Seçime Doğru Son Düzlükte Gerçeklerle Dans
Halk hangi duygularla ve düşüncelerle bu seçimi “hayati bir seçim” olarak görmektedir? Bunun halktaki karşılığının birkaç boyutu var. Ne yazık ki, ülkeyi 21 yıldır yöneten kadrolar, halkın büyük kesiminde oluşan bu olumsuz algıyı değiştirmek gibi bir kaygı taşımıyor. Hükümet kadrolarının bu umarsız tavrına bağlı olarak halk da endişelerin gerçeklik payının arttığına güçlü biçimde inanıyor. Kısa vadede bu algının değişme ihtimali ise yok görünüyor
Sevgili dostlar, seçim tarihi yaklaştıkça hem siyasetin gündemi ısınıyor, hem de seçmenlerin beklenti ve endişelerine bağlı olarak ülkenin stres düzeyi artıyor. Öncelikle şunu belirtmek lazım; normal koşullarda hiçbir demokratik ülkede seçimlerin bu kadar hayati önemde değerlendirilmesi çok olağan görülemez. Öyleyse bu seçimi önemli yapan nedir? Halk hangi duygularla ve düşüncelerle bu seçimi “hayati bir seçim” olarak görmektedir? Bunun halktaki karşılığının birkaç boyutu var. Ne yazık ki, ülkeyi 21 yıldır yöneten kadrolar, halkın büyük kesiminde oluşan bu olumsuz algıyı değiştirmek gibi bir kaygı taşımıyor. Hükümet kadrolarının bu umarsız tavrına bağlı olarak halk da endişelerin gerçeklik payının arttığına güçlü biçimde inanıyor. Kısa vadede bu algının değişme ihtimali ise yok görünüyor. Şimdi bu boyutları ayrıntılı olarak açıklamaya çalışalım.
Ekonomik Koşullarda Bozulma
Birincisi, tek adam rejiminin ülkeyi içine sürüklediği ekonomik başarısızlıktır. Özellikle makro ekonomik göstergelerde, cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi sonrasında başlayan bozulmaların, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen, fakat siyaset bilimi bağlamında demokratik bir çerçeveye sığmayan sistemle birlikte, yani 2018 sonrasında hız kazandığı bir sürece girilmiştir. Tutarsız para ve maliye politikaları nedeniyle yatırımcı güveni azalmaya devam ederken, hatalı tarım politikalarının etkisiyle gıda enflasyonundaki artış, korkutucu boyutlara varmıştır.
Alım gücündeki azalmayla birlikte, ücretli kesimlerin temel ihtiyaçlar dışında neredeyse para harcamaktan kaçınmak zorunda kaldığı bir ortam mevcuttur. Bunun yanında eğitimi dışlayan politikalar nedeniyle eğitimli kitlenin ücretlerindeki erime artık görünür olmanın çok ötesine geçmiştir. Bunun sonucu olarak ülkenin genel ücret düzeyinin asgari ücrete yakınsaması ile birlikte çalışma barışını bozabilecek kadar adaletsiz bir ücret sistemi oluşmuştur. Bu gelişmeler, eğitimin toplumdaki saygınlığını sarsmıştır ve sarsmaya devam etmektedir.
Kayırmacılık, Liyakatsizlik ve Torpil
AKP’nin kendi yandaşlarına alan açmak için kamu politikası süreçlerinde kamu yararından feragat ettiği birçok örnek olay gösterilebilir. Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sonucunda dereceye giren adayların bile, mülakatlarla elenmesi ve sonucunda ya AKP’li bir yöneticiyle bağı olan ya da cemaatlerin referansıyla gelen adayların kamuda çeşitli kadrolara yerleştirildiği, devlet kurumlarının raporlarında bile yer almaktadır. Bazı ailelerden birçok kişinin görevin gerektirdiği nitelikleri taşımamasına rağmen adeta kamu kurumlarını aile içi kurumlara dönüştürmesi, devlette torpilsiz kadroya girmenin imkânsız olduğu algısını bütün toplumun zihinlerine yerleştirmiştir.
Hatta torpil ve kayırmacılık o kadar ileri düzeylere varmıştır ki, alanıyla hiç alakası olamayan insanlar, sadece bağlantıları nedeniyle devlet kadrolarına yerleştirilmiştir. TÜBİTAK gibi ülkemizin yüz akı kurumlar bütün prestijlerini kaybetmiş, aşırı uzmanlaşma gerektiren kadrolara bile vasıfsız insanlar atanmaya başlamıştır. Kendine yakın sendikalar oluşturarak, görevde yükselmeyi partiye yakın olmakla koşullandırmışlardır. Bu durum sağlık alanında açıkça görülebilmektedir. Ülkenin parlak beyinleri çıkış yolu bulamayınca çareyi ülkeyi terk etmekte bulmuş, ülkenin yetiştirdiği, maliyetine katlandığı üst düzey yetişmiş işgücü yurt dışına beyin göçünün unsuru haline gelmiştir.
