Ulus Devletin Geleceği ve Küreselleşmenin Etkileri
Bazılarına göre, ekonomi gibi siyasetin de milli kalmasının imkânsızlaştığı bir sürece girildi. Ulus devlet modeli ortadan kalkacak. Diğerleri ise ulus devleti tarihin sonu, son model olarak görüyorlar, yapısal anlamda bazı değişiklikler olabilse de ulus devlet yapısının varlığını sürdürmeye devam edeceğini iddia ediyorlar.
Francis Fukuyama “Egemenliğin günbatımını ileri sürenler, ister sağ kanatta, serbest piyasaların savunucuları, ister sol kanatta, çok taraflılık yandaşları olsunlar günümüz dünyasında ulus devlet egemenliğinin yerini neyin alacağını açıklamak zorundadırlar. Bu boşluğu fiilen doldurmuş bulunanlar, çok uluslu şirketler, sivil toplum örgütleri, uluslararası örgütler, suç kartelleri, terörist gruplar ve benzerleri gibi, belli oranda güce ya da meşruiyete sahip olan fakat aynı anda ikisini birden nadiren bünyesinde barındıran kuruluşlardan oluşan renkli bir koleksiyondur. Net bir cevabın yokluğunda ulus devlet egemenliğine geri dönmekten ve bir kez daha devleti nasıl daha güçlü ve verimli kılabileceğimizi anlamaya çalışmaktan başka seçeneğimiz bulunmamaktadır.” demektedir. Öte yandan, ulus devletle bir arada düşündüğümüz geleneksel askeri güç şekli, bunların ihtiyacına yanıt vermekte açıkça yetersizdir. Ülkeler sadece kendi sınırları içinde değil, aynı zamanda diğer tehlikeli ve düzensiz devletler içerisinde devlet kurumları inşa etme becerisine sahip olmalıdır. Eskiden bu işgal sonucunda, işgal edilen topraklar imparatorluk topraklarına katılarak yapılırdı. Bugün ise demokrasi, insan hakları ve öz-yönetim savunularak bunlar yapılmaktadır.
Küresel düzen içerisinde serbest ekonominin yaygınlaşması, teknoloji ve liberalizmin milli sınırların klasik fonksiyonlarının bir kısmını ortadan kaldırması, klasik egemenlik unsurlarında görülen aşınmalar, esasta bilgi devriminin rekabete dayalı bir toplumsal yapılanmaya yol açması ve iktidar dağılımının zaruri hale gelmesi, son zamanlarda ortaya çıkan gelişmelerdir. Çok kültürlülük, etno-kültürel canlanma, küresel kitle kültürü gibi milli kimlik politikalarını klasik haliyle sürdürmeyi zorlaştıran süreçlerin de, bilgi devrimine paralel olarak çoğulcu bireyselliğe dayalı toplum ve siyaset anlayışının sonuçları olduğu söylenebilir. Düşünsel temellerini moderniteden alan milliyetçiliğin biçimlendirdiği, temel unsurlar ve yapısal özelliklere sahip olan ulus devlet modelinin böyle bir ortamda ne olacağı merak konusudur. Yeni siyasi yapılanma konusunda iki öngörünün ön planda olduğu görülmektedir. Son on yıla damgasını vuran öngörü, insanlığın ekonomi gibi siyasetin de milli kalmasının imkânsızlaştığı bir sürece girdiği, ulus devlet modelinin ortadan kalkacağı şeklindedir. Bu görüştekilerin dayanak noktaları, ulus devletin işlevselliğini ve rakipsizliğini yitirmesine sebep olduğunu düşündükleri toplumların başta ekonomik olmak üzere sosyal, kültürel, siyasi ve hukuki bakımlardan küresel sisteme entegre olmaya başlamaları, ulusal egemenliğin uluslararası kurum ve kuruluşlarla paylaşmanın kaçınılmazlığı, yerelleşme taleplerinin artmasıyla yerel otoritelere yetki devrinde görülen artış ile etnik bilinçteki canlanmayla çok kültürlülüğün yükselmesi gibi gelişmelerdir.
