Site İçi Arama

strateji

Bilim, Güç ve Sorumluluk: Dr. Abdülkadir Han’ın Hikâyesiyle Nükleer Güvenlik Politikalarının Çöküşü

Dr. Abdülkadir Han, Pakistan'ın nükleer programının kurucusu olarak ulusal güvenliğe olağanüstü bir katkı sağladığına inanılırken, nükleer teknolojiyi etik ve ahlaki kaygılardan yoksun bir şekilde yaydığı iddiaları, uluslararası alanda ciddi eleştirilere ve tartışmalara yol açtı.

Bu yazı Dr. Abdülkadir Han'ın hikayesi, modern tarihin en karmaşık ve tartışmalı figürlerinden birine ışık tutmaya çalışacak. Pakistan'ın nükleer programının kurucusu olarak ulusal güvenliğe olağanüstü bir katkı sağladığına inanılırken, nükleer teknolojiyi etik ve ahlaki kaygılardan yoksun bir şekilde yaydığı iddiaları, uluslararası alanda ciddi eleştirilere ve tartışmalara yol açtı.

Kapak görseli Dr. Abdülkadir Han'ı 2025 yılında anmak için hazırlanmış bir poster.

Han'ın hem bilimsel mirasını ve politik etkisini hem de küresel güvenlik üzerindeki kalıcı sonuçlarını mümkün olduğunca tarafsız bir bakış açısıyla incelemeye gayret edeceğim.

Soğuk Savaş ve nükleer çağın başlangıcı, Güney Asya'nın siyasi yapısını yeniden tanımlarken, Abdülkadir Han'ın attığı adımlar küresel güvenliği kalıcı olarak değiştirecekti.

Yazının bu kısmı, Abdülkadir Han'ın motivasyonlarını ve eylemlerini daha iyi anlamak amacıyla, onun geçmişine ve kariyerinin ilk yıllarına odaklanıyor. Hindistan’a duyduğu kişisel öfkeyle başlayan bu yolculuk, kısa sürede onu Pakistan'ın ulusal kahramanı yapacaktı.

Erken Yaşamı ve Eğitimi (1936–1972)

Abdülkadir Han, 27 Nisan 1936 tarihinde, İngiliz Hindistan’ındaki Bhopal şehrinde Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bhopal, o dönemde Hindular ve Müslümanların yüzyıllardır yan yana yaşadığı barışçıl bir yer olarak biliniyordu. Yedi kardeştiler. Babası Abdulgafur Han (Abdul Ghafoor Khan), Hindistan'ın merkez eyaletlerinde öğretmenlik yapmıştı. Abdülkadir Han'ın doğumundan bir yıl önce emekli oldu.

Babası, Hindistan'dan ayrılmış bir Müslüman devleti olan Pakistan'ın kurulmasında itici güç olan Tüm Hindistan Müslüman Birliği'nde (All-India Muslim League) çalışıyordu. Han, tevazu ve kibarlık açısından babasını örnek aldı. Ancak oğul, aynı zamanda babasının İslami devlete olan coşkusunu ve Hindistan'a karşı duyduğu nefreti de miras aldı.

1947’de Pakistan ve Hindistan’ın İngiltere'den bağımsızlıklarını kazanması özellikle Hindistan’da yaşayan Müslümanları olumsuz etkiledi. Çoğu Müslüman Hindistan topraklarında bir gelecek görmeyerek Pakistan’a göç etmeye karar verdi. Abdülkadir Han 'ın erkek kardeşlerinden ikisi hemen Karaçi'ye (Batı Pakistan) kaçtı, diğer bir erkek kardeşi ve ablası ise 1950'de onlara katıldı.

Bhopal, 1952. Abdulgafur Han, doğup büyüdüğü bu toprakları Hindulara teslim olmak olarak görüyordu. Bu nedenle, oğlu Abdul Abdülkadir Han'ın Pakistan'a göç eden kardeşlerinin yanına gitmesine şiddetle karşı çıktı. Evinde kalmaya kararlıydı, ailesini bir arada tutmak için direniyordu.

Ancak yıllar sonra, Abdülkadir Han liseyi bitirince babasının fikri değişti. Hindistan'da geride kalan Müslümanlara uygulanan ayrımcılık, onu oğlunun burada bir geleceği olmadığına ikna etti. Ailesini koruma içgüdüsü ağır bastı ve onun Pakistan'a gitmesine izin verdi.

Abdülkadir Han, Karaçi'ye ulaştıktan aylar sonra annesi de ona katıldı. Yanında, kocasının Bhopal'da kalmak için verdiği mücadelenin ve Pakistan'a göç etmeyi nasıl inatla reddettiğinin hüzünlü hikayelerini getirmişti.

