Site İçi Arama

tarih

İlhanlılar ve Hülâgû Han

Türk dünyasına bakış açışımızda, tarihten ders alarak, Türklerin dünyadaki konumuna ve edindikleri yeri neden ve nasıl elde ettiklerini irdeleyerek, günümüz koşullarındaki Türk gerçeğini daha iyi anlamak ve hepimize yakışan çağdaş bir hayat sürebilmemiz için yeni çözümler üretebilme güç ve birikimine sahip olabilmek için geçmişimizi iyi bilmemiz gerekiyor. Geçmişte bunu atalarımız yapmış, bugün sıra bizde, bizler de geleceği şekillendirecek, geleceğe yön verecek bir Türk dünyası istiyorsak, üzerimize düşeni yapmak durumundayız. Çünkü Büyük Atatürk’ün dediği gibi ihtiyacımız olan kudret, asil kanlarımızda fazlasıyla mevcuttur.

Mevsim sonbahar, arkasında kış bekliyor. Bu devran böyle sürüp gidiyor. Bendeniz de yine Tarih, Felsefe, Sosyoloji ve biraz da psikoloji kokan amatörce yazılan yazılarıma tekrar başlamış bulunuyorum. Bu yeni dönemde amacım, sizlerin bilgi dağarcığında önünüzü aydınlatacak bilgileri aktarmak asıl hedefim olacaktır. 

Hepimiz biliriz ki; tarih, felsefe, sosyoloji ve psikoloji birbiriyle bağlantılı bilim dallarıdır. Bunlardan birinin eksik olması, güzel bir yemekteki önemli bir baharatın eksik olması gibidir diye düşünüyorum. Tarihten ders alınmalı, Felsefeyle; neden? niçin? nasıl? soruları sorulmalı ve aklın yolu açılmalıdır. Sosyoloji ve psikoloji ile de günümüz koşulları incelenmeli, akıl ile insan odaklı çözümler üretilmelidir! 

Türk dünyasına bakış açışımızda, tarihten ders alarak, Türklerin dünyadaki konumuna ve edindikleri yeri neden ve nasıl elde ettiklerini irdeleyerek, günümüz koşullarındaki Türk gerçeğini daha iyi anlamak ve hepimize yakışan çağdaş bir hayat sürebilmemiz için yeni çözümler üretebilme güç ve birikimine sahip olabilmek için geçmişimizi iyi bilmemiz gerekiyor. Geçmişte bunu atalarımız yapmış, bugün sıra bizde, bizler de geleceği şekillendirecek, geleceğe yön verecek bir Türk dünyası istiyorsak, üzerimize düşeni yapmak durumundayız. Çünkü Büyük Atatürk’ün dediği gibi ihtiyacımız olan kudret, asil kanlarımızda fazlasıyla mevcuttur.

Bize bu asil duruşu; öncelikle geçmişte çok sayıda Türk devletini kuran, yöneten ve Türkün adını dünya tarihine altın harflerle yazdıran ecdadımıza borçluyuz. Bugün yaşadığımız gezegende, bağımsız olan 7 Türk ülkesi, yarı bağımsız olan 15 Türk devleti var. 

1200’lü yılların dünyasında, kuzey Hazar denizi bölgesinde hüküm süren İlhanlılar Devleti vardı. Cengiz Hanın torunu olan Büyük Han Mengü, Cengiz Hanın kurucusu olduğu Türk-Moğol imparatorluğunun başına geçti. 1253 yılında kurultay kararı ile kardeşi Hülâgû'yu İran, Irak, Suriye, Mısır, Kafkasya ve Anadolu'yu ele geçirip buraları kendisine tâbi bir "ilhan" (il+han "bölge hükümdarı") olarak idare etmesi için görevlendirdi. Bu suretle başşehri Tebriz olmak üzere İran'da kurulan (1256) ve 1295 yılından itibaren tam bağımsız hale gelen devlet, Hülâgû'nun taşıdığı ilhan unvanını yansıtacak şekilde tarihe İlhanlılar adıyla geçmiştir.

Mengü, Büyük Hanlığı yönetecek Han olarak seçildiğinde (1251) Moğollar Yakındoğu'ya henüz tam anlamıyla hâkim değillerdi. Hülâgû'yu batıya yollarken Mengü öncelikle bunu gerçekleştirmesini istiyordu. Hülâgû yaklaşık 130.000 kişilik ordusuyla Karakurum'dan yola çıktığında ana fetih planı, o güne kadar Sultan Melikşah ve Harzemşah Alâeddin Tekiş dahil birçok hükümdarın alamadığı Alamut Kalesi'ni almak ve arkasından Abbasî Devleti'ni yıkmaktı. 

