Sosyal Güvenlikteki Sorunlar ve Siyaset
Ülkelerin sosyal güvenlik sistemleri, toplumsal barışın ve sağlığın korunması için vazgeçilmez yapılardır. Ülkeden ülkeye emeklilerin sosyal güvenceleri farklılık gösterse de, her sosyal güvenlik sistemi kendi içerisinde adil, dengeli, sürdürülebilir ve tutarlı olmalıdır.
Ülkelerin sosyal güvenlik sistemleri, toplumsal barışın ve sağlığın korunması için vazgeçilmez yapılardır. Ülkeden ülkeye emeklilerin sosyal güvenceleri farklılık gösterse de, her sosyal güvenlik sistemi kendi içerisinde adil, dengeli, sürdürülebilir ve tutarlı olmalıdır. Bundan dolayı siyasetin politika süreçlerindeki işlevlerinin sosyal güvenlik sistemindeki dengeleri ve adaleti bozmamasına özen gösterilmelidir. Şüphesiz bu özen, siyasi sistemin en önemli sorunlarından biri olarak kabul edilmelidir. Mesele sadece aktüeryal dengenin korunması olarak görülürse, hak ve adalet kavramlarından uzaklaşılması kaçınılmaz olacaktır.
AKP iktidarı, hatalı politika tercihlerinin faturasının siyasi sorumluluğunu asla üstlenmeyen bir siyasi partidir. Her politika tercihi kamu kaynaklarının bir taraftan alınıp bir tarafa aktarılması anlamına gelir. Easton’un “politika, değerlerin otoriter tahsisidir” şeklindeki tanımlaması da bunu anlatmaktadır. Kamu kaynakları dediğimiz parasal kaynak, aslında çok büyük oranda halktan toplanan vergilerdir. Bu nedenle tarihsel olarak halk egemenliğini benimseyen Cumhuriyet rejimlerinde halkın bütçe üzerinde karar verme hakkını ifade eden “Bütçe hakkı” kavramı kabul edilmiştir.
Bütçe hakkının bir yanını, bütçenin belirlenmesinde müzakerelerin yürütüldüğü ve kanunun çıkarıldığı mecliste halkın oylarıyla seçilmiş milletvekilleri oluşturmaktadır. Milletvekilleri, yasama organındaki (TBMM) bütçe kanunu görüşmelerinde halkın adına orada bulunduklarının ve oy kullandıklarının farkında olmalıdır. Diğer yanını ise halkın parasını bütçe kanunu kapsamında kullanma yetkisi alan yürütme, yani hükümet oluşturmaktadır. İkisi arasındaki dengeyi sağlayan denetleyici kurum ise Sayıştay’dır. Kamu kaynaklarının uygun ve yerinde kullanıldığını denetleme görevi olan Sayıştay, hükümetlerin parasal konulardaki fren mekanizmasıdır.
Ancak ülkemizde 2017’de açık hukuk ihlali ile kabul edilen referandum ile “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçildikten sonra, yasama yürütme arasındaki denge tamamen ortadan kalkmış, yasama açıkça yürütmenin boyunduruğu altına girmiştir. Bunun sonucunda Sayıştay işlevsizleştirilmiş, bütçe kanunu görüşülürken halkın bütçe hakkının savunulacağı yegâne mekân olan TBMM Cumhurbaşkanının talimatına bakar hale getirilmiştir. Kamu kaynaklarının kamu hizmeti için kullanılmasının en önemli şartı olan kamu yararı kavramı aşındırılmıştır. Kamu yararı aranmadıktan sonra ise bütün kamusal işlem ve eylemler bir siyasi partinin devlet mekanizmalarına nüfuz edip yönlendirmesiyle yürür hale gelmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen ve siyaset bilimi yazınında örneği olmayan sistemde kamu politikası süreçleri de hukuktan ve kamu yararından uzaklaşmaya başlamış, kişiselleşmiş, adaletsizlik kaynağı haline gelmiştir. Böyle bir yapının güçlü bir ekonomi yaratacağına inanmak, en hafif tabiriyle tarihsel bir saflıktır. Nitekim 2017 sonrasında bozulan ekonomik dengeler 2023’e kadar ötelenen ve seçim sonrasında patlak veren bir ekonomik krize ortam hazırlamıştır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi bir tek sebebe bağlamak mümkün değildir. Yine de kavramsal olarak iki temel nedeni öne çıkarmak mümkündür. Liyakatsizlik ve kamu yararı kavramının aşındırılması, kamu politikası süreçlerini allak bullak etmiş, artık kamu politikası tercihli kesimlere açıkça kaynak aratmanın meşrulaştırıcı aracı haline gelmiştir. Bu ortamda kamu kaynaklarının tercihli kesimlere tahsisinin en önemli mekanizması ise Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) olmuştur. Şimdi bu tespitimizi açmaya ve örneklendirmeye çalışalım.