Abdulgafur Han, ailesinden kopuşundan dört yıl sonra, 1956'da doğduğu topraklar olan Bhopal'da vefat etti. Direnişi, bu ayrılığın acı hatıralarıyla son bulmuştu.

Abdülkadir Han Hindistan'da yaşadığı son yılların travmatik izleri, kişisel ve profesyonel hayatını tanımlayan Hindistan'a karşı içgüdüsel bir endişe, korku ve öfke yarattı. 1952’de Tren yolculuğu sırasında, polislerin Müslümanlardan değerli eşyalarını zorla aldığını gördü ve kendisinin de bir polis memuru tarafından mezuniyet hediyesi olan altın kaplamalı kaleminin alınması buna çalınması da diyebilirsiniz, onu aşağılanmış ve çaresiz hissettirdi; bu olay, Hindistan'a olan güvensizliğini ve öfkesini pekiştirdi.

1957'de Karaçi'deki D. J. Bilim Koleji'nden mezun oldu. Kısa süreliğine devlet müfettişi olarak çalıştıktan sonra, daha iyi bir eğitim almak amacıyla 1961'de Almanya'nın Düsseldorf kentine gitti. Almancayı öğrenmekte zorlandı. 1962'de tanıştığı Hendrina (Henny) ile nişanlandı ve 1963'te Lahey'deki Pakistan Büyükelçiliği'nde mütevazı bir Müslüman töreniyle evlendi. Lisansüstü çalışmalarına Delft Teknoloji Üniversitesi'nde (Hollanda) devam etti. 1965'teki Hint-Pakistan Savaşı, Han'ın içindeki eski Hindistan nefretini canlandırdı. 1967'de yüksek lisansını tamamladı ve Belçika'daki Leuven Katolik Üniversitesi'nde metalurji alanında araştırma bursu kazandı. 1968'de ilk kızı Dina, kısa süre sonra ikinci kızı Ayşe doğdu.

1971'in sonlarında, Pakistan'ın bölünmesine yol açan Hint-Pakistan Savaşı'nı izlerken gözyaşlarına boğuldu ve ülkesini bir daha asla böyle bir aşağılanmayla yüzleşmemesi için güçlendirmeye yemin etti. Bu durum, onun Avrupa'da yaşama fikrinden vaz geçerek, 'Anavatanıma nasıl katkıda bulunabilirim?' sorusuna odaklanmasına yol açtı.

Pakistan'ın nükleer silah arayışı, bir meydan okuma ve hayatta kalma mücadelesiydi. Zülfikar Ali Butto, 1972'de Multan'da ülkenin önde gelen bilim insanlarını toplayarak yaptığı dramatik konuşmada, "Bize bombayı verebilir misiniz?" diye sorarak bu cüretkâr projenin fitilini ateşledi. Askeri yenilgilerin yaralarını sarmaya çalışan ve kendisinden çok daha büyük, düşman bir komşunun gölgesinde yaşayan bir ülke için bu proje, stratejik bir zorunluluk ve ulusal bir gurur meselesiydi. Abdulkadir Han'ın çaldığı sırlarla ülkesine dönmesi, Butto'nun bu hayalini gerçeğe dönüştürmek için ihtiyaç duyduğu son parçaydı.

Avrupa’daki Casusluk Faaliyetleri (1972–1975)

1 Mayıs 1972'de Amsterdam'daki Fizik Dinamik Araştırma Laboratuvarı'nda (FDO) metalurji uzmanı olarak işe başladı. FDO, Birleşik Krallık, Batı Almanya ve Hollanda hükümetlerinin oluşturduğu bir konsorsiyum olan Urenco için santrifüjlerin tasarımı ve imalatında yakından çalışıyordu. Santrifüjler, uranyum gazını nükleer silahlar için kullanılabilen zenginleştirilmiş uranyuma dönüştürmenin anahtarıydı.

Urenco, programda çalışan herkesin üst düzey güvenlik iznine sahip olmasını şart koşsa da, bürokratik hatalar ve acil personel ihtiyacı nedeniyle Han, kapsamlı bir geçmiş kontrolünden geçirilmeden ve özel izin almadan işe başladı.  Abdulkadir Han, hem Almanca hem de Felemenkçe bildiği için bu iş için en uygun isim gibi gözüküyordu.

Han’ın, Amsterdam'daki FDO araştırma laboratuvarına başladığında en büyük silahı, silahsızlandırıcı gülümsemesiydi. Bu gülümsemeyi, titizlikle ördüğü güven ağının anahtarı olarak kullandı. İş arkadaşı Frits Veerman gibi teknik personelle bile alçakgönüllülükle ve ilgiyle konuşarak onların güvenini kazandı. Hiyerarşinin katı olduğu bir ortamda, doktoralı bir bilim adamının sıradan bir teknisyene gösterdiği bu sahte yada içten yakınlık, onun casusluk faaliyetleri için mükemmel bir zemin hazırladı.