Diğer öngörü ise ulus devleti tarihin sonu olarak gören Hegel’i hatırlatırcasına, yapısal anlamda bazı değişiklikler olabileceği, ancak ulus devletin varlığını sürdüreceği şeklindedir. Bu görüşe göre, hem ulus ve milliyetçilik silinemeyecek olgulardır, hem de küresel bilincin önüne geçmesi imkânsızdır. Ayrıca, küreselleşme teknolojik ve ekonomik gücü olan rasyonel davranabilen tüm toplumlara, milli çıkarlarını daha rahat gerçekleştirme ve ulus devlet modelini daha işlevsel kılma yönünde imkanlar sunmaktadır. Küreselleşmenin belirsiz ve karmaşık ortamında her iki yaklaşımı da haklı çıkaracak bir şeyler bulmak mümkündür. Bu hengamede tartışmasız olan bilgi devrimi ve üretim biçimindeki değişiklik nedeniyle siyasi yapılanma biçiminin mevcut haliyle devamının imkânsız oluşudur. Ulus devlet biçiminin nasıl bir yapılanmaya dönüşeceğini tahmin edebilmek için ilk olarak bir durum tespitiyle ulus devletin temel unsurları ve yapısal özelliklerine yönelik tehditler belirlenmelidir.
Ulus-devlet modelinin öğeleri dikkate alınarak bir inceleme yapıldığında küreselleşme kapsamında en çok aşınmaya uğrayan ulus devlet öğesi olarak milli egemenlik ön plana çıkmaktadır. Milli sınırların bazı yerlerde sembolikleşmesi, küreselleşmenin iktidar erimesini hızlandırması, değişen egemenlik anlayışı, ulus devleti tartışma haline getiren başlıca gelişmelerdir. Milli egemenlikte hukuken ve fiilen gelinen nokta egemenlik açısından yeni bir meşruiyet zemininin gelişip gelişmediği, dolayısıyla ulus devletin yerini yeni bir modelin alıp almayacağı hakkında fikir verecektir. Ulus devletin temel unsurlarından milli kimlik ise milli egemenlik kadar aşınmamaktadır. Hatta Küreselleşmenin yerelliği güçlendirici etkileri, milli kültür ve kimliklerin muhafazasına, hatta eritilmek istenen alt kültüre de canlılık kazandırmaktadır.
Fakat küreselleşme olarak nitelendirilen hızlı ve kapsamlı tüm değişikliklere rağmen, ulusun yerini alacak bir meşruiyet zemininin olmadığı ve henüz belirmediği rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca kolektif kültürel kimlik, kolektif irade ve milli sınırlar doktrini gibi milliyetçi prensipler kısmen aşınmakla birlikte, milli egemenlik ve milli kimliğin en geçerli uygulamalar olarak bu unsurlarla yeniden biçimlendiği, milliyetçiliğin ideoloji ve hareket olarak varlığını güçlü bir şekilde devam ettirdiği görülmektedir. Yaşananlar ne küresel bir uygarlığa gidildiğinin veya yeni bir dünya toplumunun oluştuğunun, ne de piyasanın yeni bir meşruiyet birimi olarak geliştiğinin işaretleridir. Zihinlerde üst kimlik olarak ulus dışında bir kavram olmadığı gibi, bütün ideolojiler için ulus politik teorinin temel birimi olmaya devam etmektedir. Küreselleşmeyle ortaya çıkan meşruiyet açıklarını tamamlayacak organizasyon olarak ulus devlet ön plandadır. Küreselleşmenin artmasıyla ulus devletin meşruiyet birimi olarak öneminin daha da arttığı görülmektedir. Küreselleşme sürecinde ulusun meşruiyet ve temel toplumsal birim olarak varlığını ve önemini sürdürmesine paralel olarak milliyetçilinde gücünü muhafaza ettiği görülmektedir.