Ekonomik dengeleri tamamen bozan para politikasındaki yanlış tercihler (düşük faiz ve negatif reel faiz politikası), maliye politikası ile de birleşince Türkiye kendini katmerli bir ekonomik krizin ortasında bulmuştur. Ekonomik kriz dönemlerinde politika tercihleri eğer kamu yararını öncelemezse sadece kriz derinleşmekle kalmaz, yoksulluk ve adaletsizlik de artar. İşte tam da bu olmuştur. Ekonomik krizin faturası, tamamen hayatlarının büyük bölümünü çalışarak geçirmiş ve devletin kanunlarına göre emekliliğe hak kazanmış emeklilere ve ağır vergi yükü altında olan halka kesilmiştir.
İşin para politikası tarafında bütün bu yaşananların temeli olan düşük faiz politikasından vazgeçilmiştir. Ancak ortaya çıkan muazzam kamu zararını finanse etmek için dar gelirli kesimi daha fazla mağdur eden vergiler konulmuş, ücretlerde enflasyon karşısında büyük gerileme yaşanmıştır. Kamuda çalışanlara Temmuz 2023’te verilen 8.000 bin TL’lik seyyanen zam, memur emeklilerine verilmemiş ve büyük bir hukuk katliamı yaşanmıştır. Hukukun temel ilkesi olan geriye yürümezlik ilkesi, kurnazca (!) bir ek madde oyunuyla ihlal edilmiştir. Bütün emekli memurların maaş bağlama oranları geriye dönük olarak düşürülmüştür. Diğer emeklilere de büyük bir haksızlık yapılmış ve emekliler krizin bütün yükünü bir anda omuzlarında hissetmeye başlamıştır.
2024 yılı Ocak ayında Memur emeklilerine yapılan %49,5 oranındaki zam, diğer emeklilere de yansıtılmıştır. Ancak memur emeklilerinden gasp edilen 8.000 TL’lik fark 14.000 TL’nin üzerine çıkmıştır. Temmuz 2024’de ise memur emeklisine bir darbe daha vurulmuş, diğer emekliye yapılan %25’lik zam, memur emeklisine %19,5 olarak uygulanmıştır. En düşük emekli maaşı alan SSK ve BağKur emeklileri değil ama diğer emeklilerle memur emeklileri arasında memur emeklisi aleyhine büyük bir adaletsizlik oluşmuştur. Ancak bu adaletsizlik, tamamen popülizm üzerinden amaçlarına ulaşmaya gayret eden siyaset açısından hiçbir anlam ifade etmemektedir. Adeta geniş bir halk kesimi yok sayılmaktadır ve yaşanan mağduriyetler karşısında bütçe dengeleri gerekçe gösterilmektedir.
O zaman SGK’nın harcamalarına bakmak gerekir. SGK sadece emekli maaşı vermez, sosyal güvenceli sağlık harcamalarını da öder. Sağlık sistemindeki yolsuzluğu besleyen yapı, gün geçtikçe sağlığı ülke için daha büyük bir probleme dönüştürmekte ve SGK’dan haksız şekilde kaynak aktarımına yol açmaktadır. Bu yapıyla mücadele edileceğine, çalışanların haklarından kesilen paralarla sistem ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.
Ülkeye kontrolsüz olarak sokulan ve sayıları kesin olarak bilinmeyen sığınmacıların bütün sağlık harcamaları SGK tarafından karşılanmadığı için bu durum SGK istatistiklerini makyajlamaktadır. Tamamen ücretsiz sağlık hizmeti alan sığınmacıların devlet hazinesine maliyeti net olarak açıklanmamaktadır. Ancak Cumhurbaşkanı bir konuşmasında “40 Milyar dolar harcadık, gerekirse bir o kadar daha harcarız” açıklaması bir fikir vermektedir.