Abdulkadir Han, bu güven ortamını, Avrupa'nın en büyük nükleer projesi olan Urenco'nun Hollanda'daki Almelo tesisindeki güvenlik zafiyetlerini sonuna kadar istismar etmek için kullandı. Tesis, görünüşte dikenli tellerle çevriliydi ve yüksek güvenlikliydi, ancak gerçekte durum farklıydı.

Resmi kurallar, bilim adamları arasındaki "kolektif atmosfer" ve açık bilgi alışverişi kültürü nedeniyle sık sık göz ardı ediliyordu. Hükümetlerin tercih edeceği şüphe kültürü yerine, karşılıklı güvene dayalı bir çalışma ortamı hakimdi.

Urenco projesinin aciliyeti, nitelikli personel ihtiyacını artırmıştı. Bu durum, güvenlik kontrollerinin genellikle bilimsel kadroları doldurma ihtiyacı yüzünden esnetilmişti.

Abdulkadir Han, kişisel karizmasını kullanarak Frits Veerman gibi kilit personeli manipüle etti. Onlara gösterdiği ilgi ve dostluk, kendisine tesisin en hassas bölgelerine bile erişim sağlayan bir güven perdesi ördü.

1974 sonbaharında, Han'a Alman bilim insanları tarafından geliştirilen G-2 santrifüjlerine ait tasarımları ve üretim şartnamelerini içeren Almanca belgeleri tercüme etme görevi verildi. Bu belgeler, Avrupa'daki en gelişmiş santrifüj teknolojisini temsil ediyordu.

Abdulkadir Han için asıl fırsat, Urenco'nun Alman ortakları tarafından geliştirilen Avrupa'nın en gelişmiş G-2 santrifüj tasarımına ait belgelerin Felemenkçeye çevrilmesi gerektiğinde doğdu. Almanca ve Felemenkçe bilen az sayıdaki bilim adamından biri olması, ona projenin en hassas bilgilerinin saklandığı ve "Beyin Kutusu" olarak adlandırılan metal yapıya girme yetkisi kazandırdı. Düşük güvenlik yetkisiyle normalde asla giremeyeceği bu sinir merkezine, bir çevirmen olarak girmişti.

Gündüzleri Almanca metinleri Felemenkçeye çevirirken herkes onu sadece görevini yapan çalışkan bir bilim adamı olarak görürken, o aslında bir ülkenin nükleer kaderini değiştirecek sırları çalmakla meşguldü.

Bu cüretkâr operasyonun kırılma noktası, bir akşam arkadaşı Frits Veerman'ın Han'ın evine yaptığı ziyarette yaşandı. Veerman, Khan'ın çalışma masasının üzerinde, ofisten asla çıkmaması gereken çok gizli santrifüj çizimlerini gördüğünde kanı dondu. Bu belgelerin bir arkadaşının evinde ne işi vardı? Veerman şok içindeydi. Zihninde alarm çanları çalmaya başladı. Han'ın fotoğrafçılıkla olan ani ilgisi, özel kameralar hakkındaki bitmek bilmeyen soruları... Belki de bunlar masum bir hobiden daha fazlasıydı. Ancak hiyerarşinin katı dünyasında Veerman sıradan bir teknisyendi; Khan ise saygı duyulan bir bilim adamı. Kendisinden çok daha üstün birini nasıl ihbar edebilirdi ki? Üstelik, sürekli bir yabancı gibi hisseden Veerman, sahip olduğu az sayıdaki arkadaştan birini kaybetmek istemiyordu.

Bu iç çatışma içinde Veerman sessiz kaldı. Khan ise elinde paha biçilmez sırlarla artık Avrupa'daki misyonunu tamamlamıştı. İntikam planının bir sonraki ve en tehlikeli aşamasına geçmeye hazırdı.

Bu durum, Abdul Kadir Han'ın Zülfikar Ali Butto ile yapacağı görüşmeyi ertelemesine neden olan kaçırılmayacak bir fırsattı. Han, Pakistan'a götürmeyi planladığı materyali bilinçli bir casusluk faaliyetiyle topladı. Güvenlik protokollerini ihlal ederek, hem orijinal belgeleri hem de kendi çevirilerini evine taşıdı ve bu sayede kendi üretim tasarımlarını oluşturma fırsatı buldu. Yanına ayrıca, Urenco'nun alt yüklenicilerine ait listeleri de aldı.

