Tarihi Gerçek: “Kurtuluş Savaşı’nda Herkes Yunanlılarla Savaşmadı”
Eğer bu milletin tamamı düşman karşısında bir ve beraber olduysa Kurtuluş Savaşı sırasında, cepheden birlik çekilmesine sebep olacak kadar çok isyanı kim çıkardı?
Ne zaman konu Kurtuluş Savaşı’na gelse, bazıları hemen nutuk atmaya başlıyorlar. ‘’Yok efendim bu millet 7’den 70’e bir olup düşmana karşı koydu, yok efendim bu devleti o sürekli adı zikredilen kişiler değil, bütün millet kurdu…’’ diye konuşup duruyorlar. Ama acaba gerçekten öyle mi?
Tabii ki öyle değil.
Bunun öyle olmadığı apaçık ortada, çünkü eğer bu milletin tamamı düşman karşısında bir ve beraber olduysa Kurtuluş Savaşı sırasında, cepheden birlik çekilmesine sebep olacak kadar çok isyanı kim çıkardı?
Zaten, biraz tarih okuyunca gerçekleri daha detaylı olarak görmek mümkün. Sadece genel tarih bilgisi de bize yeterli bir bilgi verir ama o dönemde yaşayan kişilerin hatıratlarını ve o dönemde yazılan telgraf ve raporları okuyunca çok daha vahim bir tabloyla karşılaşırsınız. Çünkü tarih kitapları genellikle büyük isyanlardan ve bu isyanları çıkaran belirli kişilerden bahseder. Üstelik tarih kitaplarında anlatılanlar daha çok siyasi bir yönü olan ihanetlerdir.
Ama kişisel hezeyanları ve travmaları sebebiyle veya kişisel çıkar elde etmek amacıyla da birçok kişi ihanet etmiştir. Örneğin, Afyon’da eski bir eşkıya olan Çopur Musa, isyan etmiş ve sıkışınca Yunanlılara sığınarak onlara hizmet etmiştir. Bunun kadar meşhur olmayan ama yine de ihanetiyle tarih kitaplarına girmeyi başarmış olan Hüsnüyadis lakaplı Manisa Mutasarrıfı Hüsnü ise Çopur Musa’dan daha ilginç bir tiptir.
25 Mayıs 1919’da Yunanlılar Manisa’ya gelirken, şehirde konuşlu taburun komutanı, birlik envanterinde yer alan toplar ve diğer silahları ve bunlara ait mühimmatı kurtarmak için Salihli’ye taşıtmaya çalışmış ama bu mutasarrıf halkın askerlere yardım etmesini ve topları çekmek için hayvan vermesini engellemiştir. Hüsnüyadis, bununla da yetinmeyip topları iterek şehirden çıkarmaya çalışan askerlerin önüne geçmiş ve yanında getirdiği jandarmalar vasıtasıyla onları tutuklamakla tehdit ederek topları kışlaya geri döndürmüştür. Bu yüzden, taburun silah ve mühimmatı Yunanlıların eline geçmiştir.
Bu mutasarrıf Yunanlıları o kadar benimsemiş ki, 8 Eylül 1922’de Türk ordusu Manisa’ya girerken kaçan Yunan askerlerinin önüne geçip “Bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz? Kaçmayın! Şehri Türk ordusuna karşı savunun.” diye yalvarmıştır. Ama kimseye sözünü dinletemeyince Yunan askerleriyle birlikte Yunanistan’a kaçmıştır. Son zamanlarda “Keşke Yunan galip gelseydi…” veya “Keşke İngilizlerin hâkimiyetine girseydik. O zaman dinimizi daha özgür yaşardık.” diyenlerden de ileri giden bu adam, Yunanlılar galip gelsin diye dört yıl boyunca fiilen çalışmıştır.
Bu iki örnekten de açıkça görüldüğü gibi, bu vatan kurtulsun diye hayatını hiçe sayarak silaha sarılan yüzbinlerce insan olduğu gibi, kendi çıkarı için veya hastalıklı kişilikleri sebebiyle düşmanla işbirliği yapan da çok olmuştur. Bu gün kitaplarımı karıştırırken, ihanet içindeki bu kişiler arasında bile oldukça ilginç bir kişilik olan Alayakalı Ahmet’in hikâyesine rast geldim. Şimdi size bu adamın hikâyesini anlatacağım.
Alayakalı Ahmet, Yunanlılar Ege Bölgesi’ni işgale başladığında 50 yaşını aşmış bir adammış. Sındırgı’nın Alayaka Karyesinden olan Ahmet’in babası daha önce hırsızlık yaparken öldürülmüş. Babası hırsız olunca Ahmet de onun yolundan gitmiş ve hayatını hırsızlıkla idame ettirmiş. Bu arada büyük arazileri olan kimsesiz iki kız kardeşi nikâhına almış ve onların mallarının üzerine konmuş. Ayrıca, birçok ocak söndürerek ve hırsızlık yaparak bir de büyük çiftlik sahibi olmuş.
