Site İçi Arama

tarih

İmparatorluktan Ulus Devlete Türkiye’nin Nüfus Politikası

İstanbul’daki Ortodoks Rum ve Bulgarların önemli bir kısmı da Çarşamba’da yaşıyordu. Buradaki azınlıklar modern bir hayat sürmekteydiler. 6-7 Eylül olayları sonrası buradaki Rum Cemaatinin büyük bir bölümü hem burayı hem de Türkiye’yi terk ettiler. Yerlerine Nakşibendi Cemaatleri yerleştirildi.

İmparatorluk devrinde Osmanlının en çok başını ağrıtan azınlık meselesi ve neredeyse Doğu Anadolu topaklarında Ermenistan Devleti kurulmak üzere iken I. Dünya Savaşı çıkmasıyla bu dertten kurtulmasını ve Ermeni Tehcirini incelemiştik. Ulus Devlet’e giderken Mübadele ve 1934 Trakya olaylarıyla pek çok Hıristiyan ve Yahudi’nin de Anadolu’yu terk ettiğini okuduk. Bu yazıda Varlık Vergisi ile 6-7 Eylül olayları ve 1964 Rumların sürgününün bu nüfus politikasına etkilerini okuyacağız.

Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 Olayları, 1964 Rumların Sürgünü

Varlık Vergisi'nin Kanunlaşması

Varlık Vergisi Kanunu: İkinci Dünya Savaşı döneminde olağanüstü kazanç ve servete sahip olan Ermeni, Rum ve Yahudilerden bir defaya mahsus olmak üzere vergi almak amacıyla çıkarılan kanun.
Varlık Vergisi uygulaması 11 Kasım 1942 – 15 Mart 1944 tarihleri arasını kapsamaktaydı. Ermeni, Rum ve Yahudilerin ekonomide öteden beri üstlendikleri öncü role son verilmesi ve bir kısmının da baskılar sonucu göç etmeleri hedeflenmişti. 

Önce 1930 yılında, demiryollarında çalışan gayrimüslim personel işten çıkartıldı. 1932 yılında Almanya'ya iltica eden Prusyalı Yahudilerin tüm mal varlıklarının haczedilip Alman hazinesine devredileceği haberi gazetelerde yayınlandı.

11 Kasım 1942'de TBMM'de Varlık Vergisi kabul edildi ve bir gün sonra 12 Kasım 1942'de yürürlüğe girdi.

Verginin yürürlüğe girmesiyle birlikte Başbakan Saracoğlu'nun arzusu doğrultusunda basında, verginin haklılığını destekleyici nitelikte birçok başyazı ve makale yayımlandı. Birçok yazı doğrudan azınlıkları hedef aldı. Bu yazılarda azınlıkların "öz Türk" olmayıp "yabancı" oldukları, vatan için kan dökmedikleri, kan döken halkı soydukları, refah içinde yaşadıkları, Türkçe konuşmadıkları vurgulanarak artık azınlıklar için fedakârlık zamanının geldiği belirtildi.

Dönemin İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte, yıllar sonra yazdığı “Varlık Vergisi Faciası“ isimli kitabında Kanun ve uygulamayı gayet teferruatlı olarak anlatmaktadır. Maliye Müfettişi Mehmet İzmen’in teklifi üzerine cetveller Müslümanlar için M ve Gayrimüslimler için G diye ikiye ayrıldı. Sonra bu harflere dönmeler için D, ecnebiler için E harfleri katıldı. Faik Bey, yabancı elçiliklerin kendi vatandaşlarının haklarını korumak amacıyla hükümete baskı yaptıklarını anlatır ve şöyle devam eder: “Varlık Vergisinin en affedilmeyen tarafı, ecnebi vergileri üzerine bize cebren [zorla] yaptırılan değişikliklerdir. Sefaretler, aramızdaki antlaşmalara göre, tebaalarına kendi vatandaşlarına M[Müslüman] grubu mükelleflere tatbik edilen ölçülerin üstünde vergi tarh edemeyeceğimizi iddia ederken haklı idiler”.