Hollanda makamlarının (Pakistan'ın nükleer teknoloji siparişleri nedeniyle) dikkatini çekti. Hollanda Güvenlik Servisi (BVD), Abdulkadir Han’ı gözetledi. Hollanda istihbarat servisi BVD, Khan'ın casusluk faaliyetlerini ortaya çıkarmış ve onu tutuklamak için her şeyi hazırlamıştı. Ancak operasyondan hemen önce Hollandalılar, CIA'deki mevkidaşlarını bilgilendirdi. O dönemde, CIA direktörünün yeni kovulduğu ve Kongre tarafından yoğun bir inceleme altında olduğu için "kargaşa içinde" olan CIA, şaşırtıcı bir talepte bulundu: Hollandalılardan tutuklamayı ertelemelerini istediler. Mantıkları şuydu: Han'ı serbest bırakarak, onun temaslarını ve Pakistan'ın nükleer programının ne kadar ilerlediğini izleyebilirlerdi. Bununla birlikte Ruud Lubbers (Dönemin Hollanda Başbakanıdır) liderliğindeki bir grup, bir skandaldan kaçınmak ve ekonomik çıkarları korumak için Abdulkadir Han'ı tutuklamamaya karar verdi.

CIA de o sırada ‘’izle ve bekle’’ seçeneğini tercih etti. Abdulkadir Han, 1975 sonunda FDO'daki hassas görevinden uzaklaştırıldı. Bu karar, Han'a sadece kaçma fırsatı vermekle kalmadı, aynı zamanda ona paha biçilmez bir ders de verdi: Batılı istihbarat servisleri izliyor olabilirlerdi, ancak onu durdurmak için harekete geçmeyeceklerdi.

Robert J. Einhorn (Robert 17 Kasım 1999'da ABD Dışişleri Bakanlığı Silahsızlanma Bürosu Yardımcı Sekreteri olarak yemin etti. Onaylanmasından önce Einhorn, ABD Dışişleri Bakanlığı Silahların Kontrolü ve Uluslararası Güvenlik Müsteşarlığı'nın Kıdemli Danışmanı olarak görev yapıyordu.), Abdulkadir Han'ın gitmesine izin verilmesini "ilk anıtsal hata" olarak nitelendirdi.

ABD'nin Plütonyum yoluna yoğunlaşması, Abdulkadir Han'ın daha gizli olan uranyum zenginleştirme programının fark edilmeden gelişmesine olanak tanıyan stratejik bir yanlış yönlendirme oldu.

Abdulkadir Han''ın 1975'te Pakistan'a dönüşü sadece bir eve dönüş değil, küresel nükleer düzeni geri dönülmez bir şekilde değiştirecek gizli bir görevin başlangıcıydı.

Nükleer silaha giden iki temel yol vardı. Plütonyumun yeniden işlenmesi ve Uranyumun zenginleştirilmesi. Pakistan başlangıçta Fransa'dan bir plütonyum yeniden işleme tesisi satın almaya çalışıyordu, ancak bu yol hem maliyetli hem de uluslararası baskıya açıktı. Abdulkadir Han'ın çaldığı uranyum zenginleştirme planları ise Pakistan'a bombaya giden çok daha hızlı, daha ucuz ve daha gizli bir rota sundu. Santrifüj teknolojisi, küçük ve tespit edilmesi zor tesislerde geliştirilebiliyordu. Bu, Batı'nın dikkatini plütonyum programına odaklamışken, Pakistan'ın gizlice uranyum zenginleştirerek ilerlemesi için mükemmel bir fırsat yarattı.

Başbakan Zülfikar Ali Butto, PAEC'in bürokrasisinden ve yavaşlığından şüphe duyarak Abdulkadir Han'a doğrudan kendisine bağlı, özerk bir kurum kurma yetkisi verdi. "Proje 706" kod adıyla kurulan Mühendislik Araştırma Laboratuvarları (ERL, daha sonra KRL), uranyum zenginleştirme görevini üstlendi.

Abdulkadir Han, gerekli bileşenleri Batı'dan temin etmek için "Pakistan Boru Hattı" olarak bilinen gizli bir tedarik ağı kurdu. Bu ağ, aldatmaca ve casusluk üzerine inşa edilmiş karmaşık bir yapıydı.

Brüksel merkezli diplomat Siddique A. Butt, satın alımları organize ederken, Abdulkadir Han’ın Hollandalı eski sınıf arkadaşı Henk Slebos ise kritik bir tedarikçi haline geldi.

İhracat kontrollerini aşmak için sahte faturalar, paravan şirketler ve diplomatik dokunulmazlık gibi aldatıcı yöntemler kullanıldı. Örneğin, santrifüjler için gereken frekans invertörleri, "tekstil fabrikası kullanımı" için sipariş edildi.

Çift kullanımlı teknolojinin ana kaynakları, daha önce Urenco'ya tedarik sağlayan Almanya, İsviçre, Hollanda ve İngiltere'deki şirketlerdi.

