Tuaregler ve Türk Ulusal Kimliğinin Kökenlerini Sorgulamak
Tuaregler, taşıdıkları, sahip oldukları kültürleri yönüyle bir Asya Kültürünün kopyasıdır ve kendi köklerinin Asya’da olduğunun da bilincindedirler. Bu insanlar kendileri için, biz Arap değiliz, Türk’üz diyorlar ve bundan da övünç duyuyorlar.
İnsanımızın uzak kaldığı ama yakın tarihimizin bir parçası olan yakın diyarlarda, Güney Akdeniz-Kuzey Afrika kültürleri önemli bir zenginliktir. İki yıl önce Dünya Türk Kurultayı’nın 22’ncisi Macaristan’da yapıldı. Bu coşkunun bir parçası olmak için bu kurultaya katıldığımda, diğer akraba topluluklarımızın temsilcilerini de yakından görme, onları tanıma fırsatı buldum. Bunlardan birisi de kendilerini Türk olarak Tuareglerdi.
Tuaregler, taşıdıkları, sahip oldukları kültürleri yönüyle bir Asya Kültürünün kopyasıdır ve kendi köklerinin Asya’da olduğunun da bilincindedirler. Bu insanlar kendileri için, biz Arap değiliz, Türk’üz diyorlar ve bundan da övünç duyuyorlar. Kurultay esnasında, Tuareglerin kültür bağlarının, Türkmen Kültürüne benzeyen bir yapıya sahip olduğunu gözlemledim. Kadınlarındaki giyim tarzı birçok yönüyle Türkmen giyimlerine ve Kafkas tarzına oldukça benziyordu. Giyim renkleri, Türk Dünyasının renkleri ile benzerlikleri hemen dikkatimi çekmişti. Arap kavminden onları ayıran belki de en belirgin özellikleri bunlardı. Takıları orta Asya ve Anadolu coğrafyasının aynısı olduğuna bizzat şahit oldum. Takılarının, Türkmen hatunlarıyla aynı idi.
Erkeklerin oyunları ise Kafkas oyunlarının bir kopyası gibiydi. Müzikleri Kafkas ve biraz da Kızılderili müziklerini andırıyordu. Danslar esnasında sergiledikleri motifleri Kafkas hareketlerinin sanki birer kopyası gibiydi. Burada bir ayrıntıya daha dikkat çekmek isterim. Tuareg davulu ve diğer Türk davulları Türk dünyasındaki tamgalarla neredeyse aynı tamgayı taşıyan özellikte olması da önemlidir. Tuareglerin antik bir dilleri ve yazı şekilleri vardır. Yazı harflerinde Turan coğrafyasındaki Antik Göktürk yazısına benzer alfabe kullanıyorlar. Ayça, Tarhan gibi birçok Türkçe adları kendilerine isim olarak kullandıklarına bizzat şahit oldum.
Görüldüğü üzere, bazılarımız Türk kelimesinden nefret etse de, gerçek değişmiyor. Türk, yani bu dört harften oluşan sözcük, tarihin derinliklerinde sonsuzluğa kadar giden kökleri simgeliyor. Sanıldığının aksine Türklük mefkuresi, ırkçılığın tam karşısındadır. Ayrıca bağımsızlık aşığı bir ulus olarak Türkler, kurdukları cihan devletler ve imparatorluklar ile başat veya dominant güç olmayı da hemen hemen her devirde becermişlerdir. Türklük kavramı Türk kültürüyle iç içe geçmiş bir yapıda, sonsuza kadar yaşayacak kadar güçlü duyguların yanında tarihi derinliğiyle de yaşamaya devam edecektir.
İşte bunun en güzel örneği de Tuareglerdir. Tuaregler dillerini koruyabildikleri, kültürlerine sahip olabildikleri için Arap kültürünün hâkim olduğu bir coğrafyada bir vaha misali kendilerini korumaya devam ediyorlar. Yok olmaya karşı direnç gösteriyorlar. Benzer şekilde Türk dili Türk'ün namusu, şerefi ve en önemlisi de geleceğidir düsturumuz doğrudur diyorum. Türkçe konuşalım, dilimizi yozlaştıranlara iyi gözle bakmayalım. Dilimizi, kültürümüzü, töremizi yüceltelim ki Türk ulusu her çağda hep yücelsin.