Varlık Vergisi kanunu ile toplam 270 milyonu 1942'de ve 47 milyonu 1943'te olmak üzere yaklaşık 317 Milyon TL vergi tahsil edildi. Bu sayının %70'i Anadolu'dan toplandı. Toplam tahsilat, 918 milyon TL olan 1942 devlet bütçesinin %34'üne tekabül etmekteydi. Vergisini ödemeyen Türklere karşı hiçbir yaptırım uygulanmadı. Limitet şirketlerde gayrimüslim ortaklar iflas ettirilerek vergilendirildiler, Müslüman ortaklar ise vergilendirilmediler. Türk memurlar vergilendirilmediler. Buna karşılık hizmetçiler ve asansör kabin memurları dâhil olmak üzere ücretle çalışan tüm gayrimüslim memurlara asgari beş yüzer lira vergi tahakkuk edildi. Müslüman adlarına sahip gayrimüslimlere ağır bir vergi tahakkuk ettirilmedi. Buna karşılık gayrimüslim ve yabancı adlara sahip Müslümanlar gayrimüslim sanılıp kendilerine ağır bir vergi tahakkuk ettirildi.
Vergiyi ödeyebilmek için eşyalarını ve gayrimenkullerini haraç mezat satmak zorunda kalan azınlıkların müşterileri Türkler oldu. Bu karışıklıkta çok düşük fiyatlara gayrimenkuller ve sanayi tesisleri el değiştirdi. 

Varlık Vergisi'ni ödeyemeyen mükelleflerin Doğu Anadolu'ya gönderilmeleri de sert bir şekilde uygulandı. Faik Ökte’nin verdiği bilgilerden çalışma kamplarına 1.400 gayrimüslim mükellef yollandı. Kanun, vergiyi ödeyemeyen 55 yaşın üzerindeki erkek ve kadınların fiilen çalışmaları konusunda istisnalar yapılmasına izin vermiş olmasına rağmen uygulamada buna riayet edilmedi ve 75 ila 80 yaşındaki erkekler bile Doğu Anadolu'ya gönderildiler. Vergiyi ödeyemeyenler hayvanların taşınmasında kullanılan vagonlarda, bir vagona kırk beş kişi yerleştirilerek, dört gün üç gece boyunca seyahat etti. Bu yolculuk sırasında su, gıda ve tıbbi yardımdan mahrum kaldılar. 84 saatlik bu yolculuk sırasında tabii ihtiyaçlarını karşılamak için bile vagonları terk etmelerine izin verilmedi. Biçer'deki kısa mola esnasında geçmekte olan trenlerin kapılarına doğru ellerini uzatıp ekmek dilendiler. Az sayıda verilen ekmekleri kendi aralarında paylaşmak için yarıştılar. Tren istasyonundan çalışma kampının olduğu yere ulaşmak için, otuz kilometre yol yaya yüründü.

17 Eylül 1943 tarih ve 4501 sayılı yasa ile bir kısım mükellefin vergi borçları silindi.

15 Mart 1944 tarih ve 4530 sayılı "Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Dair Kanun" ile o tarihe kadar tarh edilmiş, ancak tahsil edilememiş vergiler silinerek "Varlık Vergisi" uygulaması ortadan kalktı.
1935 sayımında Türkiye nüfusuna oranı %1,98 olan gayrimüslim azınlıklar, vergiden sonra başlayan göç nedeniyle 1945'te %1,56'ya ve 1955'te %1,08'e düştü

Olağanüstü kazanç ve servete sahip olan Ermeni, Rum ve Yahudilerden bir defaya mahsus olmak üzere vergi alındı. Sermaye ve iş yerleri Müslümanların eline geçti. Vergi ve zorla çalıştırma şartları pek çok gayrimüslimin yurt dışına göç etmesine sebep oldu

6-7 Eylül 1955 olayları, İstanbul’da gayrimüslimlere yönelik toplu saldırılar

6 EYLÜL 1955 günü saat 13.00'te, devlet radyosu, Selanik'te Atatürk'ün doğduğu eve yapılan bombalı bir saldırı haberini duyurdu ve bu haber öğleden sonra İstanbul Ekspres gazetesinin iki ayrı baskısıyla yayıldı.

Çeşitli öğrenci birliklerinin ve "Kıbrıs Türk’tür Cemiyetinin” (KTC) çağrısı doğrultusunda, Taksim Meydanı'nda bir protesto mitingi düzenlendi. Bu mitingin ardından, bazı gruplar İstiklal Caddesi'nde bulunan gayrimüslimlere ait işyerlerinin camlarını taşlamaya başladılar. Vitrinlerin önündeki demir parmaklıkları kaynak makineleri veya tel makasları yardımıyla açtılar. Kısa sürede Taksim civarında ki gayrimüslimlerin geleneksel ev ve iş çevresi olarak bilinen Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgeler, çeşitli araç gereçlerle kiliseleri ve mezarlıkları tahrip eden insan yığınlarının akınına uğradı. İstanbul'un Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek gibi daha uzak semtlerinde, kentin Asya kıtasında yer alan Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy ve Adalar'da şiddet olayları meydana geldi.