Jeopolitikte, bir kriz genellikle başka bir krizin gölgesinde kalır. 1979'da Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali, ABD dış politikasında sismik bir değişime yol açtı. O zamana kadar Pakistan'ın gizli nükleer programı, Başkan Jimmy Carter yönetimi için büyük bir endişe kaynağıydı ve ABD, Pakistan'a askeri ve ekonomik yardımı kesmişti. Bu durum, ABD politikasındaki "çifte standartları" açıkça ortaya koyuyordu; Washington, İsrail'in şüpheli nükleer cephaneliğini görmezden gelirken Pakistan üzerinde baskı kuruyordu.

Ancak Afganistan'daki Sovyet tankları her şeyi değiştirdi. Pakistan, Afgan mücahitlerine silah ve destek sağlamak için vazgeçilmez bir cephe ülkesi haline geldi. Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski'nin bir belgede açıkça belirtildiği gibi, ABD soğuk bir jeopolitik hesaplama yaptı: "Pakistan'a yönelik güvenlik politikamız, nükleer silahların yayılmasını önleme politikamız tarafından dikte edilemez." Carter ve ardından gelen Reagan yönetimleri, Sovyetlere karşı savaşta Pakistan'ın yardımını güvence altına almak için nükleer programına göz yumdu. Yaptırımlar kaldırıldı, endişeler bir kenara itildi ve milyarlarca dolarlık yardım akıtıldı. Bu stratejik karar, Pakistan'a nükleer silah geliştirme yolunda etkili bir şekilde yeşil ışık yaktı. ABD, Soğuk Savaşta kısa vadeli bir zafer kazanmak için, uzun vadede dünyanın nükleer güvenliğini maalesef feda etmişti. Bu durum Pakistan’ın nükleer caydırıcılığını önemsizleştirmez. Bu Pakistan’ın devlet olarak bir hedefe kitlendiğinde neler yapıp, neleri başarabileceğinin çok net bir cevabıdır.

Pakistan 1998'de bombasını başarıyla inşa edip test ettiğinde, artık bir ulusal kahraman olarak kutlanan Abdulkadir Han, kendi tedarik ağını dünyanın en tehlikeli nükleer süpermarketine dönüştürmek için mükemmel bir konumdaydı.

Atom Çağının Karaborsası: Nükleer Malzeme Ticareti

Pakistan'ın 1998'deki nükleer denemeleri, küresel nükleer yayılma tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu denemelerden sonra Abdulkadir Han, gizli bir alıcı olmaktan çıkıp dünyanın önde gelen özel nükleer teknoloji satıcısı haline geldi. Bu yeni yayılma modeli, geleneksel devletten devlete transferlerin dışında, bir bireyin hırsı ve bağlantılarıyla yönlendirildiği için son derece tehlikeli idi. Abdulkadir Han'ın oluşturduğu ağ, nükleer silah teknolojilerini ve parçalarını, tıpkı bir süpermarkette olduğu gibi alenen ve kolayca satarak tehlikeli bir duruma yol açmıştır.

İlk Müşteri: İran'ın Gizli Programı

Ağın ilk büyük müşterisi İran oldu. 1987'de Dubai'de yapılan anlaşmayla, İran'a daha ilkel P-1 santrifüj tasarımları ve bileşenleri satıldı. Bu ilk anlaşmayı, 1990'ların ortalarında çok daha gelişmiş P-2 santrifüj teknolojisini içeren daha kapsamlı anlaşmalar izledi. Bu operasyonlarda, ağın kilit üyeleri olan B.S.A. Tahir ve Alman mühendis Gotthard Lerch gibi isimler önemli roller oynadı. İran, bu teknoloji sayesinde Natanz ve Kalaye Elektrik Şirketi gibi gizli tesislerde kendi uranyum zenginleştirme programının temellerini attı.

Takas Anlaşması: Kuzey Kore'nin Füze Teknolojisi

Abdulkadir Han’ın ağının en cüretkâr anlaşmalarından biri, Kuzey Kore ile yapılan devlet düzeyindeki takas oldu. Bu anlaşma uyarınca Khan'ın laboratuvarları, Kuzey Kore'ye tam bir uranyum zenginleştirme paketi (P-1 ve P-2 santrifüjleri, çizimler ve UF6 gazı) sağladı. Karşılığında ise Pakistan, Kuzey Kore'nin No-Dong füze tasarımlarını ve teknolojisini aldı. Bu füzeler, Pakistan'a Hindistan'ın derinliklerindeki hedefleri vurma kapasitesi kazandıracaktı. Bu anlaşmanın önemine değinecek olursak; Pakistan ordusunun zımni onayına sahip olduğunu göstermektedir.

Anahtar Teslim Bomba Fabrikası: Libya'nın Hırsları

Abdulkadir Han’ın ağının üstlendiği en cüretkâr proje, Libya'ya anahtar teslim bir nükleer bomba fabrikası kurma planıydı. Bu operasyonun küresel kapsamı ve karmaşıklığı, nükleer karaborsanın ne kadar tehlikeli bir boyuta ulaştığını gözler önüne seriyordu.

