Site İçi Arama

tarih

2020 Dağlık Karabağ Savaşının Genel Değerlendirmesi (3):

Karabağ Savaşı’nda Neden Azerbaycan Galip Geldi? Her savaş, karşılıklı iki ordu arasındaki bir mücadele gibi görünür ama öyle değildir. Savaşlarda orduların görüntüsü altında tarafların tüm milli güç unsurları karşı karşıya gelir.

Karabağ Savaşı’nda Neden Azerbaycan Galip Geldi?

Her savaş, karşılıklı iki ordu arasındaki bir mücadele gibi görünür ama öyle değildir. Savaşlarda orduların görüntüsü altında tarafların tüm milli güç unsurları karşı karşıya gelir. Bu sebeple, sadece ordusu üstün olan taraf değil, milli gücü toplamı daha üstün olan taraf zafer kazanır. Zaten güçlü bir ordu da ancak diğer milli güç unsurlarının güçlü olması sayesinde kurulabilir.

Milli güç, savaşta kullanılan maddi ve manevi güçlerin toplamına denilmektedir. Millî güç unsurları; nüfus (demografik), ekonomik, tarihi, coğrafi, psikolojik ve sosyolojik, örgütsel ve idari güç ile askerî güçten oluşur. Bazı yazarlar millî gücü; coğrafya, tarih, nüfus ve kültürü kapsayan sabit veriler ve ekonomik, stratejik ve askerî kapasiteden oluşan potansiyel veriler şeklinde sınıflandırmaktadır. Bazı yazarlar da millî gücü, sert güç ve yumuşak güç diye iki gruba ayırmaktadır.

Bunlar çok farklı tasnifler gibi görünseler de aslında hemen hemen aynı şeyleri anlatmaktadır. Çünkü millî gücün en temel unsurları olan coğrafi güç, nüfus gücü, ekonomik güç, askerî güç, politik ve sosyal güç bütün kaynakların tasniflerinde bulunmaktadır.

Bu makalede, konu başlığı olan Azerbaycan ordusunun Karabağ Savaşı’nda neden galip geldiği sorusuna cevap verebilmek için savaşan tarafların Milli Güç unsurlarının bahse konu unsurlarının genel olarak değerlendirilmesi yapılacaktır.

Azerbaycan ve Ermenistan’ın (Karabağ dahil) milli güç unsurlarına genel olarak baktığımızda, Azerbaycan’ın hemen her alanda bariz bir üstünlüğü olduğu görülmektedir. Örneğin Azerbaycan nüfusu Ocak 2020 itibarıyla 10.067.108 iken Ermenistan’ın nüfusu 2.959.000’dir. Buna Karabağ Ermenilerinin 145.000 kadar olan nüfusunu da ekleyince Azerbaycan nüfusunun Ermenistan nüfusunun üç katından fazla olduğu görülmektedir.

Nüfus gücü, hem orduya alınabilecek insan miktarı açısından hem de üretim gücü açısından tarih boyunca savaşlarda en belirleyici etken olmuştur. Bu sebeple, sadece nüfus gücü dikkate alınsa bile Azerbaycan’ın Ermenistan ile kıyas kabul edilemeyecek kadar üstün olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik Azerbaycan nüfusu, artan bir nüfustur. Bu sebeple askere alınabilecek genç nüfusun genel nüfusa oranı oldukça yüksektir.

Ermenistan nüfusu ise azalan bir nüfustur. Ülkenin ekonomik durumunun kötü olması sebebiyle gençler çalışmak için başka ülkelere gitmiş ve çoğu çalıştıkları ülkelere yerleşmişlerdir. Bu durum Ermenistan’da askere alınacak genç nüfus oranının düşük olmasına sebep olmuştur.

Milli güç unsurları arasında en önemli unsurlardan biri de ekonomik güçtür. Ekonomik güç o kadar önemlidir ki ekonomik gücü zayıf olan bir ülkenin askeri gücünün ve hatta diğer güçlerinin çoğunun kuvvetli olması mümkün değildir. Çünkü her savaş, çok sayıda insanın askere alınmasını gerektirir. Bu askerlerin kıyafet, yiyecek ve teçhizatı ile silahları için paraya ihtiyaç vardır. Bu sebeple, para olmadan savaşmak mümkün değildir.

Azerbaycan ve Ermenistan’ın ekonomik güçlerine bakıldığında; Azerbaycan’ın kişi başına düşen milli geliri 4.794 dolar, Ermenistan’ın ise 4.623 dolar olarak görülmektedir. Karabağ’da bu rakam 4.800 dolar kadardır. Sadece kişi başına düşen milli gelir açısından bakıldığında Azerbaycan ile Ermenistan arasında dikkate değer bir milli gelir farkının olmadığı düşünülebilir. Ama bu düşünce aldatıcı bir halüsinasyondan ibarettir. Çünkü Azerbaycan nüfusu ile bu geliri çarptığımızda Ermenistan’ın toplam geliri ile Ermenistan’ın toplam geliri arasında bir uçurum olduğu görülür.

