İhtiyar Çoban Uzaylı Görmüş Gibi Bizden Kaçtı
Bu ihtiyar köylü ovaya yaydığı davarların çobanı imiş. Üzerinde dolaşmaya başladım, aynı zamanda bu düzlükte engebe olup olmadığını aradım. Her geçişimde ihtiyar çobana yakından selam veriyor, ilgisini çekmeye çalışıyordum ama ihtiyarda hiç hareket yok.
Vecihi Hürkuş anlatmaya devam ediyor.
20 Eylül 1931. Gümüşhane’ye Doğru Havalandık
Tekrar kuşumu havalandırarak tepeleri karlı, 3.000 metrenin üstündeki Soğanlı Dağlarını tırmanmaya başlamıştık. Sahile yığılacakmış gibi dik bayırlar halindeki ormanlarla sarılı bu dağlara tırmanmak, Vecihi XIV uçağım için bir çeşit deneme aşaması oluyordu, 60 kilometrelik mesafede uçağın plafondunu yapmak (yüksek irtifalara çıkarmak) kolay bir şey değildi. 3.500 metreye yükselen kuşumuzun motoru arızasız en yüksek enerji ile çalışıyor ve biz bu yükselişte önümüzdeki tepelerin eteklerini dolaşmak zorunda kalıyorduk. Soğanlı Dağlarını aştıktan sonra Gümüşhane Vilayet Merkezini ziyarete başladık.
Burada da halkımızın heyecanlı coşkusu aynı şekilde devam ediyordu ama Gümüşhane sarp dağlar arasında bulunduğundan gösteri uçuşlarımızın yapılması hayli zor olmuştu. Ve nihayet Erzurum’dan hareketimizden bir buçuk saat sonra Bayburt üzerine vardık. 1.650 metre rakıma sahip bu küçük kasabamızda yaptığım uzun gösteri uçuşları program gereği idi ve burası yakıt ikmal yeri ve konaklama yerimizdi. Etrafta meydan aramaya başladım, kasabanın etrafından meydana benzer düzlük bir saha göremedim, haritama baktım, kasabanın 12 kilometre batısında bir meydan işareti yapmıştım hemen o tarafa dönerek işaret yerine yaklaştım, bu bölge alabildiğine düz bir arazi ama hiçbir işaret olmadığı gibi, insan da yok. Bu ıssızlıkta iniş yeri aramak da kolay bir şey değilmiş.
İhtiyar Çoban Uzaylı Görmüş Gibi Bizden Kaçtı
Bu durumda uçuşumu güneye doğrulttum ve hayli uzakta bir insan görünce uçağımı çevirip ona yaklaştım. Bu ihtiyar köylü ovaya yaydığı davarların çobanı imiş. Üzerinde dolaşmaya başladım, aynı zamanda bu düzlükte engebe olup olmadığını aradım. Her geçişimde ihtiyar çobana yakından selam veriyor, ilgisini çekmeye çalışıyordum ama ihtiyarda hiç hareket yok. Sonunda yere indim, ihtiyara yaklaşmaya başladım. İşte o an ihtiyar yerinden fırladı ve korkmuş gibi kaçmaya başladı. Ben de uçağı durdurarak yere atladım ve ihtiyarın arkasından “Baba, Baba” diye bağırmaya başladım. Türkçeyi duyan ihtiyar çoban durdu ve yanımıza geldi.
Babaya ilk sözüm Bayburt Hava Kurumu üyelerini sormak olmuştu. Henüz ne gelen var ne görülen, “Nerede arkadaşlar?” dedim. İhtiyar önce yüzüme, sonra da koyun sürüsüne bakarak “Bunlardan başka hiçbir şeyden haberim yok evlat” dedi. Notlarıma zaman kaydı koymamışım, en az iki saatlik yolu yürümeye mecbur olan halk uçağın yanına gelene kadar baba ile uzun, uzun dertleşmiş, onun dertlerine ruhen ortak olmuştum. Bu dertleşme hakkında notlarımda çok hazin notlar var ama bilmem yazayım mı? Şimdilik dursun demek daha doğru olacak galiba.
Sonunda süvari karşılayıcıları takip eden Bayburt halkı ve civar köylüler akın etmeye ve uçağı sarmaya başladılar. Ellerinde pabuçları şişkin ayakları ile 12 kilometrelik yaya yolun ızdırabına rağmen değerli yurttaşlar bu ulusal başarıdan duydukları huzur ve sevinç içinde yorgunluklarını anlayamadılar bile. Bayburtlu kardeşlerimizle çabuk anlaştık, onların içten coşkusu Türk ruhunun hassasiyetinin açık örneği idi.
İç Anadolu’nun kağnıdan başka araç görmemiş bu saf evlatları ilk defa yuvalarında gördükleri bu uygar ulaşım aracı karşısında duydukları hayranlığı açıkça belli ediyorlardı. Bu ulusal olayın ve yurt savunmasında uçağın yaptığı rolün ruhlara saçtığı ateşle Bayburtlular bağış coşkunluğu içinde kurum veznesini doldurdular.
Hep havacılık konuları ile neşeli bir geceyi daha, bu kardeşler arasında yaşamıştık.