Bileşen / Hizmet

Kaynak / Ülke

Kilit Figürler

Açıklama

Santrifüj Parçaları Üretimi

Malezya

B.S.A. Tahir

Parçalar, gevşek ihracat kontrollerinden yararlanılarak bir Malezya şirketinde üretildi.

Vakum ve Boru Sistemleri

Güney Afrika & İsviçre

Johan Meyer, Gerhard Wisser, Tinner Ailesi

Uranyum gazını santrifüjlere beslemek için gereken karmaşık sistemler üretildi.

Lojistik ve Sevkiyat

Dubai, BAE

Peter Griffin, B.S.A. Tahir

Dubai, küresel operasyonlar için merkezi bir lojistik ve üretim merkezi olarak kullanıldı.

Nükleer Savaş Başlığı Tasarımları

Pakistan (Çin Kökenli)

Abdulkadir Han

Han, anlaşmayı tatlandırmak için Libya'ya 1966'da Çin tarafından test edilmiş, kanıtlanmış bir nükleer bomba için eksiksiz planlar verdi.

Kaçırılan Fırsatlar: İstihbarat Başarısızlıkları

Küresel istihbarat teşkilatları, özellikle de CIA, Han'ın tedarikçi ağının tam ölçeğini yıllarca kavrayamadı. 2000 yılının başlarında, ağın içinden bir isim olan Urs Tinner'ı kendi saflarına çeken CIA, kritik bir karar verdi: Ağı derhal çökertmek yerine, istihbarat toplama amacıyla faaliyetlerini izlemeye devam etmeyi tercih etti. Bu kararın katastrofik sonuçları oldu. Bu taktiksel "izle ve bekle" dönemi, ağın en tehlikeli transferlerini gerçekleştirmesine olanak tanıdı. CIA ağına sızdıktan sonra, Khan Libya'ya nükleer savaş başlığı tasarımlarını verdi ve Kuzey Kore'den Libya'ya uranyum hekzaflorür (UF6) gazı sevk etti. Bu, istihbarat toplama tercihini büyük bir stratejik hataya dönüştürdü.

Abdulkadir Han’ın ağı küresel erişimini genişletirken, uluslararası olayların bir araya gelmesi İran'da yenilenen ve daha agresif bir IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) soruşturması ve Libya'dan gelen çarpıcı bir diplomatik geri dönüş nihayet tüm operasyonun etrafındaki çemberi daraltmaya başlayacaktı.

Ağın Çöküşü

2000'li yılların başında, 11 Eylül sonrası küresel güvenlik ortamı ve yeni istihbarat atılımları, Khan'ın ağının çöküşü için mükemmel koşulları yarattı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ve CIA'in paralel ve kesişen çabaları, bu nükleer tedarik ağını çökertmek için hayati bir rol oynadı. Yıllarca görmezden gelinen veya yanlış anlaşılan tehdit, nihayet uluslararası toplumun ortak eylemiyle yüzleşmek zorunda kalacaktı.

IAEA'nın Dedektifleri: İran Dosyası

Olli Heinonen liderliğindeki IAEA, İran'ın Natanz ve Kalaye Elektrik Şirketi'ndeki gizli nükleer tesislerine yönelik yoğun bir soruşturma başlattı. Gelişmiş çevresel örnekleme tekniklerinin kullanılması, bu tesislerde yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum izlerinin ortaya çıkmasını sağladı. Bu bulgular, İran'ın programının barışçıl olduğu yönündeki iddialarıyla doğrudan çelişiyordu. En çarpıcı kanıt ise Kalaye Elektrik Şirketi'ne yapılan ziyarette ortaya çıktı. Müfettişlere önce anahtarların kayıp olduğu söylendi; sonraki bir ziyarette ise binanın tamamen yenilenmiş olduğunu gördüler: "yeni boyanmış duvarlar ve derzleri henüz ıslak olacak kadar yeni döşenmiş zeminler." Bu, İran'ın şeffaflık iddialarını çürüten sistematik bir örtbas operasyonunun reddedilemez kanıtıydı.

Boğulan Adam: Libya'nın Teslimiyeti

Muammer Kaddafi'nin stratejik geri adımı, ağın çöküşündeki bir diğer önemli faktördü. 11 Eylül 2001 sonrası artan uluslararası baskı ve BBC China adlı gemide Libya'ya giden santrifüj parçalarına yapılan kritik müdahale, Kaddafi'yi kitle imha silahları programından vazgeçmeye zorladı. Libya'nın ifşaatları, ağın tüm yapısını ve küresel güvenlik için oluşturduğu büyük tehlikeyi geri dönülmez bir şekilde ortaya çıkardı. En dramatik an, Libyalı bir yetkilinin, Abdulkadir Han’ın verdiği nükleer savaş başlığı planlarını, İslamabad'daki bir terzi dükkanından alınmış iki "zararsız görünümlü bej alışveriş çantası" içinde IAEA ekibine teslim etmesiydi. Bu sahne, dünyanın en tehlikeli karaborsa işleminin şok edici derecede sıradan doğasını gözler önüne serdi.