Savaşta seferber edilecek güç toplam güç olduğundan, bu durum Azerbaycan’a büyük bir üstünlük sağlamaktadır. Nitekim Gayri Safi Milli Hasılalara bakıldığında Azerbaycan’ın 78.721.000.000 dolar GSMH’sı varken bu rakam Ermenistan için 12 milyar dolar civarındadır. Karabağ’ın GSMH’sı ise 713 milyon dolardır. Ermenistan (Karabağ dahil) ile Azerbaycan arasındaki fark, 6 kattan fazladır. Bu fark sayesinde Azerbaycan, ordusunu donatmak için en modern silah, araç ve malzemeyi alırken Ermenistan’ın buna gücü yoktur.

Zaten bu yüzden Ermenistan, ordusunu idame ettirebilmek için milli gelirinden Azerbaycan’a göre daha büyük bir miktarını harcamak zorunda kalmıştır.  Azerbaycan milli gelirinin yüzde 4’ünü savunma harcamalarına ayırırken Ermenistan’da bu oran yüzde 4,9’dur. Fakat buna rağmen Ermenistan ordusu, savaş sırasında da görüldüğü gibi, zamanın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak geri kalmış silah teknolojilerine bağımlı bir ordu olmaktan kurtulamamıştır.

Tarihi güç açısından bakıldığında, Ermenistan’ın bazı üstünlükleri olduğu düşünülebilir. Ermeniler oldukça eski bir tarihe sahipken Azerbaycan’ın tarihi çok yenidir. Ama bu da aldatıcıdır. Çünkü Azerbaycan halkı kendisini Azerbaycanlı veya Ruslarla Farsların onları milli kimliklerinden uzaklaştırmak için uydurdukları Azeri kelimesi ile tanımlamamakta, Türk olarak tanımlamaktadır. Türklerin tarihi ise Çin kaynaklarında da açıkça belirtildiği gibi en az MÖ 1000 yılına kadar uzanmaktadır. MÖ 1000 yılında bir Ermeni Devletinin varlığına dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.

Buna rağmen Ermeniler, insanların Homosaphiens olarak tanımlandıkları dönemden itibaren bölgede Ermenilerin yaşadığını iddia edecek kadar saçmalamaktan çekinmemektedirler. Ama tarihi kayıtlar ve arkeolojik buluntular bunun böyle olmadığını göstermektedir. Mesela bölgede en eski devletlerden biri Albanların kurduğu devlettir. Ermeniler bunu gayet iyi bildiklerinden Karabağ’daki Alban kiliselerini tahrif ederek Ermeni kiliselerinin sembollerini kazımaya çalışmışlardır.

Üstelik, bölgede Azerbaycan Türklerinin de yüzlerce tarihi eseri vardır. Ama aynı şeyi Ermeniler için söylemek mümkün değildir. Ermeniler genellikle, bir küçük eski kilise bulup onu bölgedeki varlıklarına belge olarak sunmaktadırlar. Ki o buldukları kiliselerin de Ermeni kilisesi olduğu meçhuldür. Ermenilerin bu bakış açısına göre Amerika da Ermenilerin ana vatanı olması gerekir. Çünkü Amerika’da da birçok Ermeni kilisesi vardır.

Ermeniler, tezlerinin çürüklüğünün farkındadır. Bu sebeple bölgedeki Alban eserleri gibi Türk eserlerini de yok etmeye çalışmışlardır. Savaş sonrası internete yansıyan görüntülerde de görüldüğü gibi bölgede Türklerin tarihi camilerini yıkmışlar veya domuz ahırı haline getirmişlerdir. Türk köprülerini bakımsızlıktan yıkılmaya mahkûm etmişler, saraylar, kaleler ve diğer büyük tesisleri de yıkmaya çalışmış ancak iş gücü yetersizliğinden bunu yapamamışlardır.

Ermeniler, bu tahrifatı mezar taşlarına kadar götürmüşlerdir. Türk boylarının çoğunda, mezar taşları ya bir heykel veya resimli bir taştan yapılmaktadır. 1990’lı yıllarda Ermeniler eski Türklerden kalan koç heykeli şeklindeki mezar taşlarının içinde altın olduğu söylentisini yaymış, bu söylenti üzerine bazı cahil insanlar mezar taşlarını kırmaya başlamış ama neyse ki aklı başında insanlar bu oyunu fark ederek bu tahribatı durdurmuştur.