Üniversitelerde unvanlar birçok etik dışı yollarla sağlanan kriterlere bağlanmış, bu kriterleri kimin, nasıl ve ne kadar sağladığına bakılmaksızın, ülkenin itici gücü olan üniversiteler vasıfsızlaştırılmıştır. Bilimsel etkinliklerde adeta partiyi ve uygulamalarını övme yarışı, kendisine akademisyen diyen vasıfsız bir kitle tarafından meslekte yükselmenin aracı haline gelmiştir. Matematik alanında oldukça vasıflı bir doçent arkadaşımın bana aktardığı bilgi, ülkenin geleceği adına endişe duymama neden olmuştur. Nasıl doktora derecesi aldığı belli olmayan bir öğretim üyesi, matematik dersini vermekten aciz olduğu için konuları öğrencilere bölüştürerek ders işlemektedir. Sosyal bilimler alanında tablo daha vahimdir. Adeta hükümete zarar verebilecek alanlar mayınlanmış, akademik çalışmaların alanı olmaktan çıkmış/çıkarılmıştır.
Kamu Yönetiminde Bozulma ve Rüşvet
Kamu yönetiminin belkemiği olan personel sistemi, bozulmadan en çok etkilenen alandır. Kadroları ele geçiren partililer, dürüst ve görevini layıkıyla yapmaya çalışan insanlara hayat hakkı tanımamaktadır. İktidarın baskısından ve mobbingden yılarak erkenden emekli olan sayısız kaliteli bürokrat mevcuttur. Kamuda iş takibi her devirde olmaması gerektiği halde olan bir alan olarak bulunduğu halde, neredeyse iş takibi ağına girmeden ve bir yerlere gerekli rüşvetler ödenmeden iş yapılamaz hale gelen alanlar mevcuttur. İmar, bunların en bilinenidir.
Çok genç yaşta hiçbir vasfı olmadan müdürlük, genel müdürlük koltuklarına oturanlar yüzünden, kamuda çalışma barışı ortadan kalkmıştır. 5442 Sayılı İl İdaresi kanununa göre devletin taşradaki en önemli görevlisi olan valiler, hiçbir yetkisi ve vasfı olmayan parti il başkanlarının sözünden çıkamaz olmuştur. Yargı alanında bir siyasi partiyle açık bağı olan insanların hâkim ve savcı olmalarının önü açılmış, Türkiye’yi uzun yıllar uluslararası mahkemelerde zor durumda bırakabilecek, hukuki olmaktan çok siyasi olan kararlar, yargıya güveni zedelemiştir.
Kutuplaştırıcı ve Düşmanlaştırıcı Yönetim Tarzı
Kutuplaştırıcı yönetim tarzı o kadar ileri gitmiştir ki, halkı seçim sonrasında alenen tehdit etme cüretini gösteren siyasetçiler, söylemlerinden pişmanlık duymamakta, rahatsız olmamaktadır. Kamu görevlilerinin en tepeden en alta kadar bir üslup sorunu ortaya çıkmıştır. Kamu hizmetlerinin en önemli özelliklerinden biri olan tarafsızlık ilkesi, açıkça ve göstere göstere ihlal edilebilmektedir.
Seçime giden süreçte siyasi etik çerçevesinde teamül olmuş bir uygulama göz ardı edilmiştir. Adalet, ulaştırma ve içişleri bakanları, tarafsızlığı sağlamak için istifa etmekteyken, artık tarafsızlığı sağlamak gibi bir sorun kalmamıştır, çünkü bu siyasi nobranlığı denetleyecek bir kurum kalmamıştır. Devlet imkânları, bir siyasi partinin hoyratça ve asimetrik olarak kullandığı bir kaynağa dönüşmüştür. Yani propaganda süreçleri, acımasızlık ölçüsünde adaletsiz ve etik dışı olarak sürdürülmektedir.
Kadın, Çocuk ve Diğer Dezavantajlı Kesimlerin Durumu
Adeta bir cemaatler koalisyonu olarak adlandırılabilecek bir siyasi partinin, dezavantajlı kesimlere karşı saygılı davranmasını beklemek çok büyük saflık olur. Suçu değil, suçun toplumda yaratacağı algıyı önlemek, iktidar için açıkça bir iletişim stratejisi olarak kullanılmaktadır. Ne yazık ki, burada da ahlak ölçüsü tamamen kaçmış görünmektedir. Dezavantajlı kesimlere karşı, daha seçim sonuçlanmadan bir baskı ve sindirme politikası yürütülüyor görünmektedir.