Ev Hapsindeki Kahraman

Abdulkadir Han, Pakistan’ın nükleer programını inşa etmek amacıyla kurduğu karmaşık küresel tedarik ağını, ülkenin ihtiyaçları karşılandıktan sonra kişisel çıkarları doğrultusunda kullanmaya başladı. Zenginlik, etki alanı genişletme ve muhtemel bir “İslami dayanışma” motivasyonuyla hareket eden Han, aynı ağı bu kez nükleer teknoloji ihracatının aracı haline getirdi. Ağın temel dinamiğinin ideolojik değil, maddi kazanca dayalı olduğu kısa sürede anlaşıldı. Dönemin Genelkurmay Başkanı General Aslam Beg’in, Han’ın olası yolsuzluklarını “hizmetleri karşılığında bir yan hak” olarak rasyonelleştirmesi, bu kurumsal hoşgörünün çarpıcı bir örneğiydi.

ABD tarafından 2003’te Pakistan’a nükleer teknolojinin yayılımında Han'ın rolüne yönelik kanıtlar gönderildi. Libya’dan gelen reddedilemez teknik kanıtların tetiklediği uluslararası baskı üzerine Ocak 2004’te Han Pakistan’da gözaltına alındı. Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref’i Han ile doğrudan yüzleşmeye zorladı. 4 Şubat 2004’te televizyonda yayınlanan açıklamasında Han, İran’a 1989–1991; Kuzey Kore ve Libya’ya ise 1991–1997 yılları arasında nükleer teknoloji transfer ettiğini itiraf etti. Bu açıklamanın hemen ardından Müşerref tarafından affedildi ve süresiz ev hapsine alındı. Bu süreç, Han’ı uluslararası sorgulamalardan ve hukuki yaptırımlardan etkin biçimde korudu. Pakistan devleti, ulusal kahramanını açıkça yargılamak yerine sessizleştirerek hem dış baskıyı hafifletmeyi hem de devlet ve ordu bürokrasisinin bu karaborsadaki rolünü perdelemeyi tercih etti. Bu tutum, General Ziya’nın Zülfikar Ali Butto’yu idam ettirmesinden bu yana sivil liderliğe karşı derin bir güvensizlik besleyen Pakistan ordusunun, kendi sırlarını koruma refleksinin sürekliliğini yansıtmaktadır.

2009 yılında ev hapsi mahkeme kararıyla kaldırıldıktan sonra Han, kamuoyundan uzak bir yaşam sürmeye başladı. İlerleyen yıllarda, 4 Şubat tarihli açıklamalarını geri çekerek, söz konusu ifadeleri Müşerref’in baskısıyla yapmak zorunda kaldığını öne sürdü. 10 Ekim 2021’de sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine kaldırıldığı hastanede 85 yaşında vefat etti. Bilimsel kariyeri boyunca yayınlanmış iki kitabı ve çok sayıda akademik makalesi bulunan Han, aralarında iki Pakistan devlet nişanının da yer aldığı birçok ödüle layık görüldü.

Abdulkadir Han susturulmuş ve ağının kilit üyeleri tutuklanmış olsa da, yaydığı tehlikeli bilgi ve cevapsız kalan kritik sorular, küresel güvenlik için derin ve istikrarsız bir miras bırakacaktı.

Belirsiz Miras: İkinci Nükleer Çağ

Abdulkadir Han ağının çöküşünün ardından dünya, nükleer silahların yayılması tehdidinin sadece süper güçlerden değil, aynı zamanda haydut devletlerden ve potansiyel olarak devlet dışı aktörlerden de kaynaklandığı "İkinci Nükleer Çağ" olarak adlandırılan yeni bir döneme girdi. Abdulkadir Han’ın mirasını bu yeni bağlamda analiz etmek, günümüzün ve geleceğin güvenlik risklerini anlamak için hayati bir öneme sahiptir. O, kuralları tek başına değiştirmiş ve nükleer silah edinme yolunu demokratikleştirerek dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirmiştir.

Cevaplanmamış Sorular

Ağın faaliyetleriyle ilgili en kritik sorular hala cevapsızdır ve bu belirsizlikler küresel güvenlik için kalıcı bir tehdit oluşturmaktadır.

Kayıp Müşteri: Ağdan ele geçirilen envanterler, müfettişler tarafından kesin olarak teşhis edilememiş dördüncü büyük bir müşterinin varlığına işaret etmektedir. Bu müşterinin kimliği ve ne kadar teknoloji edindiği bilinmemektedir.