Ermenilerin tarihi olarak en zayıf tarafı ise bölgede hiçbir zaman büyük bir devlet ve köklü bir medeniyet kuramamış olmalarıdır. MÖ 800-900 yıllarında bölgenin Saka/İskitlerin toprağı olduğu bilinmektedir. Avrupalılar her ne kadar kabul etmemek için her türlü bahaneyi üretseler de Saka/İskitler’in Türk kökenli olduğu bilinmektedir. En büyük imparatorları olan Alp Er Tunga, bir Türk imparatorluğu olan Karahanlılar tarafından da hanedan soyunun kökeni olarak kabul edilmektedir. İskitlerin Kafkasya gibi Anadolu’nun da büyük bir kısmına hâkim oldukları antik Yunan kaynaklarında da açıkça belirtilmektedir.

Öte yandan Azerbaycan Türkleri, Türkiye Türkleri gibi Oğuz Türklerinden gelmektedir. Oğuzlar Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun, Anadolu Selçuklu Devleti’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Şah İsmail’in Safevi Devleti’nin kurucu unsurudur. Yani Azerbaycan, tarihi açıdan da Ermenistan’dan üstün durumdadır.

Psikolojik ve sosyolojik güç açısından bir mukayese yapılacak olursa iki tarafın savaşa bakış açısına bakmak yeterli olur. Azerbaycan halkı, 1994’ten beri haksızlığa ve soykırıma uğradığı bilinci ile hareket etmiştir. Kendisi mağdur, Ermeniler mütecavizdir. Üstüne üstlük ülke topraklarının yüzde 20’si kaybedilmiştir. Bu sebeple kaybettiklerini geri almak için taarruzi bir ruha sahiptirler. Gerginlikler başladığında halkın gösteriler yapıp savaş istemesi de bunu göstermektedir.

Ermenistan ise uluslararası alanda Karabağ’ın tanınmasını başaramamış ve hatta Ermenistan Devleti bile Karabağ’ı tanımaya cesaret edememiştir. Bu sebeple Ermeniler, sadece ellerindeki toprakları koruma gayreti içine girmişlerdir. Bu yüzden, savunmaya ağırlık vermişlerdir. Neredeyse bütün harp teorisyenlerinin de belirttiği gibi taarruz, her zaman savunmaya üstündür.

Örgütsel ve idari sistem açısından bakarsak Ermenistan’ın büyük sorunlarla yüz yüze olduğunu görürüz. Ermenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra birçok kez siyasi krizler yaşamış, halk ve siyaset; Batıcılar-Rusyacılar, demokrasi taraftarları-daha otoriter bir sistemi savunanlar, Erivan Klanı-Karabağ Klanı gibi gruplaşmalar altında bölünmüş durumdadır.

2008’den itibaren daha Batıcı, Liberal ve demokratik olan kesim eski nesil siyasetçilere karşı bir kitle hareketi başlatmış ve bu kesimin adayı olan Paşinyan yüzde 80’lerde bir oy alarak başbakan seçilmiştir. Paşinyan, iktidara geldikten sonra eski nesil bazı siyasetçileri tutuklatmıştır. Yani Ermenistan, siyasi ve sosyal olarak bölünmüş durumdadır.

Azerbaycan’da ise başlangıçta siyasi ve sosyal karışıklıklar meydana gelmiş fakat Haydar Aliyev başa geçince demir yumrukla ülkeyi istikrara kavuşturmuştur. Ondan sonra yerine geçen İlham Aliyev’in iktidara gelişi de sorun yaşanmadan gerçekleşmiştir. Petrol gelirleri sayesinde halkın yaşam koşulları her geçen gün daha da iyi hale geldiğinden halkın büyük kısmı rejimi desteklemektedir.

Savaş öncesinde ve sırasında halkın yönetime, savaş kararına ve savaşa desteği tamdır. Hatta halk, yaptığı gösterilerle yönetimi savaşa zorlamıştır. Askerlik şubelerinin önünde yığılan gönüllü kuyrukları da bunu göstermektedir.

Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız milli güç unsurları elbette savaşın kazanılması açısından çok önemlidir. Ama sonuçta savaş iki ordu arasında meydana gelen bir şiddet hareketidir. Son kertede sonucu belirleyen de askeri güç olmaktadır. Askeri güç ise savaşın üzerinde yapıldığı platform olan coğrafya ile doğrudan bağlantılıdır.

Savaşın üzerinde meydana geldiği Karabağ coğrafyası ilk bakışta savunana avantaj sağlayan bir yapıda görülmektedir. Çünkü, bölgenin kuzeyi yüksek dağlarla adeta bir kale suru gibi savunmaya uygun bir yapı teşkil etmektedir. Nehirler ve dereler kuzeyden güneye doğru akmakta ve doğu-batı istikametinde taarruz etmesi gereken Azerbaycan ordusu için birbiri gerisinde dizilmiş irili ufaklı birçok engel teşkil etmektedir. Bu engellik vasfı sebebiyle dereler ve nehirler, Ermeniler için uygun savunma hatları özelliği göstermektedir.

