Site İçi Arama

siyaset

Yerel Yönetimler Seçimi Üzerine Bir Analiz

Muhafazakâr kesimler dediğimiz kesimler eski muhafazakârlar değil, değiştiler, dönüştüler. Bunun anlaşılması ve buna göre yeni politikaların üretilmesi gerekmez mi?

Cumhuriyet Türk ulusuna verilmiş en büyük miras ve vazgeçilmez bir değerdir. İşte bu değer, bizleri milli bir devletin onurlu bir şekilde, özgürce düşünebilen, eşit hakları olan birer ferdi, devletin tek ve gerçek sahibi haline getirmiştir. Devlet yönetme işini, kişilerin, ailelerin, bir zümrenin ya da belli sınıfın eline bırakmayan cumhuriyet idaresi veya sistemi, 1923’ten beri ülkemize demokrasinin yerleşmesinde, halkın kendi kendine yönetebilme yolunda tecrübe kazanmasında büyük katkılar sağlamıştır. Cumhuriyet ideolojisi, Türk toplumunu ulus olma bilincine ulaştırmış, bireyi de vatandaş konumuna yükseltmiştir. 

Türk Tarihinin en büyük ve kapsamlı çağdaşlaşma hamlesi olan cumhuriyet, getirdiği yenilikler ve atılımlar ile Türk insanının ufkunu genişletmiş, ekonomik, sosyal ve siyasal yaşantımız görülmemiş bir dinamizm kazanmıştır. Devletimiz ve ülkemiz, cumhuriyetin bizlere verdiği güç sayesindedir ki, uluslararası camiada önemli bir yere sahip olmuş ve yine ülkemiz Atatürk’ün koymuş olduğu ilkelerle de dünyanın saygın ülkelerinden biri haline gelmiştir. Bu nedenle bizlere ve gelecek nesillere düşmekte olan en önemli görev; cumhuriyetin kıymetini bilmek, ülkemizin milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak, bu nedenle de Atatürk ilke ve inkılaplarını korumak ve kollamaktır. 

Şunu bu ülkenin aydınları çok iyi bilmeli ve kavramış olmalıdır. Durum ve şartlar ne kadar kötü olursa olsun halka ve ülkemize küsmeyeceğiz. Bu son seçimler, küsenler, çareyi ülke dışına çıkmakta bulanlar, istediği seçim sonucu alamadığında halka hakaret edenlere de kapak olsun. Azim ve inatla çalışıldığında, iyi kadrolar aday olarak belirlendiğinde ve bunlarla seçime gidildiğinde nelerin başarabildiğini de hepimize gösterdi. Öncelikle şunu söylemeliyim; masa başında analiz yapmak kolay, seçim kazanmak zordur. O nedenle bu seçimi kazanan partileri ve onların temsilcileri olan yerel belediye başkanlarını tebrik ediyorum. 

Bazı sorulara cevap bulmaya çalışılırken, derin analizlere dalmadan önce Türkiye’nin mevcut durumunu kavramak açısından gerçekçi olmak lazım diye düşünüyorum. Temel yaklaşım mazeret bulmak olmamalı. Gerçekçilik derken, Türkiye’de seçmenin çoğu zaten muhafazakâr, sosyolojik gerçekler gibi ezberlerden yola çıkmak yerine, muhafazakâr seçmen veya Türkiye sosyolojisi dediğimiz aslında ne demektir sorusuna samimiyetle cevap aramayı kastediyorum. Toplumların sosyolojisi değişir. Muhafazakâr seçmen profili de sabit kalmaz, zamanla o da birçok faktörden etkilenir ve değişir. Bunu 31 Mart yerel seçimleri bize tüm çıplaklığıyla gösteriyor. 