Kayıp Ekipman: Çin menşeli nükleer bomba tasarımının "elektronik kopyaları" hala kayıptır. Bu, planların fiziksel bir belgeden çok daha büyük bir tehdit oluşturduğu anlamına gelir; zira sonsuz kez kopyalanabilir ve anında iletilebilirler.

Devletin Rolü: Abdulkadir Han’ın tecrit edilmesi tam ve bağımsız bir soruşturmayı engellediği için, Pakistan ordusu ve istihbarat servisleri içindeki suç ortaklığının tam boyutu hiçbir zaman tam olarak anlaşılamamıştır. Devletin ne kadar bilgi sahibi olduğu ve bu operasyonlara ne ölçüde onay verdiği hala bir sır perdesinin arkasındadır.

Sonuç

Abdulkadir Han’ın on yıllar süren başarısı, küresel nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin temel zayıflıklarını acımasızca ortaya koymuştur. Abdulkadir Han, anlık bir boşluktan faydalanmadı; tüm girişimini Batı'nın nükleer silahların yayılmasını önleme rejimindeki sistemik, on yıllardır süren kültürel ve düzenleyici bir başarısızlık üzerine inşa etti. 1970'lerde Urenco'daki "meslektaşlık atmosferi" ve gevşek güvenlik, on yıllar sonra çift kullanımlı teknolojiler üzerindeki gevşek ihracat kontrolleriyle birleşti.

Afganistan’daki SSCB tarafından işgali sırasındaki savaş örneğinde olduğu gibi, kısa vadeli jeopolitik çıkarların uzun vadeli nükleer silah teknolojisinin yayılma risklerine karşın sistematik biçimde önceliklendirilmesi; buna ek olarak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) denetim kapasitesinin tarihsel ve yapısal sınırlılıkları, Dr. Abdülkadir Han’ın uluslararası güvenlik mimarisinin açıklarını kullanarak sistemin bir adım önünde konumlanabilmesini mümkün kılan temel kırılganlıkları oluşturmuştur.

Abdulkadir Han’ın eylemlerinin uzun vadeli küresel etkisi, nükleer silahların yayılması kurallarını tek başına değiştirmesidir. Yeterli paraya ve cürete sahip olan her kararlı devletin veya bireyin atom bombası yapma araçlarını edinebileceğini kanıtlayarak dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirmiştir.

Bu miras, kaynağı ve failleri gizlenmiş ani bir nükleer saldırı olarak ortaya çıkabilir. O gün geldiğinde, yaşananların ne olduğu tam olarak anlaşılmayacak; belki de anlaşılmak istenmeyecek. Zira insanlık, tarih boyunca karmaşık sorulara basit cevaplar bulma eğiliminden vazgeçmemiştir. Ve bu basitliğin en kadim biçimi, bir günah keçisi yaratmaktır.

O gün ekranlarda tek bir isim yankılanacaktır. Analizler, raporlar, yorumlar hepsi aynı figürü işaret edecektir. Oysa geçmişte, bugün ve muhtemelen gelecekte bu tür olayların arka planında farklı uluslardan yüzlerce aktör yer almıştır. Ancak insanlık, çok aktörlü karmaşayı taşıyamaz; sadeleştirme ihtiyacıyla birini seçer ve onu kurban eder.

Bugün bu rol, geçici olarak Abdulkadir Han’a yüklenmiş görünmektedir. Belki yalnızca bir figür, belki de daha derin bir sembol. Ancak anlatının bu evresinde, onun adıyla bir yük taşınmakta; bir anlam, bir sorumluluk, belki de bir yanılsama. Gerçekler mi? Onlar, zamanın derinliklerinde sessizce bekliyor bir gün, doğru bağlamda ortaya çıkmak üzere.

Kaynakça

https://www.bbc.com/news/world-asia-58861473

https://www.aa.com.tr/tr/dunya/pakistanin-nukleer-programinin-kilit-ismi-dr-abdul-kadir-han/2387939

https://strasam.org/strateji/askeri-strateji/pakistanin-nukleer-gucunun-arka-plani-3854

https://strasam.org/savunma/savunma-sanayii/nukleer-silah-teknolojisinin-muhendislik-boyutu-ilkelerden-uygulamaya-3853

https://www.nbcnews.com/id/wbna3340760

https://pakistani.irish/a-tribute-to-dr-abdul-qadeer-khan-on-yom-e-takbeer-28th-may-2025/

Douglas Frantz ve Catherine Collins (2007) The Nuclear Jihadist: The True Story of the Man Who Sold the World’s Most Dangerous Secrets

Araştırmacı Yazar Burak ÖZCAN
Araştırmacı Yazar Burak ÖZCAN
Tüm Makaleler

  • 25.09.2025
  • Süre : 7 dk
  • 441 kez okundu

Google Ads