Site İçi Arama

tarih

Çaldıran'da İki Kardeş Ulus Neden Savaştı?

Bir Savaşın Anatomisi

Bugün Erdebil ve Tebriz’de herkes Yavuz Selim ve Şah İsmail kavgasının ne kadar lüzumsuz ve tahripkâr olduğunu tekrarlar. Birisi Türk şiirinin en arı dilli şairi olan Şah İsmail, öbürü Fars şiirinin üstadı olacak derecede dil bilen Yavuz Selim’in savaşı bir medeniyet mücadelesi değildir. Peki bu kavga ne içindi?

Safevi ve Osmanlı Hanedanlıklarının Savaşı ve Kırılan Türk Ulusu

Tarihin garip bir cilvesi, 1500’lü yıllarda şimdiki Azerbaycan ve İran'ın kuzey doğuşuna kadar olan topraklarda Safeviler devleti vardı. Bunlar da aynı Osmanlı Hanedanlığı gibi Safevi Hanedanlığı tarafından yönetilmekteydiler.

Bu devlet şimdiki Azerbaycan devletinin atalarıdır. İnanç sistemi olarak Şia mezhebine bağlıydılar. Şimdiki İranlılarla mezhepsel benzerlikleri vardı.

Anadolu’da kurulan Osmanlı Devleti’nin başındaki Osmanlı hanedanlığının çoğunluğu ise Hanefi Mezhebini benimsemişlerdi. Yani aynı kök Oğuzlardan gelen bu iki ulus, Türkçe konuşup Farsça ve Arapça yazan iki medeniyetin temsilcisiydiler. Çaldıran’da karşı karşıya gelip birbirlerini kırdılar. Ama tarihin cilvesi olsa gerek, bu “iki devlet bir millet” olarak Karabağ’da Türkün ve Türklüğün ortak düşmanlarından birisine karşı savaş verip birlikte kazandılar. O zaman geçmişte neden birlikte hareket edemediler ve birbirleriyle savaşmak zorunda kaldılar?

Türk Ulusunu birbirine kırdıracak bu anlamsız savaş oldu? Bu savaş o zaman aşağıda bire bir aynısı olan mektuplaşmalar ile başladı.

İşte din ve mezhep katılmış Saltanat Kavgasının İbretlik Belgeleri

Birinci Mektup

Şah İsmail'e ilk mektup İzmit/Hereke’de yazıldı. Nişancı Tacüzade Cafer Çelebi’nin kaleme aldığı nâmede Yavuz sultan selim, Şah İsmail’e özetle şöyle diyordu:

Şah İsmail’e

Her şeyi bilen gerçek melik olan Allah’ın katında din, şüphesiz İslam’dır ve kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir. Bu nâme, bizim büyük sığınağımız din düşmanlarını kahreden, hakanların miğferi, gazi ve mücahitlerin sultanı, İskender gibi yırtıcı, Feridun gibi şerefli, adaletin Keyhüsrevi; Sultan Murad oğlu Sultan Mehmet oğlu, sultan Bayezid oğlu Sultan Selim Han'dan emir İsmail'edir.