Her şeyden önce bu değişimlerin ne yönde olduğunu kavramak lazım. Nitekim iktidar partisi önce liberal demokratlar ile ittifak çerçevesinde iktidara geldi, sonra İslamcılık ideolojisine geri dönüş emareleri gösterdi, toplumsal gerçekler İslamcılık ideolojisinin sınırlarını zorladığında milliyetçi popülizme yöneldi. Laik çevre, önce eski İslamcıların muhafazakâr demokrat diye tabir ettikleri liberal dönüşüme direndi. Sonra, İslamcılığa dönüşü, bir yandan takiye yapıyorlar, asıllarına geri dönüyorlar kolaycılığıyla kestirip attı. Diğer yandan, seçmen desteğini kazanmak uğruna İslami referanslar ile siyaset yapma gayretine düştü. En son olarak da, milliyetçi popülizmi baş edilmez bir güç olarak kabul edip, Kürt siyaseti ile ilişkisini iktidarın çizdiği sınırlara çekerek, milliyetçiliğe rehin düştü. Sonuçta, geleceğe ilişkin net bir söylem ve siyaset üretmek konusunda muhalefet başarısız oldu. Temsil ettiği muhafazakârlığın, aydın kesimin sandığı gibi, dini değerlere bağlılık ve bunun sergilenmesinden ibaret olmadığı ortaya çıkmasıyla güvenilirliğini kaybetti. 

Bu çerçevede konuya baktığımızda, Millet İttifakı içinde yer alan muhafazakâr siyasetçiler, sadece CHP ile yan yana durdukları için değil, muhafazakâr denilen kesimin seçkinleri, yani beyaz muhafazakârlar olarak görülebilecek profillerde az da olsa bu gerçeği kavrayıp ses yükseltmeye başladı. Tabi, konu sadece bu değil. 21 yıl iktidarda olan ve artık devletleşmiş bir yapı ve onun vadettiklerini de dikkate almak lazım. Diğer taraftan, otoriter rejim koşulları altında, medyanın kontrolü ve muhalefetin baskılanmasını da önemli görüyorum. Ama ona bakarsanız, AK Parti de benzer koşullar altında, yani adil olmayan koşullarda iktidar olmadı mı? Bakın, kim ne derse desin İslamcılık toplumsallaşamadı. Sekülerliğin, İslamcıların sandığı gibi, dayatmadan ibaret olmadığı, sanıldığından çok toplumsal kabul gördüğü, toplumun büyük bir kesiminde bir karşılığı olduğu ortaya çıktı. 

Bu çerçevede, muhafazakâr kesimler dediğimiz kesimler eski muhafazakârlar değil, değiştiler, dönüştüler. Bunun anlaşılması ve buna göre yeni politikaların üretilmesi gerekmez mi? İktidar Partisi yönetimi döneminde, siyasal otoriterlik bir yana, toplumsal hayat liberalleşti ve iktidar Partisi de bu durumu gördü ve uyum sağlamak zorunda kaldı. Bunları görmek lazım. 

Bu yerel seçimlerden sonra büyük ihtimalle, ekonomi ve uluslararası ilişkiler konularında potansiyel meselelerin çözümünü önemseneceğini düşünüyorum. Türkiye 31 Mart seçimlerinden sonra bir değişim yaşayacak gibi gözükmektedir. Büyük ihtimalle bu değişimin zor tarafları da olacaktır. Bir yandan da güçlü Türkiye iddiası hayata geçirilmeye çalışılacaktır. Bu da bazı politika değişikliklerini ve tedbirlerini beraberinde getirecektir. Böyle bir sürecin yönetilmesi kolay değil. 

Aslında seçimler Türkiye’de on yıllardır oluşmuş ve devam eden siyasi kimlik farklılaşmalarının devam ettiğini de bizlere göstermektedir. Elbette bu farklılaşmaların bazı kırılmaları ve alt bölünmeleri söz konusu. Ancak CHP taraftarlığı ve CHP karşıtlığı, milliyetçiliğin kendi içinde bölünmesi ve farklı milliyetçilik yorumlarının ortaya çıkması, sosyo-ekonomik duruma göre toplumsal kesimler açısından tercihlerin farklılaşması, toplumsal hafızayla birlikte var olmakta ve devam etmektedir. Kürt vatandaşlarımızın daha çok yaşadıkları bölgelerde de seçmen tercihleriyle ilgili büyük bir değişim yoktur. Türkiye’nin kaynaşmış bir toplum olabilmesi için, ortak bir kamusal bilincin oluşması ve paylaşılması gerekmektedir. Seçim öncesinde ve sonrasında kolayca kendisi gibi düşünmeyeni yargılayan, ona hakaret eden ve üstten bakabilen bir tipin siyasi tercihi fark etmeksizin var olması, yıllardır aşılamamış ciddi bir meseleyi açıkça göstermektedir. 