Bu plana sadık kalarak seferlerine başlayan Hülâgû, ele geçirdiği şehirlerde Büyük Han Mengü adına para bastırıp (1254, 1255) Moğol hâkimiyetini yaydığını, 1256 yılında meşhur Alamut Kalesinin zaptından sonra ise bastırdığı paralara kendi adını da koydurup ilhanlığını kurduğunu dünyaya duyurdu. 1258 yılında Bağdat'ı zapt ederek Abbâsî hilâfetini ortadan kaldırdı. Sonrasında Irak, Azerbaycan ve Suriye'yi kolaylıkla ele geçirdi. Ayrıca 1243 yılında Anadolu Selçukluları ile gerçekleşen Kösedağ Savaşı'ndan itibaren Moğol hâkimiyeti altına girmiş olan Anadolu'yu da daha sıkı biçimde baskı altına aldı. Ancak ağabeyi Mengü'nün ölümü münasebetiyle Karakurum'a geri dönmek zorunda kaldı. Yokluğunda Ketboğa Noyan kumandasındaki İlhanlı Ordusu, Filistin bölgesinde 3 Eylül 1260 tarihinde Memluklerle yaptığı Aynicâlût Savaşı'nda Memluk Sultanı Kutuz tarafından bozguna uğratıldı. Bunun sonucunda Fırat kıyılarına kadar İlhanlı Ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Suriye, Filistin ve Kuzey Irak tahliye edildi. Hülâgû 8 Şubat 1265 tarihinde vefat etti. Ölümü esnasında İlhanlı Devleti'nin sınırları Amuderya'dan Fırat'a ve Kafkasya'dan Belûcistan'a kadar uzanıyordu. Anadolu Selçuklu Devleti ile küçük Ermenistan Krallığı da İlhanlara bağlı devletler arasında yer alıyorlardı.

Hülâgû'nun ölümünden sonra yerine İlhanlı Kurultayı tarafından büyük oğlu Abaka seçildi; ancak Büyük Han Kubilay tarafından hanlığı onaylanıncaya kadar beş yıl süreyle resmen tahtına oturamadı. Abaka da babası gibi Budist olmakla beraber siyasî amaçlarla Hristiyanlara yaklaştı ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi; mücadelesini ise doğuda Çağatay, batıda Altın Orda ve müttefiki Memluk devletleriyle sürdürdü. Abaka'nın İlhanlı devlet teşkilâtının kurulması ve gelişmesinde hizmeti büyüktür. Hızla yayılan İslâmiyet'e karşı atalarının âdet ve geleneklerini korumaya çalışan Abaka'nın 1282 yılında ölümünden sonra yerine kardeşi Teküder geçti. 

Teküder; tahta çıkmasından iki yıl sonra, ilk günden beri kendisine karşı saltanat mücadelesi veren Abaka'nın büyük oğlu Argun tarafından tahttan indirilerek öldürüldü. Ancak Argun'un da çok genç yaşta ölümü üzerine yeniden toplanan kurultay, 1291 yılında Argun’un kardeşi Geyhatu'yu han seçti. Geyhatu, Anadolu'da İlhanlı yönetimine karşı başlatılan ayaklanmaları bastırmak için Anadolu’ya taze kuvvetler gönderdi ve başta Karamanoğulları olmak üzere isyancı Türkmenlere ağır darbeler vurdu. Bununla birlikte İlhanlı-Memluk mücadelesinde üstünlük sağlamak İlhanlılar açısından mümkün olamadı. 

İlhanlı Devletinin idarî, malî, askerî ve hukukî müesseseleri incelendiği zaman Moğollardan önce Türkistan'da geliştirilen Türk devlet sisteminin bu devletin yapısında daha baskın olduğu görülür. Zira bu sistem, daha Cengiz Han zamanında Moğollara hocalık ve müşavirlik yapmış olan Uygur ve Hârizm Türkleri aracılığıyla benimsenmişti. İlhanlıların geliştirdiği devlet sistemi ise, daha sonra Yakındoğu’da devlet kuran diğer hanedanlara ve nihayet Osmanlılara esin kaynağı olmuştur. 

İlhanlı devlet idare sisteminin temelini teşkil eden divan, vezirlik, naiplik ve beylerbeyliği gibi kurumlar, Selçuklularda görüldüğü gibi kısmî değişikliklerle Osmanlılarda da yaşatılmıştır. Hükümdarın tahta çıkışında saçı saçılır ve şehzadelere, komutanlara ve askerlere bahşiş dağıtılırdı. Örneğin Ahmed Teküder tahta çıktığı zaman her askere 120 dinar bahşiş dağıtılmıştı. Bu uygulama Osmanlılarda "cülûs bahşişi" şeklinde bir gelenek halinde devam ettirilmiştir.