Sipikör Dağı ve Munzur Dağlarının kuzey eteklerindeki kayalıkları yalayarak akan Murat Nehri; asırların bakir nimetler kanalı olduğu kadar savaş anılarının da derin izleriydi. Vurduğum, yaktığım, ilk Türk hava zaferini kazandığım, yaralandığım ve düşerek düşmana esir olduğum yerler üzerinde uçarken duygularımda heyecanlar beliriyordu.
O acı olaylar zamanında düşman çizmeleri altında titreyen bu aziz ana topraklar şimdi olgunlaşmış, bağımsızlığına kavuşmuş, hür ulusumuzun mutlu beşiği idi. O tarihte düşman üzerine bombalar attığım bu güzel yurda şimdi konfetiler saçıyordum.
Daha sonra Suşehri, Zara, Hafik ve Sivas, hep aynı tempo ile havacılık kalkınması programının ziyaret hedefleri idi. Her indiğimiz yerde halkımız bu ulusal girişimi candan selamlıyor ve teşvike gerek hissettirmeden kutsal amacı desteklemek yarışına gönülden koşuyorlardı.
Artık Kuzey ve Doğu Anadolu gezimizin sonundaydık. Önümüzdeki uğrak ve konak yerleri sırasıyla; Şarkışla, Akdağmadeni, Sorgun, Yozgat, Sungurlu ve Kalecik şehir ve kasabaları ve bu yol civarındaki köylerimiz halkı, her yerde yaptığımız gibi üzerlerinde uçarak, inerek, uçurarak, kurumun selam ve teşekkürlerini sunarak ve kuruma yardım sözlerini saçarak aziz yurttaşlarımızı ulusal havacılık davası etrafında birliğe çağırıyorduk.
Son Durağımız Kalecik
Son durağımız Kalecik. Kızılırmak’ın batısında yanık bayırlar üzerinde kara kayaların sardığı bir kasabacık, ama bu küçük kasabanın halkı ne büyük insanlarmış!
Ellerinde bayraklar, Türk yavrularının etrafını sardığı küçük bir tarlaya inmiştik. Etrafımızda toplanan halkın yedisinden yetmişine kadar, kadın, erkek, coşkun bağırışları ve motorumuzun sesini susturacak kadar ayyuka yükselen alkış sesleri ile adeta bizi şaşırtmışlardı. Bu heyecan içinde kurbanlar ortaya getirildi, bu Türk emeği özel uçağımın olumlu başarıları dileğiyle tekerleklerimizin önünde kestiler ve kanlarını nazarlık gibi kanatlara sürdüler.
Herkes neşe içinde, bir kır ziyafeti şeklinde yenildi, içildi ve sonunda esas konuya gelinerek ulusal havacılık davasının önemi bu gezinin son gününün heyecanlı konusu olmuştu. Daha birinci kitabımın önsözünden itibaren kalemime temel konu aldığım, Türkün yurt savunması konusundaki hassasiyetini ve başarı üstünlüğünü bu alçak gönüllü sahnede ve halkın candan coşkusunda görmek çok kolay. Kısa zamana sığdırdığım kurum amacı konuşmalarımdan sonra aziz yurttaşlarımıza veda ederken, uçuş meydanında hazırlanmış masanın etrafını saran bu yardımsever varlık, davarını, tarlasını, değirmenini ve hatta yuvasını bu uğura bağışlamak gibi örnek tutumu kurum adına gurur, takdir ve şükranla görerek uzaklaşıyorduk.
Ankara’ya varış, Yurt Gezisinin Sona Ermesi
Güneyimizde Çatalkaya’lar nirengim, yaklaşıyoruz, daha ilerisi çorak ova, o tarihteki Ankara yürekler acısı ilkel bir Anadolu kasabası, ama devlet merkezimiz, elbette böyle kalacak değil, Türk azmi neler yaratmaz. Şimdi üzerindeyiz. Hava meydanı hipodrom alanı, inişten önce Ankara halkını ve kurum merkezini havadan selamlarken elimizde kalan son konfetileri de halka saçarak dolaştık.
Meydan bir hayli kalabalıktı, demek arkadaşlarım bizi karşılamak için toplanmışlardı. İnişe geçip arkadaşlarla kucaklaştık, bütün kurum mensuplarının tebriklerini kabul ettik. Gönül bu hissin sonsuzlaşmasını istiyor ve bu insana huzur veriyordu. Çünkü teşvik, özellikle kişisel girişimlerin esas temelidir ve ben idealimi gerçekleştirmek için buna muhtacım.
O gün Ankara’ya indiğimde kazanılan başarı, uçağımın yeteneğini göstermesini fazlasıyla aşmıştı. Hele doğanın insafsızca yolumuz üzerine serptiği 3.000 metrenin üzerindeki dağları tek bujili ilkel motorla hem de emniyet içinde aşmak, havacılık ilmine inançtan doğan gerçek bilginin sonucu idi.
Bana bu güzel başarıyı kazandıran Vecihi XIV uçağım, Türk kafası ve Türk emeği olan özel uçağım ve ona çok iyi bakan değerli öğrencim ve makinistim Hamid Şeran olmuştu. Bu inançla birinci yurt gezisi tamamlanmış ve ben huzur içinde yuvama dönmüştüm.