Bu Ahmet, o kadar gemiyi azıya almış ki Kütahya, Balıkesir ve Manisa bölgesindeki bütün hırsızlıklar bunun bilgisi dâhilinde yapılıyor ve yapılan hırsızlıklardan bu adama pay ödeniyormuş. Bu adam sadece hırsız değil, aynı zamanda acımasız bir düzenbazmış. O kadar ki, kendi abisini hırsızlık yaptı diye ihbar etmiş ve yaptığı bir tertip ile yakalatıp üç yıl hapse mahkûm ettirmiş. Sonra da, seni hapisten kurtaracağım diye abisinin bütün malını mülkünü elinden almış.
Ahmet, bölgedeki bütün devlet memurları ile iyi geçinir, rüşvetçi olanlarına bol bol para yedirir, dürüst memurlara ise namuslu bir adammış gibi haktan görünmek için her türlü rolü yaparmış. Fakat biraz da boşboğazmış. Yaptığı hırsızlıkları ve düzenbazlıkları, üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra, sanki büyük bir maharetmiş gibi her yerde anlatırmış. Bu sebeple herkes, kendisinin ne mal olduğunu bilirmiş.
Ahmet bir gün, bölgedeki en meşhur eşkıyalardan biri olan Katil Şakir ile Sındırgı içinde bir hırsızlığa yeltenmiş. Ancak işler ters gitmiş ve olayı haber alan jandarma olay yerine gelmiş. Çıkan çatışmada Şakir ölmüş, Ahmet ise yakalanmış. Sındırgı sorgu hâkimi, uzun süredir içeri atmak için fırsat aradığı Ahmet’in suçüstü yakalanmasına çok sevinmiş ve onu hemen içeri tıkmış. Fakat şaşılacak bir şekilde, ahaliden birçok kişi Ahmet lehine ifade vererek ve çalışarak onun kefaletle serbest bırakılmasını sağlamış.
Bu olaya çok şaşıran kaymakam, kendisini çağırıp nasıl serbest kalmayı becerdiğini sormuş. Ahmet hiç çekinmeden anlatmaya başlamış: “Bey… Ben kasabanın bütün esnafına borçluyum. Ve daima borçlu kalmaya dikkat ederim. Eğer borcumun günü gelmişse hemen öder fakat birkaç gün içinde ihtiyacım olmasa bile tekrar borçlanırım. Bu sebeple ben, ne zaman tutuklansam bütün esnaf hemen benim için şefaatçi olur ve sağa sola başvurarak serbest kalmamı sağlar. Çünkü bilirler ki, hapisten çıkmazsam paralarını alamayacaklar. Şimdiye kadar hapisten hep böyle kurtuldum. Bu sefer de aynı şey oldu.”
Her türlü melanet üzerinde olan Ahmet, Akhisar Yunanlılar tarafından işgal edilince iyice azıtmaya başlamış. Akhisar halkından iç bölgelere göç edenlerin yolu üzerine oğlu Eyüp ve birkaç adamını gönderip halkı soydurmuş. Yunanlılar gelince, Kınık ve Bergama bölgesinde de birkaç zengini öldürüp malına el koymuş. Bölgeye Yunan ordusu tamamen hâkim olunca, tanıdığı Rumların ve başka bir hain olan Kadı-Zade Hulusi’nin teşvikiyle Yunanlılarla beraber çalışmaya başlamış. Yunan askerleriyle silah aramak bahanesiyle köylere giderek onlarla birlikte halka zulmediyor ve köylünün malını çalıyormuş.
Bunun üzerine Kuvayı Milliye’nin elinde olan bölgede kalan çiftliğini Kuvayı Seyyare’den Fazıl Bey müfrezesi ve Ahmet’in zulmünden çok çekmiş olan bazı köylüler basmış ve yağma etmişler. Bunu haber alan Ahmet, bir daha çiftliğine gitmemiş. Bir süre Bigadiç’te yaşayan Ahmet, Çerkez Ethem isyanı sırasında müfreze komutanlarından birinin çağırması üzerine Demirci’ye gelmiş. Fakat Çerkez Ethem Yunanlılara teslim olup Refet Bey (Refet Bele) birlikleriyle Demirci’ye gelince, halk hala kasabada bulunan Ahmet’i Refet Bey’e şikâyet etmiş.
Ahmet hakkında kısa bir araştırma yaptırınca ne menem bir adam olduğunu öğrenen Refet Bey, onu hemen tutuklatmış ve Konya İstiklal Mahkemesi’ne göndermiş. O sırada Konya İstiklal Mahkemesi lağvedilince Ahmet’i Kütahya Divanı Harbi’ne sevk etmişler. Fakat yolda jandarmaları kandıran Ahmet kaçmış ve Sındırgı’ya geri dönmüş. Bundan sonra milli kuvvetleri iyice düşman belleyen Ahmet, Yunan birliklerine kılavuzluk yaparak milli müfrezelerin yok edilmesi için çalışmaya başlamış.