İstanbul’da örfi idare ilan edilerek tuğgeneraller Kâmil Akman, Namık Argüç ve Danyal Yurdatapan'ın emrine verilen üç ayrı askeri bölgeye (Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy) ayrıldı. Bu üç bölgede üç ayrı özel mahkeme oluşturuldu. Duruşmalar kapalı yapıldı. Beyoğlu Özel Mahkemesi, İstanbul'daki tutukluların sayısını 5.104 olarak açıkladı. Ankara'da 171 ve İzmir’de 424 kişi daha tutuklandı. Emniyet güçleri, gerekli delilleri toplamamışlardı. Ocak 1956 sonunda, 228 kişi mahkûm edildi, 61 kişi beraat etti, 208 vakada ise dava düştü. Menderes, İzmir ve Ankara'daki örfi idare uygulamasını kaldırdı ve 6 Eylül 1955'ten sonra tutuklanmış olan çok sayıdaki kişinin serbest bırakılmasını sağladı

Haliç sahil yolu ile Fatih’teki Fevzi Paşa Caddesinde arada kalan yaklaşık iki kilometrelik coğrafya altı asırdır üç semavi dini barındırmaktaydı. Bölgede 12 sinagog, 14 Ortodoks, bir Ermeni, bir Bulgar kilisesi bulunmaktaydı. Çarşamba’nın hemen altındaki fener yüzyıllardır Ortodoksların merkeziydi. 
Türkiye'de yaşayan 76.945 Yahudi’nin yaklaşık yüzde 40'ı, 1948-49 arasında göç ettiler. 1951-52 döneminde gerçekleşen göçler de eklendiğinde, bu oran yüzde 45'e çıkmaktadır. 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olaylarından sonra Yahudilerin İsrail'e göçü ivme kazandı. 1955'te 339, 1956'da 1.710 ve 1957'de 1.911 kişi Türkiye'yi terk etti.

İstanbul’daki Ortodoks Rum ve Bulgarların önemli bir kısmı da Çarşamba’da yaşıyordu. Buradaki azınlıklar modern bir hayat sürmekteydiler. 6-7 Eylül olayları sonrası buradaki Rum Cemaatinin büyük bir bölümü hem burayı hem de Türkiye’yi terk ettiler. Yerlerine Nakşibendi Cemaatleri yerleştirildi.

Dursun Nuri Feyzi Güven’in kayınbiraderi Nakşi şeyhi Mamut Ustaosmanoğlu 1954 yılında Fatih İsmailağa Camisine imam hatip olarak atandı. 1997 de emekli olana kadar bu vazifede kaldı.
Mehmet Zahit Kotku 1958 de İskender Paşa Camisine imam-Hatip olarak tayin edildi. Kotku, 13 Kasım 1980’de ölene kadar bu görevde kaldı. Vefatından sonra damadı Prof. Dr. Esat Coşan İskenderpaşa cemaatini devam ettirdi. 

Rumlar Yunanistan, Avustralya ya da Kanada'ya göç etmek üzere İstanbul'u terk etiler. İsrail’e olan göçte de birden ciddi bir artış oldu. 1960 yılına gelindiğinde, Türkiye'den göç eden Yahudilerin sayısı 10.000'i buldu.

Yahudi ve Ortodoksların merkezi olan bölge İslami tarikatların merkezi haline geldi.

6-7 Eylül 1955'teki olaylar, devletle iç içe geçmiş sivil kurumların, Osmanlı’dan başlatılan "Küçük Asya Anadolu’yu Türkleştirme" projesini tamamlamak üzere aldıkları tedbirlerden biri oldu.

1964 Rumların Sürgünü

İstanbul Rumları çok önemli bir ekonomik gücü ellerinde bulunduruyordu. O dönem İstanbul Ticaret Odası'nın üyelerinin yansından fazlası Rum'du. Sayıları 70 bini buluyordu. Kıbrıs'ta Rumların Anayasa ve Türk mahkemelerini lağvetmeleri, Makarios'un, Rauf Denktaş'ı "asi" ilan ederek tutuklama kararı çıkartması, Tükler üzerinde çeşitli baskılar uygulanması üzerine Türk Hükümeti Yunanistan pasaportlu Rumları sınır dışı etmeye karar verdi. Sınır dışı kararı polisiye tedbirlerle uygulandı. Sınır dışı edilen Rumların ev eşyaları, evleri ve bankalardaki paraları da dahil bütün malvarlıklarına el konuldu. İnsanların yalnızca 20 kilo kişisel eşyalarını almalarına ve 22 dolar para çıkarmalarına müsaade edildi. Yapılan iki değişik tahmine göre, devletin el koyduğu Rum mallarının tutan 200 ila 500 milyon dolardı.