Bir başka yaklaşıma göre günümüzde ulus devlet ve ulus kavramlarını kurgusal ve olgusal olmak üzere iki boyut ile inceleyebiliriz. Kurgusal anlamda ulus ve ulus devlet ideal tipi oluşturur ve bu şekliyle kurgusal anlamdaki ulus ve ulus devlet kavramı zamana ve mekâna göre farklılık göstermez Buradaki boyut “olması gereken” boyuttur. Oysa olgusal boyutta ulus ve ulus devlet kavramı “olanı” ifade eder ve bu kavramda somut belirleme, kurgusal düzlemde kalan ideal tipten bağımsız olmayacak, ona belli ölçüde referans yapmak zorunda kalacaktır. Konuyu biraz daha açıklamak için kurgusal boyuttaki ulus ve ulus devlet kavramlarını unsurlara ayırarak açıklamakta yarar vardır. Ulus kavramı dördü içsel ve birisi dışsal olmak üzere beş temel unsura sahiptir. İçsel unsurlar dil, din, soy ile kültür ve tarih birliğidir. Dışsal unsur ise müşterek düşman imajıdır. Dil siyasi içerikli bir kavramdır ve dil birliği gerçekleşmesi öngörülen siyasi bir projedir. Bu projeyi başarmanın yöntemi ise tekelden yürütülen bir ilköğretim sistemidir. Ulusal siyasi yapılanmaların oluşması ya da bu tarz bir yapılanmayı gerçekleştirme hedefinin somut bir siyasi projeye dönüşmesiyle birlikte, tarih ve kültür yeniden yorumlanır ve bazı çarpıtmalarla ulusal niteliğe büründürülür. Bu düşüncenin oluşumu için kullanılan başlıca araç ulusçu tarih yazımcılığıdır. Böylelikle tarih ve kültür birliği gerçekleştirilmeye çalışılır. Soy birliği ise oldukça bulanıktır ve somut içerik bakımından belirlenmesi en güç olanıdır. Din kurumu ise ulus düşüncesiyle doğrudan ilişkili olmayan bir kurumdur. Fakat dinin etkili olmadığını söylemekte doğru görünmemektedir. Şöyle ki aynı dili konuşan Sırp, Hırvat ve Boşnaklar birbirinden ayıran tek ölçüt dindir.
Dışsal unsur olarak “ortak düşman” unsuru ise askerlik ile işlevsel hale getirilir. Burada vatan ve ortak düşmana karşı vatanın savunulması konuları işlenir.
Ulus devletin yapısal çerçevesinde ülke oldukça değerli bir kavram olan vatanla özdeştir. Sınır kavramı kutsal bir içeriğe sahip vatan kavramıyla birleşerek özel bir anlam ifade eder. Diğer yandan ulus devlette siyasal çerçevenin ulusla örtüşme zorunluluğu, ulusal egemenlik ilkesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu kurgu içerisinde ulusal çerçeveye dahil her birey, yurttaş sıfatına da sahiptir.
Ulus devleti oluşturulan bu unsurları açıkladıktan sonra mevcut olan ulus ve ulus devlet, bu unsurlar dikkate alınarak olması gereken bir kurguya göre şekillendirilmeye çalışılır. Kurgu mükemmeli ifade eder. Mükemmellik ulus devlette türdeşlikle eşanlamlıdır. Türdeşleştirmede başlıca üç araca başvurulur. Eğitim, zorunlu askerlik ve siyasi katılım bu araçlardır. Bu türdeşleştirme projesi her gün uygulamaya konması gereken bir projedir. Bu projedeki başarısızlık, kültürel özerklik taleplerine ve silahlı mücadeleye varan yan etkiler doğurur. Ulus devlet yapılanmasının günümüzde bunalım içinde bulunup bulunmadığına, kısa ve orta vadede, gelecekte varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğine, bu yan etkiler dikkate alınıp analiz edilerek karar verilebilir. Söz konusu yan etkileri analiz ederken, bunların kurguların içeriğini değiştirebilecek bir niteliğe erişip erişmedikleri konusu üzerinde dikkatle durulmalıdır. Burada şu hususa özellikle dikkat etmek gerekir. “Eğer kurgu doğru, fakat yan etkilerin sebebi kurgudaki eksiklik değil de, kurgudaki hususları gerçekleştirmede yani olguya aktarılmasındaki eksiklik” ise, ulus devletin geleceğinin tehlikede olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Konu daha somuta indirildiğinde Avrupa’daki ulus devlet yapısını sarsan nitelikte görülebilecek, bazı olguları da incelemek gerekecektir. Ulus devlet yapısına tehdit oluşturabilecek akımlar ulus-üstücülük (supra-nationalism) ve ulus-altıcılık (infra-nationalism) hareketleridir.