Burada sosyal medyanın tarafları kutuplaştırıcı ve manipüle edici rolü de unutulmamalıdır. Siyasi fay hatlarının restorasyonu öncelikle üzerinde durulması gereken bir konudur. Ancak bu konu sadece iktidarın değil, muhalefetin de bir meselesidir ve ortaklaşa çözülmesi için uğraş verilmelidir. Çözümünün zor olduğu ve kurumlaşmış tavır ve tarzların değişim karşısında üreteceği direnç de göz önünde bulundurulmalıdır. 

Muhalefetin bu seçimlerden sonra kendine çeki düzen vermesi gerekmektedir. Hatalardan ve yanlışlardan çıkarılacak dersler muhalefetin önünü açacaktır. Muhalefetin hem parlamento hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kazanamamasının birçok nedeni olduğunu biliyoruz. Kanaatimce en önemlisi kapsayıcı bir siyasi oluşumun inşa edilmemesi ya da inandırıcı olamaması idi. 

Özetle, yaklaşık 70 yıllık surece baktığımızda, Türkiye’de sınıf ve kimlik dinamiklerine dayanan; daha açık bir ifadeyle yoksulluk, zenginlik, Kürtlük-Türklük ve dindarlık, sekülerlik dinamikleri üzerinden şekillenen üç ayrı siyasi eksen bulunuyor. İlki, ülkenin en yoksul bölgesini oluşturan Kürt coğrafyası, ikincisi ülkenin en zengin bölgesini oluşturan kıyı şeridi ve sonuncusu ilk bölgeden daha zengin, ikinci bölgeden daha yoksul olan Orta ve Kuzey Anadolu bölgesi. Kıyı şeridi ile Orta ve Kuzey Anadolu bölgeleri arasındaki sınıfsal ayrım, aynı zamanda dindarlık/sekülerlik ayrımına denk düşüyor.  

Erdoğan’ın siyasi başarısı esas olarak oyun kurma kapasitesinden ve muhalefeti de bu oyun alanı içinde tutma becerisinden geliyor. Ama bu oyun kurucu özellik 31 Mart seçimlerinde işe yaramamış gibi gözüküyor. Bunun nedenlerini ilerleyen zaman dilimlerinde daha net olarak göreceğimizi umuyorum. 

Önümüzdeki dönemde iktisadi alanda uluslararası piyasaya uyum sağlayan, bu anlamda daha öngörülebilir bir siyasetin izleneceğini bekliyorum. Öte yandan, hak ve hukuk alanında, siyasal reformlar alanında bir iyileşme beklentim maalesef henüz yok. Türkiye’nin sınıf ve kimlik dinamikleri üzerine inşa olan üç parçalı siyasi coğrafyası varlığını korumaya devam ediyor. 2017 yılında kabul edilen Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminden bu yana bu üçlü yapı kendisini birbirine yakın temsil gücüne sahip iki blok olarak ifade ediyor. Türkiye’nin toplumsal krizlerini aşması, esasında yukarıda altını çizdiğim sınıf ve kimlik dinamiklerine dayalı üç siyasi eksende bir uzlaşının kurulmasına bağlıdır. Muhalefet bunun ip uçlarını çözmüş gibi görünüyor. Ancak bu konuda kapsayıcı bir siyasi tahayyülü olan bir partiden ya da muhalefet odağından bahsetmek zor görünüyor. 

Seçimin benim açımdan kısa analizi bu şekildedir. Gelecek günler muhalefet açısından çok önemli olacaktır. İktidar bu durumdan gerekli dersleri çıkaracak mı? Bunu da hep birlikte göreceğiz. 

Saygı dolu sevgiyle.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 04.04.2024
  • Süre : 4 dk
  • 731 kez okundu

Google Ads