Dünyadaki birçok dil bilimcinin Türk dili hakkındaki sözleri Türk dilinin dünya dilleri üzerindeki önemini ortaya koymaktadır. Bakın her zaman Türklüğüyle övünen Prof. Oktay Sinanoğlu Türk dili için neler söylüyor: "Dillerin arasında yapısıyla, binlerce yıllık kurallarıyla, matematiğe en çok benzeyen dil Türkçe, Türk lehçeleridir. Dolayısıyla anadili Türkçe olanların düşünce yapısı, daha küçükten matematiğe en yatkın biçimde gelişiyor"
Büyük bilge Sinanoğlu bir milletin yaşamında dilinin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için çok manidar ve özel bir kitap yazmış ve ‘Bye Bye Türkçe’ ismiyle yayınlamıştır. Türk bilgesi bu kitabında bir dilin toplum için önemini o kadar çok vurgulamıştır ki “toplumsal kültür şerefi” mantığının dil ile olabileceğini anlatmıştır.
Örneğin İngilizce 450-1150 yılları arasındaki 700 yıllık bir dönemde ancak oluşmuştur. Avrupa ve Asya dillerinin karması olan sentetik yapıda bir dildir. Bir dönem güneş batmayan toprakların hakimi İngiliz sömürgeciliğinin bir yansıması olarak tüm dünyaya yayılmıştır. Sonrasında bayrağı ABD’nin almasıyla tahtını sağlamlaştırmış, özellikle de teknoloji ve bilim dünyasına öncülük eden ABD’nin parlattığı İngilizce mecburen herkesin neredeyse ortak ikinci dili olmuştur. İngilizcenin oluşumuna benzer bir yapıda ortaya çıkan Osmanlıca da 1300-1900 yılları arasında 600 yıllık bir dönemde oluşmuştur. Farsça, Arapça ve Türkçe dillerinden karma bir dildir, ancak İngilizcenin aksine bugün Osmanlıca kullanılmamaktadır. İngilizcenin yok olmayacağı kesindir ama karma yapıdaki bir dil olması, ne kadar yaygın olsa da, bu dili ‘sevimsiz’ kılıyor. Herhalde birçok insan mecbur kalmasa İngilizce gibi bir dili öğrenmek için uğraş vermezdi düşüncesindeyim.
Bazen ülkemiz insanının boş işlerle enerjisinin tüketildiğini de düşünüyorum. Biz günümüz Türkleri, ideolojilerin esir aldığı bir toplumsal yapı içerisinde yaşamaya gayret gösteriyoruz. Biliyoruz ki büyük davalar; büyük düşünen insan topluluklarından ve onların içinden çıkan liderlerden oluşur. 100 yıl önce bu ülke yeniden kurulurken, ulusumuzun esenliği ve mutluluğu davasını Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkarmak için ant içmiştik. Yola koyulduk, bin zahmet ve elemle acılar çekerek dağa tırmandık. Bu zirve Cumhuriyet ve kurucusu Atatürk’ün gösterdiği çağdaş medeniyet ülküsüydü. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu. Ama küçük bir noksanımız olduğunu fark ettik: “Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk”. Meğer biz davayı değil kendimizi zirveye çıkarmayı yeğlemiştik. Gerçekte göğe yükselememiştik. Köklere inmeden, göğe yükselemeyeceğimizi bildiğimiz halde becerememiştik. Şimdi 100 yıl sonra yeniden düşünme zamanı tekrar kapımıza geldi: İdeallerimize giden yolda kaybettiklerimizi bulmadan yola devam etmek beyhude bir uğraştır. Felsefe için yönünü bulmuş bir yol derler. Sorma ile başlayan bir yolda denilebilir buna. Sorusu olmayanın geleceği de, gideceği yolu da yoktur. Çünkü henüz uyanmamıştır.
O zaman uyanmak için, geleceğimizi yeniden inşa edebilmek ve ileriye atılabilmek için kendimize samimiyetle “biz kimiz?” diye sorup, öncelikle bu sorunun cevabını bulmamız gerekiyor:
- Nereden geliyoruz? Biz kimiz?
- Tarihi izlerimiz nerelere uzanıyor?
- Geldiğimiz yerden, bugünümüzden memnun muyuz?
- Bizi biz yapan ortak tarihimizi biliyor muyuz?
- Varlığımızın kökü dilimizin genlerine sahip çıkabiliyor muyuz?
- Kültürel kodlarımıza, ortak kültürümüze ne derece koruyoruz?
- Türk coğrafyasına, Türk boylarının yaşadığı topraklara ne derece bağlıyız?
- Sahi biz nereye gidiyoruz?
Saygı dolu sevgiyle