerini belirtmelidir. Siyasi iktidarın güvenlik politikalarını askerden bağımsız üretmesi mümkün değildir. Dünyanın en gelişmiş demokrasilerinde bile bu böyledir. Güvelik konularında bütün siyasi iktidarlar için silahlı kuvvetler en iyi danışmandır. Elbette karar verici olan, siyasi iktidar olacaktır, ancak bir şekilde askerin siyasetin bir tarafı olması ülke için çok tehlikelidir.

Asker, Anayasaya ve Cumhuriyete sadakat yemini eder. Asker milletinin emrindedir. Ama asker milletinin yarısını kabul eden, diğer yarısına hakaret edip nefret duyan bir siyasi iktidarın parçası olmamalıdır. Siyasetin askerin yeminine uymayan emirleri kanunsuz emir kapsamında değerlendirilmelidir. Günü geldiğinde kendi silahlı kuvvetlerini kendi halkına karşı gözünü kırpmadan kullanabilecek bir iktidara, yasalara ve Anayasaya uymak zorunda olduğunu hatırlatacak bir güç mutlaka olmalıdır. İşte bu nedenle hukuk devleti ilkesi önemlidir. Bu olmazsa siyaset her yere nüfuz eder, kendisi de bozulur ve kurumları da bozar. Sonrası totaliter diktatörlüktür.

Türkiye’de iktidar partisi, uzun yıllar TSK’nın iç işleyişine yaptığı müdahalelerin sonucunu 15 Temmuz 2016 ‘da görmüş olmasına rağmen, TSK’yı siyasetin bir tarafı haline getirmiştir. Köklü bir kurumsal kültüre sahip olan TSK’nın bütün değerleri alt üst edilmiş, kurum kültürünü yok etmek için büyük mücadeleler verilmiştir. Askeri liseler kapatılmış, askeri tababet bitirilmiş, askeri yargı ortadan kaldırılmış, Kuvvet Komutanlıklarına subay yetiştiren Harp Okulları kuvvet komutanlıklarından koparılmıştır. Yüksek Askeri Şura’daki asker sayısının azaltılıp TSK’nın siyasi etkilere açık hale getirilmesine destek veren satılmış aydınlar, bu saçmalığı “sivilleşme” olarak adlandırabilecek kadar, cehaletlerini ortaya dökmekte sakınca görmemişlerdir.

Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının İç İşleri Bakanlığı organik kuruluşuna bağlanması ise, çok büyük stratejik hatadır. Askeri bir yapı, tamamen siyasetin etki alanına terk edilmiş ve siyaset güle oynaya bu önemli kurumlara nüfuz etmiştir. Bunun olumsuz sonuçlarının bazılarını çevresel duyarlılık eylemlerinde görüyor ve yaşıyoruz. Toprağını, ağacını, suyunu, merasını savunan köylülerle Jandarma karşı karşıya getirilmekte, Türk Milletinde var olan asker sevgisi, bu gibi hatalı müdahalelerle aşındırılmaktadır. Bu müdahalelerin birçoğunda Jandarmaya verilen emirler kanunsuz emir kapsamında değerlendirilebilecek emirlerdir.

Gerek askeri gerekse sivil bürokraside siyaset kurumlara sızdıkça, liyakatin yerini sadakat almaktadır. Hastanelerde idari görevlere hükümete yakın bir sendikaya üye olanların getirilmesi, sağlıkta şiddetin ve mobbingin artması, kamu hizmeti sunan sağlık çalışanlarının mutsuzluğu, liyakatsizliğin sonuçlarıdır. Benzer sorunlar bürokrasinin her alanında (eğitimde, akademide, emniyette vs) yaşanmaktadır. Sadece siyasi sadakatiyle hiçbir liyakati olmayan insanlar hak etmedikleri makamlara atanmaktadır.

5442 Sayılı İl İdaresi Kanuna göre mülki ve idari amir olan valiler, bir partinin il başkanının önünde ceket ilikler duruma getirilmiştir. Bu durum, devletin siyaset önünde diz çöktürülmesi anlamına gelmektedir. Oysa olması gereken; hükümet ile devletin kesin sınırlarla birbirinden ayrılmasıdır. Hükümetin görevi, belirli bir süre için kendisine verilen “devleti yönetme” sorumluluğunu yerine getirmektir ama asla ona sahip olmak değildir.

Siyasetin kurumlara sızması başka bir tehlikeyi de beraberinde getirmektedir. Siyaset de kendi iç dinamikleri itibariyle başka topluluklardan, başka yapılardan ve başka kişilerden etkilenebilmektedir. Cemaat gibi tehlikeli yapıların siyasetteki etkinliği, siyasetin nüfuz alanını genişletme eğilimiyle birlikte kurumların en derin organlarına kadar sızmakta ve yapıyı çürütmektedir. Akıl ve bilimin yerini hurafeler ve inançlar aldıkça kamu yararının sağlanması amacından uzaklaşılmaktadır. Siyaset kurumlara sızdıkça güç, devletten siyasete kaymaktadır. Bu da her türlü adaletsizliği beraberinde getirmektedir.

Siyasetin kalitesinden bağımsız olarak siyasetin nüfuz alanını genişletmesi, demokrasi ve bireysel hak ve özgürlükler açısından büyük bir tehdittir. Anacak siyasetin nüfuz alanı genişlediğinde bunun ortadan kaldırılması çok zordur. Bu durumun siyasi iktidar değişikliği ile hemen değişmeyeceği iyi anlaşılmalıdır. Kurumsal kültür haline gelen “siyasete sadakat” ancak güçlü bir iradenin egemen olduğu etkili bir süreç yönetimiyle liyakatin esas olduğu bir yapıya dönüşebilir. Bunun için öncelikle yapılması gereken, siyasetin baştan aşağıya akıl, bilim, liyakat ve kamu yararı üzerinden yeniden tasarlanmasıdır.

Bununla birlikte hukuk devleti ilkesinin işlerliğinin sağlanması, yani, yargının siyasetten temizlenmesi gerekmektedir. Elbette her yere sızma eğilimi gösteren siyasetin böyle bir güç kaybına razı olması mümkün değildir. İhtiyaç duyulan güçlü irade nasıl bulunur? Bunun net bir cevabı yoktur. Ancak iki ihtimalden bahsedebiliriz; Ya halk çok güçlü bir şekilde bunu talep edecek ve sağlayacaktır, ya da devlet ömrünü doldurmuş olarak tarih sahnesinden kaybolacaktır. Anayasa siyasetin nüfuz alanını net olarak sınırlandırmalıdır.

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 24.08.2024
  • Süre : 5 dk
  • 871 kez okundu

Google Ads