Nehir ve derelerin açtığı vadiler de doğudan batıya taarruz edecek olan Azerbaycan ordusu için büyük bir sorundur. Ters kompartmanlar teşkil eden bu vadiler ve aralarındaki sırtlar, taarruz edene sürekli rakım almak, rakım inmek ve engel geçmek gereğinden kaynaklanan yıpratıcı sorunlar yaratmaktadır. Üstelik arazinin büyük bir bölümü sık ağaçlar ve meşeliklerle kaplıdır. Bu durum, zırhlı birliklerle taarruz açısından araziye büyük bir engellik vasfı kazandırmaktadır.

Ermeniler, arazinin bu engellik vasfı ile de yetinmemiş ve birbiri gerisinde üç savunma hattı inşa etmişlerdir. Sınıra paralel ve birbiri gerisinde İran sınırından kuzeyde Ermenistan sınırına kadar uzanan bu savunma hatları boyunca geniş hendekler, mevziler, sığınaklar, ikmal maddeleri depoları, havan ve topçu mevzileri hazırlanmış, kritik yerler tel engelleri ve mayınlarla güçlendirilmiştir. Bu durum, coğrafyanın savunma kapasitesini pekiştirmiştir.  

Bununla birlikte arazi, bazı bölgelerde savunan açısından zafiyetler yaratmaktadır. Bölgenin güneyi buna en iyi örnektir. Arazi, güneyde düz ve çıplaktır. Bu sebeple, zırhlı birliklerle yapılacak taarruzi harekata uygun ve savunulması zordur. Bölgenin doğu kesimlerinde de bazı bölgelerde bitki örtüsü zayıftır. Yani arazi, cepheden ve özellikle de güneyden yapılacak taarruzlara karşı hassasiyet arz etmektedir.

Temas hattının konumu da Ermenistan açısından sorun teşkil etmektedir. Temas hattı, yarım ay şeklinde Azerbaycan topraklarına doğru bir girinti yapmaktadır. İç hat konumundaki bu sınırın, nüfusu sadece 145 bin olan Karabağ’ın silahlı unsurları ile küçük Ermenistan ordusu tarafından uygun şekilde savunulması oldukça zordur.

Bununla birlikte iç hat konumu, kuvvet tasarrufuna imkân vermesi sebebiyle küçük bir ordunun büyük bir orduya karşı koyması için avantajlıdır ancak arazinin yan yollarla bir uçtan diğer uca kuvvet kaydırmaya veya ihtiyatların ihtiyaç duyulan bölgeye hızla kaydırılmasına uygun olması gerekir. Bunun için de arazide yan yollar ve ihtiyat mevzilerinden cephenin her yerine giden yollar olmalı, mümkünse kitlesel taşıma için demiryolu bulunmalıdır.

Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerinin yapıldığı bölge bu özelliklere sahiptir ve zayıf Türk ordusu bu sayede güçlü Yunan ordusunu iki defa yenmiştir. Ancak Karabağ’da demiryolu olmadığı gibi yan yollar da yoktur. Üstelik arazinin parçalı yapısı ulaşımı daha da zorlaştırmaktadır.

Bu olumsuzluklar iki tarafın da tırtıllı ve tekerlekli araçlarla hareket kabiliyetini olumsuz etkilemektedir. Bu sebeple zırhlı birlikler, daha çok sabit bir atış platformu olarak kullanılmak zorundadır. Zırhlı birliklerle Karabağ’ın güneyi hariç neredeyse tamamında ancak kısa mesafeli mahdut hedefli taarruzlar ve karşı taarruzlar yapılabileceğinden Ermenistan ordusunda oldukça fazla miktardaki tank ve zırhlı araçlarını kitlesel olarak kullanması mümkün değildir.

Arazinin bu yapısı, buna uygun bir kuvvet yapısı oluşturan tarafa avantaj sağlamaktadır. Yani çok sayıda tank ve zırhlı araç (güney bölgesi hariç) yerine piyade ağırlıklı ve özel birliklerin aktif kullanımına dayanan bir kuvvet yapısı oluşturan taraf daha avantajlı olacaktır. Bu konu Milli Gücün savaşta en etkin kullanılan ve sonucu alacak unsuru olan askeri güç ile doğrudan ilgilidir.

Askerî güç, genellikle bir ülkenin sahip olduğu birlik, silah ve personel sayısı ile ölçülür. Bununla birlikte silahlı kuvvetlerin lider kadrosu, birliklerin tecrübesi ve eğitim seviyesi, ordunun morali ve disiplini, halkın orduya verdiği destek de askerî gücün önemli unsurlarıdır. Ayrıca ülke ekonomisi ve teknolojisi başta olmak üzere diğer millî güç unsurlarının silahlı kuvvetleri destekleme derecesi de askerî gücü etkiler.