Sen, 'orman aslandan boşalınca çakal ortaya kahraman olarak girer' hükmü üzerine, tecavüz yoluyla doğu ülkelerini ele geçirdin. Zulüm ve eziyet kapılarını Müslümanların yüzlerine açtın. Dinsizliğin her yönüyle kaynaşıp yoğruldun. Nefsinin hevasına uyarak şeriatla bağlarını kopardın. Halkın temiz inançlarını yıkmayı kendine meslek edindin. Zinayı helal kılmak, haksız yere kan dökmek, mescit ve minberleri yıkmak, kabirleri ve mezarları yakmak, alimleri aşağılamak, Mushafları pisliklerin içine atmak ve şeyhayn-ı kirama (Hz. Ebubekir ve Ömer) küfretmek gibi çirkin ve bayağı işlerin herkesçe söylenir oldu. Alimlerimiz senin ve yandaşlarının dinden çıkıp küfre girdiğine fetva verdiler. Böylece bize düşen dini savunmak, zulme uğrayanları kurtarmak, ilahi emre uymak ve padişahlık namusunu yerine getirmektir. Bunun için ipekle bezeli kumaşlar yerine zırh ve çelik gömlek giyindim. Allah’ın yardımıyla zafer sancaklarım dalgalandı. Zafere alışkın olan aslan askerlerim harekete geçti. Kılıçtan evvel İslam’a gelmeyi teklif şanlı peygamberimizin ilkelerindendir. İşte bu mektup o gerekçeyle yazılmıştır. Kimi kötü davranışları gidermek mümkündür. Eğer sen de kötülük ettikten sonra Allah’tan af dileyenlerden olursan muzaffer ordumuzla girilmesini kararlaştırdığımız bölgeleri ulu kapımızdan sana bırakılma ihtimali vardır. Sonra bilmedim, aldandım demek fayda vermez. Gelip eşiğim toprağına yüz sürmek sana ve senin gibilere iftihardır. Bir an önce bu dediğimi yapasın. Yoksa sonra mazeretin kabul edilmeyecektir. Eğer karşı durmayı seçersen meydana gelesin, Allah’ın takdiri neyse o olur. Ancak o zaman da zulmünü mazlumlar üzerinden kaldırıp namını ve nişanını yok ederim!

İkinci Mektup

Yavuz sultan selim ve ordusu Sivas’tan hareketle Osmanlı topraklarını bitirip Azerbaycan sınırlarına girdi. Safeviler'den hala haber ve eser yoktu. Bunun üzerine Sultan Selim, Şah İsmail'e bir mektup daha gönderdi. Bu mektupta Sultan, askerlerinin bir kısmını Kayseri ve Sivas arasında bıraktığını da söylemekten çekinmeyerek şöyle diyordu:

"Ey İsmail Bahadır!

Uyulması gereken şu buyruk sana ulaşınca bilesin ki, İslam’ın namus perdesini yırtmaya gayret gösterdiğin için faaliyetlerini zafer rüzgarının ok ve hançeri ile temizlemek zamanı gelmiştir.

Önceki mektubumuzda, er isen meydana gel, Allah’ın takdiri neyse ortaya çıksın demiştim. Bundaki amacım birkaç ay önceden hazırlıklarını yapıp tedarikini görüp 'gafil bulundum, elim altındaki askeri toplamaya zaman el vermedi' diyerek özür ve bahanede bulunmayasın demekti. Amma uzun bir süredir dökülen at nallarından yeryüzü demire bürünmüş, dizginlerin şıkırtısından cihanın kulağı çınlayıp durmuştur. Nihayet Azerbaycan'dayım, her yer hilallerle bezenmişken senden ne ad ne de san ortaya çıkmamıştır. Öyle bir gizlenmiş haldesin ki, varlığınla yokluğun denktir. Kılıç taşıyanın belalara göğüs gerebilmesi, Başbuğluk sevdasında olanların ok ve kılıç yarasından korkusu olmaması gerekir. Selamet kaygısıyla perde ardında oturanlara erlik adı hatadır. Ölümden korkana ata binip kılıç kuşanmak yaraşmaz. Şimdi senin meydana çıkmamanın sebebi, muhtemelen askerimin çokluğundan korkmandır. Sendeki bu korkuyu gidermek için askerimden kırk bin bahadırı Kayseri ve Sivas arasında bıraktım. Düşmana at oynatması ve boş meydan bulması için fırsat vermek ancak bu denli olur. Eğer özünde her ne çeşitten gayret ve yiğitlikten eser varsa gelip askerim karşısına durasın. Ezelde ne yazılıysa gün yüzüne çıkmış ola. Selamlar doğru yolu tutana olsun!"

Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim’e Cevabî Mektubu

Osmanlı Ordusu Erzincan'a bağlı Yassıçemen'deki Hasanbey Çayırına geldiğinde Safevi elçisi Şah kulu Akay Bevey Ordugaha gelip Sultan Selim'e Şah İsmail'den gelen bir name ile içi afyon dolu bir altın kutuyu takdim etti. Şah İsmail mektubunda şöyle diyordu;

"Sultan Selim Şah'a,

Mektupların ulaştı. Cennetmekan babanızın zamanındaki yürüyüşümüz Dulkadirli Alaüddevle'nin küstahlığı yüzündendi. Yoksa her iki taraftan da dostluktan başka bir şey görülmedi. O memleketler halkının çoğu ecdadımızın kıymetlilerindendi. Sonra o hanedan ile eskiden beri dostluğumuz vardı. Timur zamanındaki gibi, kargaşalık çıksın istemezdik. Münasebetsiz sözlere hiç gerek yok. Bunların hepsi katiplerinizin uydurmaları olmalıdır. Yazıcılarınızın Afayon ile kurumuş zihinlerinden çıkan sözlerdir. Bu itibarla onlara kullanmaları için mührümüzle mühürlenmiş altın bir hokkayı Şahkulu ağa ile gönderiyorum.

Şu sırada İsfehan boylarında avlanmaktayım. Bu cevabı dostça hemen yazdık. Size karşı da hemen hazırlığa başladık. Kimseden korkumuz yoktur. Senin bu istediğini çokları tecrübe ettiler. Ali evlatları ile savaşanlar kendileri yok olup giderler. İş savaşla sonuçlanacaksa onu ertelemek doğru olmaz. Fakat sonunu da düşünmek gerek vesselam!"

Son Mektup

Elçinin hareketleri ve Şah’ın hitabından rahatsız olan Sultan Selim elçiyi derhal öldürttü. Daha sonra Osmanlı Ordusu Diyarbakır Çermik’e ulaştı. Buradayken akıncıların esir ettiği iki Safevi, Sultan Selim'in yazdırdığı nameyle Şah'a gönderdi. Önceki nameye cevap niteliğinde olan bu mektupta sultan Selim şöyle diyordu:

"İsmail Bahadır!

Cihanın itaat ettiği mektubuma cevaben sen de mektup göndermiş cüretli bir tavırla 'acele edin, biz de beklemekten kurtulalım' demişsin. Artık belli ve aşikâr ki yaratılışımızdan gelen cüretle uzak yerlerden yürüyüp emrin altında olan ülkeye girdim. Hükümdarların elindeki topraklar nikahlıları gibidir. Erlikten nasibi olan kişi başkasının kendisine saldırmasına katlanamaz. Halbuki bu kadar zamandır muzaffer askerlerim yurduna girmiş doyumluklar (ganimet) alırlar. Ama senden hala bir iz yok. Yaşadığınla öldüğün denktir.

Gerçek budur ki, şimdiye kadar senden bir mertlik ve yiğitlik anlaşılan hiçbir hareket görülmedi. Meydana gelen iş de baştan başa hile ve sahtekarlıktır. Şüphesiz senin geçici cesaretinin eseri ancak hile hud'a olur. Uğradığın derdin çaresi (afyon) sence bilinmekteymiş. Kullanmaya devam et. Belki böylece kalp kuvveti elde eder, karşımıza çıkmaya cesaret bulursun. Cesaretini kıran askerlerimden de kırk bin er geride bırakılmıştır. Düşmana iyilik ancak bu denli olur. Bundan sonra da geçmişteki kaçış üzere korku köşesine çekilirsen erlik adı sana haramdır. Miğfer yerine baş örtüsü, zırh yerine çarşaf giyip serdarlık ve şahlık davasından vazgeçesin"

Sonuç

Bu noktadan sonra zaten iyice gerilen ortam yerini savaşa bıraktı. 23 Ağustos 1514 tarihinde Çaldıran Ovasında karşı karşıya gelen iki ordu kozlarını paylaşacak ve sonunda ağır kayıplara rağmen Osmanlı Ordusu savaşı kazanacaktı.

Kaybedense birbirini kıran Türk Ulusu olacaktı.

Şimdi düşünün bu iki devletin başında Elçibey ve Gazi Mustafa Kemâl olsa böyle bir savaş olur muydu?

Kaynaklar

Tâcü't-tevârih, ıv, s. 177-180, 186.

Celalzâde Mustafa, s. 366, 368-369.

Haydar Çelebi ruznâmesi, s.43-44, 47.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 10.03.2022
  • Süre : 6 dk
  • 4113 kez okundu

Google Ads