Bunun yanında güney sınırımızda bazı örgütlerin yaralılarının Türkiye’de tedavi edildiği yönündeki haberler basında sıkça yer almıştır (1). Bütün bunların bütçeye getirdiği yük bilinmediği gibi, sorgulanamamaktadır da. Hükümetin tamamen kendi politik tercihlerinin bedelini açıkça emekli maaşları üzerinden maniple etme çabasında olduğu görülmektedir. Ekonomik krize rağmen gereksiz kamu harcamaları devam ederken, hükümetin öğretmenlerin su ısıtıcısı kullanmasını yasaklamak gibi “devede kulak” bile olmayan masrafları öne çıkarması, alınan kamuda tasarruf kararlarının inandırıcılığını sorgulatmaktadır.
Çeşitli rütbelerde ordudan ihraç edilen birçok insana emekli albay hakları ve maaşı verilmesi ise artık politik tercihlerin ne kadar rasyonellikten ve kamu yararından uzaklaştığını göstermektedir. Üstelik bunun için kanun çıkarılmış olması ve muhalefetin bu konuda hiçbir itirazının olmaması hukuksuzluğun ülkenin siyasetine egemen olduğu algısını yaratmaktadır. Çünkü çıkarılan kanun açıkça hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Belirli bir kesime sırf görüşlerinin hükümete yakınlığından dolayı kamu kaynakları maaş adı altında aktarılmakta ve o kişilerin kazanmadıkları bir statü, onlara bahşedilmektedir. Eğer bunu kazanılmış hak olarak gören varsa “hak” kavramını iyice araştırmalıdır. Çünkü yapılan idari işlem, birçok haksızlığın kaynağı olmaktadır. Hükümetin emekli albay maaşı bağladığı bu kişiler, devletine sadakatle hizmet edip daha erken rütbelerde ayrılanlardan çok daha fazla maaş almayı hak edecek ne yapmışlardır?
Hükümetin vergi borcunu sildiği şirketler ise hukuksuzluğun ayrı bir boyuta taşındığını ve millet egemenliğine kastedildiğini göstermektedir. Devlet uzlaşma adı altında ödenmemiş vergileri tahsil edebilmek için birikmiş faizi silebilir. Bu anlaşılabilir bir tutumdur. Ancak tahakkuk etmiş verginin silinmesinde nasıl bir kamu yararı vardır? Muhataplarının buna cevap vermesi gerekir. Aksi halde kamu kaynaklarının hukuksuz biçimde hak etmeyenlere aktarıldığı algısı gerçeklik kazanacaktır.
Hiçbir şekilde kamu yararı ile bağdaşmayan politik kararların maliyeti görmezden gelinirken oluşan açık, bu açığın oluşmasında hiçbir suçu olmayan insanlara yüklenmekte ve toplumsal adaletsizlik büyümektedir. Artan yoksulluğun gizlenmesi artık iktidar açısından da imkânsız hale gelmiştir. Eğitimde fırsat eşitliği ortadan kalkmış, gelir adaletsizliğinin yarattığı iklim sağlık hizmetini de gelirle orantılı hale getirmiştir. Emekli maaşlarının azlığı değildir sorun. Sorun kaynakların doğru yerlere aktarılmamasıdır. Emekli maaşları bundan dolayı yetersizdir. Ama daha acı verici olanı, bu sorunun kimsenin sorunu olarak görülmemesidir.
Boşuna yazdığımı biliyorum ama çözüm son derece basittir. Liyakat ve kamu yararı sağlanırsa bütün sorunlar çözülür. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kamu kaynaklarını kamu yararı olmadan kullananlar yargı önünde hesap vermedikçe kurtuluş yoktur. Ekonomik kriz belki biter ama önemli olan ahlak krizini bitirebilmektir. Ne zaman ki, yapılan haksızlıkların bize ya da bir başkasına yapılması arasında fark görmezsek o zaman değişim başlar. Ya da çamurun içinde politik tercihlerden dolayı herkesin keyfi yerindeyse susmaya devam ederiz.
(1) https://www.birgun.net/haber/isid-ve-oso-nun-yarali-militanlari-turkiye-de-tedavi-ediliyor-116355