Askerî güç, kuvvet göstermek veya kullanmak için örgütlenir ve mevcut tehditlere, gerçekleştirilecek millî çıkarlara ve diğer millî güç unsurlarına göre şekillenir. Askerî güç, kullanıldığı savaş koşulları gibi ülke içindeki ve dışındaki gelişmelerden de etkilenir. Dolayısıyla, savaş süresince bu şartlara göre yapısal olarak veya büyüklük olarak değişebilir.

Dağlık Karabağ’ın yasadışı yönetiminin ordusu, 15.000-20.000 civarında subay ve erden oluşmaktadır. Personel, çoğunlukla Karabağ ve Azerbaycan'ın muhtelif yerlerinden gelen Ermenilerden oluşmaktadır. Silah ve teçhizata bakıldığında ise ordunun ağırlıklı olarak Sovyet Ordusu'nun bıraktığı silahlardan olan Kalaşnikof piyade tüfeği, tank ve ağır top ile donatıldığı görülmektedir.

Ermenistan ordusu resmen olmasa bile fiilen Karabağ’da savaştığından Ermenistan ordusuna da bakmak gerekmektedir. Ermenistan ordusu, Sovyetler döneminden kalan silahların yanında Rusya ile yakın ilişkileri sayesinde son model Rus hava savunma füzeleri, uçaklar, füzeler ve diğer bazı silahlara sahiptir.  

Savaş sırasında Azerbaycan ordusu tarafından imha edilen veya sağlam olarak ele geçirilen tank ve zırhlı araç miktarına bakıldığında, aslında küçük Ermeni ordusu için oldukça fazla tank ve zırhlı araç bulunduğu görülmektedir. Bu durum bir kuvvet çarpanı gibi görünse de arazi yapısının hareket ve manevra kabiliyeti açısından sağladığı engellik vasfı dikkate alındığında aslında bir zafiyetin göstergesidir.

Hele de zırhlı araçların hava üstünlüğü olmadan kullanılmasının neredeyse imkânsız olduğu dikkate alındığında bu zafiyet daha da büyümektedir. Üstelik Azerbaycan ordusu, çok sayıda SİH’ya sahiptir ve bunları havadan yere taarruzlar için etkili bir şekilde kullanmayı planlamıştır.

Ermenistan’ın en büyük hatası, tank ve zırhlı araç miktarındaki sayısal üstünlüğe aşırı güvenmesi olmuştur. Bu yüzden, savaş öncesinde “yeni savaşlar, yeni topraklar” diye tanımlanan yeni bir konsept belirlediklerini ilan etmişler, cephe boyunca birçok noktada saldırgan hareketlerde bulunmuşlar ve yeni bir savaşta Bakü’ye kadar gidecekleri şeklinde hayali söylemler geliştirmişlerdir.

Halbuki bu aşırı kendine güvenlerinin herhangi bir mantıklı dayanağı yoktur. Ermeniler Birinci Karabağ Savaşı’ndaki kolay başarılarını gözlerinde fazla büyütmüşler ve 1994’te gördükleri rüyadan uyanamamışlar, belki de uyanmak istememişlerdir.

Bu yüzden Ermeniler, Azerbaycan ordusunu zayıf ve savaş kabiliyeti olmayan bir ordu olarak görmüşlerdir. Aslında 1994 yılı için bu düşüncelerinde haklılık payı da vardır. Bunu kişisel olarak bizzat gözlemleme fırsatım olduğu için kolaylıkla söyleyebiliyorum. Çünkü 1995 yılında Azerbaycan’da görevlendirilmiş ve bir Azerbaycan bölüğünü eğitmiştim. Bu sebeple o zamanki Azerbaycan ordusunu tanıma fırsatım olmuştu.

Benim o zaman gördüğüm manzara genel hatlarıyla şöyleydi. Azerbaycan askeri, aynı Türk ordusundaki askerler gibi vatansever, emirlere uyan, ülkesini seven çok iyi askerlerdi. Hatta o zaman için tamamı en az sekiz yıl eğitim almış olduğundan bizim askerlere göre üstün bazı özellikleri bile vardı. Ama geri kalan her şey çok sıkıntılıydı.

Araç, silah, malzeme ve hatta gıda ve ilaç bile yetersizdi. Ama bunlar bir şekilde kısa sürede halledilebilecek sorunlardı. En önemli sorun, Azerbaycan ordusunda yeterli subayın bulunmamasıydı. Üstelik mevcut subayların çoğu da herhangi bir subayın sahip olması gereken en temel niteliklere sahip değildi.