1930 Antlaşması, 1930 yılında Yunanistan'la imzalanmış olan İskân. Ticaret ve Gemi Ulaşımı Anlaşmasını 16 Mart 1964'te tek taraflı feshetme kararıdır. 

Yüzyıllarca savaşmış iki ulusun barış ve kaynaşma isteği "Bir Türk-Yunan federasyonunu düşünen Atatürk ve Venizelos'un Ege'de kurmak istedikleri "minik" bir Ege Topluluğu projesiydi. Bu ikili anlaşma, Yunan vatandaşlarının oturma ve çalışma izinlerini düzenlemekteydi. Bu anlaşmanın 2. Maddesi şöyleydi:

“Antlaşma, taraflardan her biri, gerek kanuni bir hüküm neticesinde, gerek ahlaki ve sıhhi güvenlik ve dilencilik hakkındaki kanun ve uygulamalara uygun olarak, gerek devletin iç ve dış güvenliği gerekçesiyle, diğer tarafın tebaalarına ülkesinde yerleşmeyi ve oturmayı kişisel tedbir ile yasaklamak ve bu tip insanları ülkesinden sınır dışı etme hakkını saklı tutar. Diğer taraf ise yukarıdaki gerekçelerle sınır dışı edilmiş tebaalar ve ailelerinin uyrukları konsolosluk tarafından onaylanmışsa, ülkesine kabul etmeyi taahhüt eder”.

İki ülke arasında imzalanan antlaşmanın 34 yıl aradan sonra Türkiye tarafından tek taraflı iptali Türk kamuoyunda neredeyse "İkinci Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması" olarak yorumlandı. 

Anlaşmanın feshedilmesiyle, Yunanistan pasaportu olan İstanbullu Rumların üçte biri, ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Onlarla beraber Türk pasaportu olan Rum akrabaları da İstanbul'dan göç ettiler, Ekim 1964'e kadar, yaklaşık 30.000 Türk pasaportlu Rum ülkeden göç etti. 1960 yılında sayısı yaklaşık 100.000 olan Rum-Ortodoks nüfus, 1978'de yaklaşık 7.000 kişiye kadar düştü.

Yunanlılara işin ciddiyetini göstermek amacıyla aynı gün bir başka kararla Türkiye karasuları 12 mile çıkarıldı. Sonraki aylarda Türk-Yunan Ticaret Antlaşması da yine Türkiye tarafından iptal edildi.
Kıbrıs meselesi nedeniyle 12 bin Yunan uyruklunun sınır dışı edilmesi kararı, "Bay Papandreou’ya Kıbrıs’ı kaybetmek kadar pahalıya oturmuş bir sille” oldu.

Bu karara göre tapu dairesi de harekete geçti. Mal almak, satmak ve tapu çıkarmak isteyen Yunan tebaalı bütün şahısların muameleleri durduruldu.

Rumlar, etnik kökenleri öne çıkarılarak gündelik yaşam içinde yargılanmaya başlandı. Özellikle adli suçlarda, suçluların Rum olması halinde yapılan etnik "vurgu" daha sonraki "bozguncu", "sömürgen", "vurguncu” suçlamalarına da zemin hazırladı.

Gizli cemiyet kurmak, Kıbrıslı Rumlara silah temini maksadıyla para toplamak, Türkiye aleyhinde propaganda yapmak, naylon fatura düzenlemek gibi kirli işlere girişmekle suçlanan Yunan tebaalı Rumlar sınır dışı edildiler.

İnönü Hükümeti sıralamada önceliği iş adamlarına vermekle ekonomik gücü en yüksek olanlardan başlayarak aynı zamanda bir kamulaştırma da gerçekleştiriyordu. Yunan cemaatinin ekonomik gücü ortadan kaldırılıyordu. Yunanistan, Makarios'un Kıbrıs politikasına destek vererek Türkiye'ye düşmanca davranırken, Türkiye, İstanbul'daki Yunan vatandaşlarına özel haklar veremezdi.
6-7 Eylül ve 1964 sürgünleri devlet tarafından kabul edilerek mağdurlarından devlet özür diledi ve tazminatları ödendi.

Kaynakça

Rıdvan Akar, Hülya Demir, İstanbul’un Son Sürgünleri 1964’te Rumların Sınır Dışı Edilmeleri, Doğan Kitap, İstanbul, 2014.

Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6-7 EYLÜL OLAYLARI, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2005.

Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, Aras Yayıncılık, Kasım 2021, İstanbul.
Ökte, Faik, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul, 1951.

Dr. Haluk ÖZALP
Dr. Haluk ÖZALP
Tüm Makaleler

  • 12.11.2024
  • Süre : 4 dk
  • 500 kez okundu

Google Ads