Ulus üstü siyasi yapılanmaların en somut örneği Avrupa Birliğidir. Avrupa birliği konumuzu doğrudan ilgilendiren ulusal egemenlik ilkesini ortadan kaldırabilecek nitelikte bir yapılanma olarak görülebilir. Avrupa Birliğinin yeni ulus üstü bir yapılanma sağlayacağını savunanlar yanında, buna karşı çıkanlar da vardır. Avrupa birliği bünyesinde gerçekleştirecek olan bir siyasi bütünleşme sonunda ulus kavramı yerine geçebilecek başka bir meşruiyet kaynağının ortaya çıkması mümkün müdür? Bu soruya olumlu cevap verirsek, bu yapılanma ulus devlet için tehlike çanlarını çalıyor demektir. Ancak Avrupa Birliği bünyesindeki bir siyasi bütünleşmenin ulusal üstü düzeyde yeni bir meşruiyet odağı yaratma potansiyeli hemen hemen hiçtir. Avrupa’daki ulus devletler başta eğitim tekeli olmak üzere tüm uluslaştırma araçlarını ellerinde bulundurmakta ve siyasi bütünleşmeye yönelik çabaların tüm artışına rağmen, topluluğu oluşturan ulus devletlerin bütünleşmeyi gerçekleştirmeye yönelik dirençleri kırılmamaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği ve benzeri yapılanmalarla ulus devlet kurgusunun aşılabileceğini düşünmek yerinde değildir.
Diğer taraftan hayatımızda etkileri aratan ulus üstü kurumlar giderek çoğalsalar da ulus üstü kurumlara ilişkin hiçbir siyasi kuramımız yoktur. Ulus devletin kurumları tarafından ne tür adalet ilkeleri uygulanması yurttaşların bu tür ulusal kurumlara karşısında ne tür haklara sahip olması gerektiği, bu tür kurumlara hangi erdemlerle yaklaşılması gerektiğine ilişkin çok iyi geliştirilmiş kuramlarımız vardır. Fakat ulus üstü kurumlarda hangi adalet ilkeleri, hangi demokratikleşme ölçütleri hangi erdemlerin geçerli olacağına ilişkin pek az kişinin görüşü vardır. Bu anlamda da ulus devleti siyasi kuramın tek ve baskın bağlamı olarak ele alamayacağımız iyice açıklık kazanmıştır. Bu sorunları açıkça ele alan daha kozmopolit bir demokrasi ve yönetim kavrayışına gereksinimimiz vardır. Bu kapsamda liberal milliyetçiliğe karşı en fazla eleştiri ulus üstü demokrasi kuramına duyulan gereksinimi görmezden gelmekle kalmayıp, demokrasiyi ulusal ve dilsel sınırları aşacak bir düzlemde kurumsallaştırmayı engellemesidir.
Ulus-altıcılık hareketlerini ise bölgeselcilik ve mikro ulusçuluk olarak ikiye ayırmak mümkündür. Eski Yugoslavya’nın dağılmasıyla doruk noktasına çıkan mikro ulusçuluk aslında ulus devlet kurgusuna alternatif oluşturmamaktadır. Hatta ulus devlet kurgusunun burada yoğun biçimde kullanıldığı görünmektedir. Bölgeselcilik akımı ise, kültürel ve ekonomik bütünlük içinde bulunduğunu savladığı bölgeler için farklı ölçülerde özerklik elde etme hedefine yönelmiş bir siyasi akım olarak tanımlanabilir. Bu durumu da ulus devlet yapısına alternatif bir yapılanma olarak değil, üniter devlet yapısına karşıt bir yapılanma olarak değerlendirmek daha doğrudur. Buradan çıkarılabilecek sonuç ne ulus-üstücülük ne de ulus-altıcılık akımlarının bir meşruiyet ilkesi etrafında yoğunlaşan ulus devlet kurgusunun yerine alternatif bir kurgu oluşturacak güçte değildir.