Çünkü subayların büyük çoğunluğu astsubay, erbaş ve hatta erlerden uyanık olanlardan subaylığa geçmiş kişilerdi. Bu subayların bir kısmı, rütbelerini herhangi bir askeri okul eğitimi sayesinde değil, torpil veya rüşvetle kazanmışlardı. Bu sebeple, en basit bir askerî harekâtı planlamayı ve icra etmeyi bilmiyorlardı. Birliklerini de eğitemiyorlardı.

Birlikler, çavuşların eline bırakılmış durumdaydı. Çünkü her şeye rağmen subay sayısı çok azdı. Örneğin benim eğittiğim bölüğün bağlı olduğu taburun komutanlığına bir üsteğmen bakıyordu. Bu üsteğmen akıllı, uyanık, dinlerse anlatılanı anlayan ve astları üzerinde bazen cebri tedbirler uygulamak zorunda kalsa da otorite kurabilen biriydi.

Ama birliğin başında nadiren bulunuyordu. Çünkü diğer askeri personel gibi aldığı çok düşük maaş sebebiyle geçim sıkıntısı çekiyor ve ailesini geçindirebilmek için başka işlerle uğraşıyordu. Uzun uğraş ve çabalarımız sonucunda adamı birliğine düzenli olarak her gün gelmeye ikna ettik. Bundan sonra da oldukça hızlı ilerleme kaydettiğini gördük.

Subay ve astsubayların çoğu üsteğmenle aynı durumdaydı çünkü bir teğmenin aylık maaşı Türk ordusundaki muvazzaf olmayan çavuşların maaşı (hatırladığım kadarıyla 40 dolar civarında) kadardı. Daha ast rütbedeki kişilerin maaşlarının ne kadar olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

Bununla birlikte, eğitim yaptırdığımız alayda Rus Harp Okulu’ndan mezun olmuş çok iyi subaylar da vardı. Mesela alay komutanı ve alay harekât ve eğitim subayı iyi subaylardı. Disiplinli, dürüst ve vatansever insanlardı. Birliğin eğitim seviyesini artırmak için canla başla çalışıyorlardı. Ama imkansızlıklar, onların elini kolunu bağlıyordu.

Benim eğittiğim bölüğün komutanı teğmendi. Bakü’de Türk ordusunun yardım ve desteğiyle açılmış olan Harp Okulu’ndan bir yıl önce mezun olmuştu. Eğitime başladığımız günlerde iki tane Kiçik Teğmen (Asteğmen) daha geldi bölüğe. Eğitim seviyeleri çok yüksek değildi ama onlara bakınca moralim düzeliyordu. Çünkü, yanlış hatırlamıyorsam iki yıl veya üç yıl okudukları Harp Okulu’nda temel askerlik nosyonunu almış ve subay olma bilinci ile yetişmişlerdi. Söylediklerimi can kulağıyla dinliyor ve ellerinden geldiği kadar uyguluyorlardı. Üstelik bu yeni subaylar, başka işlerle uğraşmıyorlardı. Vatansever ve milliyetçi çocuklardı. Onlara bakınca, Azerbaycan ordusunun bir gün mutlaka güçleneceğini ve Ermenilere hak ettikleri dersi vereceğini düşünüyordum.

Nitekim bu düşüncemde haklı olduğum ortaya çıktı. Ama bu, bir günde ve kolayca olmadı. Çünkü bir ordu kurmak o kadar kolay bir şey değildir. Hele de subay yetiştirmek hiç kolay değildir. Atatürk’ün de dediği gibi subay bir ordunun ruhudur ve itici gücüdür. Bir ordu başarısızsa, iyi subayları olmadığı için başarısızdır.

O zamanlar sohbet ettiğim subay ve astsubayların anlattığına göre, Sovyet döneminde Kızıl Ordu’da Kafkasyalılar ve özellikle de Müslüman Kafkasyalılar muharip görevlere getirilmiyor, daha çok idari görevlerde çalıştırılıyormuş. Subay sayısı da bilinçli olarak az tutuluyormuş. Sovyetler dağılıp bağımsızlık kazanılınca, yeni bir ordu kurarken bunun sıkıntısını yaşamışlar. Zaten yukarıda da bahsettiğim gibi bu sıkıntı hala kendini gösteriyordu.

Bir ordunun dağıtılması ve yerine yeni bir ordu kurulmasının zorluğu her devlet için sıkıntılıdır. Hele de bu süreçte önemli bir savaş yaşanırsa bunun çok acı sonuçları olur. Örneğin II. Mahmut Yeniçeri ordusunu yok edip yerine yeni bir ordu kurdu ama bu ordunun savaşçı bir ordu haline gelmesi onlarca yıl sürdü. II. Mahmut döneminde kaybettiğimiz topraklar ve devletin kendi valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ordusu karşısında kaldığı aciz durum da bunu açıkça göstermektedir. Azerbaycan da benzer bir sorunla karşılaşmıştır.