İşin daha vahim olan tarafı, devlet görevlilerinin açıkça düşmanlığı dile getiren söylemlerden hiçbir şekilde kaçınmamasıdır. Cinsiyet eşitliği, LGBTİ ve kadın hakları konusunda adeta nefret söylemine varan ifadeler, hiç çekinmeden ve büyük bir marifet gibi kullanılmaktadır. Kaderci yaklaşım sorunsalında, dezavantajlı kesimlere “durumunuzu kabul edin, sesinizi çıkarmayın” tarzı bir politika izlenmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı çıkış gibi hukuksuz uygulamalar, böyle bir politika izlendiği algısını güçlendirmektedir.
Kahramanmaraş Depreminde Yaşanan Sorunlar
Kahramanmaraş Depremi, hükümetin bütün makyajının döküldüğü ve gerçeklerin bütün çıplaklığı ile ortaya saçıldığı bir afettir. Ancak seçim sürecinde bunu çok iyi bilen iktidar, adeta deprem hiç yaşanmamış algısı yaratmakta ve elinde tuttuğu kamu gücüyle depremin konuşulmasını, gündeme getirilmesini engellemektedir. Oysa afetteki kayıpların büyüklüğü, sadece afet yönetimi süreçlerini sorgulamakla örtülebilecek olanın çok üzerindedir. İmar afları, kayırmacılık, yandaş sermayeye kamu kaynaklarının aktarılması, sağlık sistemi, eğitim, tarım gibi birçok alanda iktidar döneminin bütün yanlış uygulamalarının/politikalarının bedeli ortaya çıkmıştır. Aslında bu çok ağır ve hükümeti yerle bir edecek bir bedeldir. Muhalefet ne kadar profesyonel bir iletişim stratejisi izliyor olsa da, bu hassasiyeti değerlendirmekten uzak görünmektedir. Bir ülkede yüz binlerce insanı etkileyen bir sorun bile kamuoyundan gizlenebiliyorsa, bunu iktidarın iletişim stratejisinin başarısına yormak gerekir diye düşünüyorum.
Sonuç
Millet İttifakı çatısı altında bulunan iki büyük partinin (CHP ve İYİ Parti’nin), daha önceki seçimlere göre daha profesyonel bir iletişim stratejisi izlediği seçimlerde, normal koşullarda seçimin muhalefet partileri lehinde sonuçlanma olasılığı oldukça yüksek görünmektedir. Muhalefet, yapacaklarını ve projelerini anlatmaya odaklanmakla doğru bir yol izlemektedir. Ancak bununla birlikte, asimetrik bir güç potansiyeli olan iktidarın ne yapmaya çalıştığını çözümlemekte ve buna karşı tedbir geliştirmekte yetersiz kalındığını düşünenlerdenim.
Savunma sanayinde, altyapıda, otomotiv sanayinde elde edilen başarıların bedeli, halkın yoksulluğu olmuştur. Bir liraya yapılacak işin beş liraya yapılması sorgulanmamış, kutuplaşmaya dayalı olarak varlığı ülke için gerçekten önemli olan üretim, muhalefet seçmeni tarafından küçültülmeye çalışılır olmuştur. Ne yazık ki, muhalefet seçmeni, yukarıda açıklamaya çalıştığım seçimin asıl gündeminden uzaklaştırılmış ve iktidarın bu tuzağına düşmüştür. Anadolu gemisi, Altay tankı ve diğer projeler, iktidardan uzun yıllar öncesine dayanan ve kamu görevlisi olmanın bilinç ve sorumluluğuyla hareket eden askeri ve sivil bürokratların büyük başarısıdır.
Kamu politikası süreçlerinin sadece sonuçlara göre değerlendirilemeyeceği göz ardı edilmiş, kamu kaynakları birçok alanda heba edilmiştir. Belirli sermaye gruplarına kaynak transferi yapılmış, adeta sermayenin el değiştirme süreci desteklenmiştir. Eğer sadece sonuçları değerlendirirseniz, bu ülkenin göz bebeği olan kurumların yönetiminde yaşanan liyakatsizliği, kaynak israfını, sermaye transferini göremezsiniz. Burada yazılması gereken, herkesin bildiği ama sır olduğu varsayılan çok şey vardır. Muhalefetin bu konuda daha cesur davranması, belki de dar çerçeveden çıkarak olanı biteni daha iyi anlayıp, halka daha iyi anlatabileceği bir strateji izlemesi daha faydalı olacaktır. Yukarıda açıkladığım nedenlerle, gerçeği çarpıtıp halka sanal bir gerçeklik sunan iktidarın çoktan çekip gitmesi gerekirdi. Bu seçimde sonuç ne olursa olsun, ülke ve insanı için başarı olmayacaktır.