Hükümdarla vezirin görev ve sorumlulukları İlhanlılarda kesin çizgilerle ayrılmamıştı. Sivil idarenin başı olan vezir malî işlerin sorumluluğunu da taşıyordu. Başta kanunlar olmak üzere resmî evrakı düzenleme ve muhafaza etme geleneği Cengiz Han'dan beri bu Türk tipi devlet düzeninde mevcuttu. Evrakın tamamı hükümdarın mührü ile tasdik edilirdi. Resmî yazılar, daima eski Moğol âdeti gereğince "sonsuz Tanrı'nın gücü ile" ibaresiyle, İslâmiyet'in kabulünden sonra da besmele ile başlardı. Bu uygulamada belgeler özelliklerine göre değişik renkli damgalarla mühürlenirdi. 

Askerî bakımdan, Cengiz Han zamanında Moğolların kabile (küren) sistemi yerine kabul edilen Türk onlu sistemi geçerliydi. Bu sistemin başında beylerbeyi bulunur ve onun yanında üç ulus beyi yer alırdı. Beylerbeyi merkezde, ulus beyleri kendi bölgelerinde otururlardı. Anadolu Selçuklularında görülen saltanat naipliği İlhanlılarda da vardı. 

İlhanlılar da, Moğol Büyük Hanlığı gibi vergi konusunda taviz vermeye yanaşmamışlar, devletin temel gelirini vergilerin oluşturmasına özen göstermişlerdir. Başta Anadolu olmak üzere İlhanlı idaresi altındaki siyasî kuruluşlar, başlarında bulunan idareciler veya İlhanlı Devleti'nin temsilcileri tarafından âdeta “vergi salmalarla” soyulmuştur. İlhanlılar döneminde Anadolu'daki Selçuklu malî ve idarî sistemi tamamen çözülmüş, özellikle toprak sisteminin bozulması idarî, malî ve askerî yapıyı olumsuz yönde etkilemiştir. Halbuki aynı dönemde İlhanlı Devleti, kendi idaresi altındaki İran'da toprak idaresini devam ettirmiştir. 

İlhanlılarda, kendilerine bağlı ülkelerden alınan haraçlar dışında kopçur, kılan ve tamga isimli vergi türleri, devletin en büyük gelirini oluştururdu. Bu vergiler Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlılarda aynı ad ve özelliklerini korumuştur. 

İlhanlılarda, vergilerin âdil bir şekilde tahsil edilmesi için, görevlilere yanlış yapmaları halinde ağır cezaî hükümler getirilmiştir. Osmanlıların kullandığı "defterdar" tabiri de aslında bir İlhanlı terimidir. İlhanlılarda başlarda Cengiz yasası geçerliydi. Gazân Han zamanında İslamiyet resmî din olarak kabul edilmişti. Gazan Han döneminden itibaren Müslüman unsurun dine dayalı işlerine kadılar; hukukî, siyasî, idarî, örfî ve askerî mahkeme işlerine de Moğol şehzade ve emirleri arasından seçilen yarguciler (yargıçlar) bakardı. 

İlhanlıların hakimiyetleri altındaki topraklarda ticarî hayat hızla gelişmiş, Yakındoğu ile Uzakdoğu, hatta Avrupa arasında ulaşım ve haberleşme kolaylaşmıştır. İlhanlı Devleti, Uzakdoğu ve Hindistan'dan yapılan ticarette önemli bir irtibat rolü oynamıştır. Bu sayede ülke düşünce, sanat ve ticaret alanında yeni gelişmelere sahne olmuştur. 

Bu devirde İtalyan tüccarlar Tebriz'de görülür olmuştur. Avrupalı seyyahlar Tebriz'i ticarî malların çokluğu yönünden devrin en zengin şehri diye tanıtmışlardır. Bu dönemde her ne kadar Anadolu doğu-batı ve kuzey-güney yönündeki ticarî yolların merkezi durumundaysa da İlhanlılar bu yolların gelirine el koydukları için bu ticarî canlılıktan Anadolu insanı pek faydalanamamıştır. İlhanlılarda ana dil Moğolcayla birlikte Türkçe ve Farsça da kullanılıyordu. Bu devletin kurulmasıyla X. yüzyıldan beri devam eden Türk göçlerine ilâveten yeni Türk boyları gelmiş, böylece yeni Türk boyları, Yakındoğu'nun ve özellikle Anadolu'nun Türkleşmesinde etkili olmuşlardır. 

İlhanlı Devletini kuran Hülâgû Han’ın Türk olmadığını biliyoruz. Ama Ordusunun çoğunluğunu Türklerden oluşturmuştur. Cengiz Hanın torunları tarafından kurulan Altın Orda devletiyle birlikte İlhanlıların, İslam’ın ve Türklüğün Tebriz’in kuzeyinde, kuzeybatısında ve batısında (Anadolu dahil) yayılmasına olumlu katkıları olmuştur. 

Saygı dolu sevgiyle kalın.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 25.10.2022
  • Süre : 5 dk
  • 2628 kez okundu

Google Ads