Ermeniler açısından durum biraz daha farklıdır. O yıllarda Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçibey, Rus ordusunu ülkesinden çıkarmıştır. Fakat Ermenistan’da hala Rus birlikleri bulunmaktadır. Ermeniler, bu birliklerin de yardımıyla Birinci Karabağ Muharebesi’ni kazanmıştır.

Bu birlikler savaştan sonra da Ermenistan’da kalmış, hatta sınır güvenliği de Rus ordusuna bırakılmıştır. Bu durum Ermenilere, kısa vadede büyük bir avantaj sağlamıştır. Ama uzun vadede bu durum tam tersine bir etki yaratmıştır. Çünkü Azerbaycan ordusu sadece kendi gücüne dayanmak zorunda olduğundan her geçen gün güçlenirken Ermeni ordusu zayıflamıştır. Aliyev döneminde sağlanan istikrar ve petrol gelirleri sayesinde sağlanan ekonomik gelişmenin bunda büyük bir payı vardır ancak asıl önemli gelişmeler ordunun kendisinde ortaya çıkmıştır.

Ebulfeyz Elçibey gibi Haydar Aliyev de İlham Aliyev’in sık sık söylediği gibi mevcut reallikle (fiili durumla, yani Karabağ’ın Ermenilerce işgaliyle) barışmamış, yani bunu kabul etmemiştir. Sadece kabul etmemekle kalmamış aynı zamanda uluslararası arenada Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu kabul ettirmiş ve bunu uluslararası belgelere geçirtmiştir. Bunun soncunda, Ermenistan da dahil hiçbir devlet Karabağ’da kurulan terör rejimini resmen tanımamıştır. Bu durum bölgeye dışarıdan yatırım ve nüfus gelmesini önlemiştir.

Azerbaycan ise, Türkiye’nin de desteğiyle daha savaş sırasında ordusunu kurmaya başlamıştır. Bunun için bence en önemli adım Bakü’de kurulan Harp Okulu ve diğer askeri okullar olmuştur. Ondan sonra da Türk ordusunun çeşitli birimlerinde Azerbaycan ordu personeli eğitilmiş ve ortak tatbikatlar yapılmıştır.

Bu süreçte ordu yapılanması da zamanın ihtiyacına göre düzenlenmiş ve geliştirilmiştir. Bunun en önemli adımı ise Özel Tayinatlı Koşunlar denilen Özel Kuvvetler Komutanlığı, komando birlikleri ve diğer özel harekât birliklerinin teşkil edilmesi olmuştur. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi Karabağ arazisinin zor koşullarında harekât icra etmek için en gerekli unsurlar bunlardır.

Ermenistan ise 1994’ten sonra ordusunu aynı şekilde geliştirememiştir. Çünkü galip olmanın verdiği özgüven ve Rusya’ya duyulan aşırı güven yüzünden buna gerek duyulmamıştır. 1994’ten sonra Ermenistan ekonomisinin kötü olması sebebiyle ülkeden neredeyse tüm dünya ülkelerine yapılan göç sebebiyle nüfusun azalması da ordunun gelişmesini olumsuz etkilemiştir.

Ermenistan’da sürekli olarak Rus birliklerinin bulunmasının verdiği güven, bunun en önemli sebebidir. Bu yüzden Ermeni ordusu gerek silah, araç ve teçhizat, gerek zihniyet açısından 1990’lardaki yapısında büyük bir değişim göstermemiştir. Zihinsel gerilik, silah ve teçhizat geriliğinden daha da önemlidir. Çünkü savaşta zafer kazandıran en önemli şey, orduların uyguladığı doktrin ve konseptlerin (stratejilerin) uygun olmasıdır.

Azerbaycan ordusu dünyada savaş, strateji, silah ve teçhizatta meydana gelen gelişmeleri gün be gün takip edip kendini buna göre dönüştürürken Ermenistan ordusu bunu yapamamıştır. Bunun en önemli sebebi Ermenilerin zihniyet olarak Sovyet döneminde saplanıp kalmalarıdır.

Örneğin Sovyet doktrinine göre savunma direnek noktaları şeklinde yapılır. Üç kademe şeklinde tertiplenen savunma birlikleri mevziler kazarak yere gömülür ve bu savunma mevzileri tel engeller ve mayınlarla kuvvetlendirilir. Destek silahları ve özellikle de mevzi ilerisine yapılan baraj ateşleri ile düşmen yıpratılmaya çalışılır. Tanklar da bu mevzilerin güçlendirilmesi için sabit mevzilere yerleştirilir.

Arap-İsrail Savaşlarında Suriye ordusunun tankları, yaygın kullanım şeklinin aksine sabit mevzilerde kullanılmasının sebebi de bu Sovyet anlayışından kaynaklanmaktadır. Sovyet doktrinine göre savunmada tanklar sadece kısa mesafeli karşı taarruzlarda kullanılır. Düşman yıpratılınca gerideki stratejik ihtiyatlar genel karşı taarruza geçer.