Milli müfrezeler bir gece Ahmet’in köyünü basmış ve Ahmet’in adamları yakalanmış fakat Ahmet ve o yokken adamlarına komuta eden Çerkez Hasan karanlıktan faydalanarak kaçmış. Bunun üzerine bir süre ortadan kaybolan Ahmet, Yunan ordusu Sakarya’ya doğru ilerlerken bir Yunan taburu ile beraber kılavuz olarak Simav’a gitmiş. Yunanlılar Sakarya’da yenilince tekrar bölgeye geri dönmüş.
Ahmet ve bir oğlu (Eyüp) her türlü eşkıyalık ve hırsızlığın yanında Yunanlılarla işbirliği yapmaktan da geri durmazken diğer oğlu Yusuf milli müfrezelere süvari olarak katılmış ve babasının kılavuzluk yaptığı Yunan birlikleri ile yapılan çarpışmalarda babası ile birçok kez karşı karşıya gelmiş. Birbirlerine karşı kurşun atarken babası ona bu yoldan vazgeçip kendisi gibi Yunanlılara katılmasını söyleyince Yusuf; “Senin gibi gâvur babanın bana lüzumu yoktur. Sana layık olan işte bu kurşundur.” diye babasına kurşun atmış.
Birkaç defa kendi oğlu ile de çatışmak zorunda kalan Ahmet, bölgedeki Milli Müfreze Komutanlarına, kendisinin de artık gizli bir şekilde milli müfrezelere yardım etmek istediği haberini göndermiş. Bunun üzerine bir gece köyünden alınıp milli müfreze komutanlarının huzuruna çıkarılmış. Korkudan dizleri titreyen Alayakalı Ahmet, müfreze komutanlarına, onlara birçok hizmette bulunacağına ve Yunanlılardan istedikleri kadar cephane kaçırmalarını sağlayacağına dair söz vermiş. Bunun üzerine kendisine “Emniyetli kişidir.” diye bir vesika verilmiş.
Bundan bir süre sonra büyük bir Yunan birliği milli müfrezelerin bulunduğu bölgeye gelmiş. Bunu gören milli müfrezeler hızla bölgeden ayrılıp başka bir dağın eteğine gitmiş. Fakat kısa bir süre sonra uzaktan iki süvarinin yaklaştığını görmüşler. Müfrezeler hemen bu iki süvariye pusu kurmuş ve ikisini de sağ olarak yakalamış. Meğer bu iki süvari Alayakalı Ahmet ve onun ayarında bir başka kişi olan Demircili Bocukçuoğlu Mustafa Çavuş’muş.
Bu ikisini sorgulayınca Yunan birliğini o bölgeye bunların getirdiğini, müfrezeler kaçınca onların yerini tespit etmek için bu bölgeye geldiklerini ve keşif sonrasında Yunan birliği ile buluşacaklarını öğrenmişler. Müfrezelerdeki bazı kişiler, Mustafa’yı iyi tanıyormuş. Bu adamın, Demirci Yunanlılar tarafından işgal edilince kız kardeşini ve karısını Yunan birliği komutanına gönderdiği söyleniyormuş. Bu sebeple Ahmet gibi Mustafa’dan da nefret ediyorlarmış.
Bölgedeki akıncı müfrezelerinin başında olan İbrahim Ethem Bey, bu iki kişiyi haklarında bir karar verilinceye kadar muhafaza etmeleri için Parti Pehlivan ve Halil Efe’ye teslim etmiş. Fakat Ahmet’in nasıl bir insan olduğunu iyi bilen ve son geldiğinde söz vermesine rağmen tekrar Yunanlılarla çalışmaya başlamasına çok kızan Halil Efe, Ethem Bey oradan ayrılır ayrılmaz Ahmet’i hemen vurmuş.
Silah sesini duyan Ethem Bey ve diğer müfrezeler çatışma çıktı düşüncesiyle geriye dönünce Parti Pehlivan onları karşılamış ve “Yok bir şey. Biz, domuzlara silah attık.” demiş. Bu ifadeden Alayakalı Ahmet’i öldürdüklerini anlamışlar. “Peki, Mustafa Çavuş ne oldu?” diye sorunca Parti Pehlivan; “Onu da Ahmet’e arkadaş olarak gönderdik.” diye cevap vermiş. Böylece meşhur Alayakalı Ahmet bir dağ başında infaz edilerek bu dünyadan ayrılmış. Onu tanıyan herkes (belki alacaklıları hariç), öldüğünü duyunca ondan kurtuldukları için derin bir nefes almış.