Ermenistan da Karabağ’da tank ve zırhlı birlikleri bu savunma anlayışına göre kullanmıştır. Savunma sistemi de Sovyet doktrinine göre düzenlenmiştir. Ama Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra dünya ve buna paralel olarak savaşlar çok değişmiş, doğal olarak Sovyet doktrini çok geri kalmıştır.

Ermeniler; Sovyet doktrinine uygun olarak önce savunma yaparak Azerbaycan ordusunu yıpratmak ve sonra da güçlü top, roket ve füze birliklerinin desteğiyle kitlesel olarak karşı taarruza geçerek ezmek temelinde bir stratejiyi esas almışlar ancak Azerbaycan’ın savaşın başından itibaren hava üstünlüğünü ele geçirmesi ve özellikle Suriye ve Libya’da SİHA’ların yeni kullanım şeklinden dersler çıkararak bu silahları etkili şekilde kullanması sonucunda ne yapacağını bilemez hale gelmiştir.

Ermeniler, iç hat konumuna uygun olarak yan yollar inşa edip birliklerini buna göre yerleştirmediklerinden tüm cephe boyunca ihtiyaç duyulan bölgeye ihtiyaç duyulan birlikleri gönderememiştir. Bunun bir sebebi de Ermenilerin ellerinde yeterli birlik olmadığı halde hiçbir bölgeden vazgeçmeyecek şekilde tertiplenmeleridir. Halbuki güneydeki savunması zor düz alandan vazgeçip ağırlıklı olarak kuzeydeki dağlık bölgeyi tahkim edip birliklerinin çoğunu bu bölgeye yerleştirselerdi durum biraz daha farklı olabilirdi. Güneydeki düz ve çıplak toprakları savunmak zor olduğundan buraya birlik ayırmaları kuzeyde de kuvvetli olmalarını engelledi.

Nitekim hiçbir yerde kuvvet çoğunluğu sağlayamayan Ermenilerin cephesi, güneyde daha ilk günlerde yarılmış ve Azerbaycan ordusu bu yarma gediğinden içeri soktuğu birliklerle bir yandan İran sınırı boyunca Ermenistan sınırına kadar ilerlerken diğer yandan güneyden kuşatıcı bir manevra yapma imkânı bulmuştur.

Azerbaycan ordusu tüm cephe boyunca taarruz edip cepheden ve kuzeyden Ermeni ordusunu sımsıkı kavradığından, bu bölgedeki birlikler yarma gediğini kapatmak için güneye kaydırılamamıştır. Böylece güneydeki yarma gediğinden giren özel birlikleriyle Laçin koridorunu kesmeyi başaran Azerbaycan ordusu hızla kuzeye doğru ilerlemiş ve Şuşa’yı ele geçirerek Ermenistan’ın savunma azim ve iradesini kırmayı başarmıştır.

Bunda SİHA’ların Ermenistan zırhlı araçları, tankları, hava savunma sistemleri ve destek silahlarının çoğunu imha etmesinin de büyük bir etkisi olmuştur. Bu araçlarla beraber etkisiz hale gelen askerlerin yanında SİHA’arın toplu piyade hedeflerine karşı da kullanılması sonucunda Ermeni ordusunda çok yüksek zayiatlar verilmiş ve Ermenistan eksilen personeli bütünlemekte sıkıntıya girmiştir.

Hiçbir cephede başarılı bir savunma icra edememeleri ve bir nesil yok oldu dedirtecek kadar yüksek zayiat vermeleri sebebiyle Ermeniler, Azerbaycan’ın isteklerini kabul ederek ateşkes anlaşması imzalamak zorunda kalmışlardır.

Sonuç olarak Azerbaycan ordusu, bağımsızlığını kazandığı andan itibaren güçlü bir ordu kurmaya çalışmış, bu orduyu kaybedilen toprakları geri alacak şekilde uygun doktrin ve konseptler uygulayacak şekilde eğitmiş, donatmış ve hazır hale getirmiştir. Orduyu ve gençliği de taarruzi bir ruhla eğitmişlerdir.

Ermeniler ise 1994’ten itibaren aynı gelişmeyi sağlayamamış ve sadece silah, araç ve teçhizat açısından değil, zihniyet ve savaş anlayışı açısından da Azerbaycan ordusuna göre çok geri kalmıştır. Bunun sonucunda savaşa daha iyi hazırlanan Azerbaycan ordusu galip gelirken Ermeni ordusu ağır bir mağlubiyete uğramıştır.

Dr. Mehmet ÇANLI
Dr. Mehmet ÇANLI
Tüm Makaleler

  • 23.01.2022
  • Süre : 11 dk
  • 1333 kez okundu

Google Ads