Site İçi Arama

tarih

Türklerde Ana Baba Kavramları

Babaya “Kang‟ diyen eski Türkler anneye de “Ög‟ diyorlarmış. Anlaşılan, bugün kullanmakta olduğumuz “ögsüz‟ (öksüz) kelimesi de buradan türemiş. Kültigin, kitabelerinde "Gök Türk Devletinin kuruluşunu anlatırken; "Türk milleti yok olmasın diye babam İlteriş ile annem İlbilge Hatunu Tanrı tepelerinden tutmuş ve insan oğullarının üstüne çıkarmış” diyordu.

Aile; en dar anlamıyla anne, baba ve çocuklardan oluşmuş, sosyal nitelikli bir kurumdur. O halde ailenin temelinde anne, baba ve çocuklar var. Bir çatı altında bulunan bu insanların gerek aile içindeki konumları ve gerekse birbirleri ile olan bire bir ilişkileri önemlidir. Bir toplumsal örgüt kabul edilen ailede, aile içinde bulunan kişilerin bireysel konumları kadar, birbirlerine karşı ilişkileri, ailenin bireyleri tanımlama biçimleri, aile içindeki hiyerarşiyi ve düzeni anlama bakımından önemlidir. 

Türkler eskiden baba'ya, Kang derlerdi. Göktürk Kitabelerinde Kültigin Babası İlteriş Kagan’ın devleti kuruşunu anlatırken, “Kangım kagan yiti yegirimi erin taşıkmış taşra (babam kağan on yedi adamla baş kaldırmış)” diyor. Aynı baba oğullarına "kanğdaş‟, üvey kardeşler için ise, "kanğsık‟ deniyordu. XI. yüzyıldan sonra Türkler, babaya Ata demeye başladılar. Eski Türklerde bugün bizim ana baba söyleyişimiz gibi, anayı öne alarak Ög ve Kang diyorlardı. Yine Anadolu’da babaya; “Ece‟, “İzi‟, “Ede , “Eye” denildiğine rastlanılmaktadır. Bu Anadolu sözleri de en eski Türklerdeki “Eşi”, “İçi‟, İge‟ gibi deyişlerden başka bir şey değildir. Bu ifadeler daha çok evin büyüğü ve sahibi için söylenirdi. Evin büyüğü için bazı Türkler ise “Ot Ağası‟ yani “Ateş ve ocağın ağası, sahibi” demişlerdir. 

Babaya “Kang‟ diyen eski Türkler anneye de “Ög‟ diyorlarmış. Anlaşılan, bugün kullanmakta olduğumuz “ögsüz‟ (öksüz) kelimesi de buradan türemiş. Kültigin, kitabelerinde "Gök Türk Devletinin kuruluşunu anlatırken; “Türük bodun yok bolmazun tiyin, bodun bolçun tiyin kangım İlteriş Kaganıg, ögüm İlbilge Katunug Tengri töpüsinte tutup yügerü kötürmüş (Türk milleti yok olmasın diye babam İlteriş ile annem İlbilge Hatunu Tanrı tepelerinden tutmuş ve insan oğullarının üstüne çıkarmış)” diyordu. 

İlk defa Altay Dağlarının kuzeylerinde bulunan Göktürk yazılarıyla yazılmış Kemçik Yazıtında görülen anne (ög) sözü, Uygur çağında da “ög‟ (anne) biçimindedir. Örneğin; “öglüg‟ anneli, “ögsüz‟ ise annesiz kalmış anlamındadır. Diğer yandan Divanı Lügati Türk’te “ana‟ “apa‟ olarak yer alırken, diğer Türk lehçelerinde şu biçimdedir; Kıpçakça: “Ana", Altayca: “Ene‟, Çağatayca: “Aça‟, Kaçarca: “Ene", Kazakça: “Eni‟, Kırgızca: “Ene‟ ve “Apa‟, Sagayca: “Ene‟, “şor‟, Telcüt: “ene‟, Çuvaşça: “Ama” ve “an’ne‟dir. Uygurlarda, “anaata”, anababa sözleri çok yaygındır. 

Türk töresinde, babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bundan dolayı ananın yeri, babanın diğer akrabalarından ileridedir. Aile içi ilişkilerde kadının birden fazla rolü (annelik, eşlik, gelinlik, yengelik, eltilik vs.) bulunurdu. Türk kültüründe kadına verilen değerden dolayı “Ana, baba, karı, koca” denirken, anne sözcüğü babadan önce söylenirdi. Göktürk çağında da anne sözü, babadan önce kullanılıyordu: “Annenin öğüdünü al, babanın sözünü dinle" gibi deyişlerde anne hep önce söyleniyordu. Bir Uygur yazısında ise “Anne ve babanın gönlünü oğlu ve kızı alamaz" deniyordu. Göçebe Oğuz toplumlarında kadın, özellikle ana olarak saygın bir konumda, el üstünde tutulmaktadır. Kız çocuğunun eğitimi annenin üzerinedir.

Anneyi öne alan bu gelenek, Dede Korkut hikayelerinde de daha anlamlı olarak “ana ata‟ ve “kadın anabeğ baba‟ şeklinde görülmektedir. Buradaki “Kadın‟ tanıtması (beğlik gibi) ananın bir unvanıdır. Kadınlık burada anneyi yüceltmek için söylenmiştir. Yine Göktürk Yazıtlarında anne, “ögüm hatun‟ (annem hatun) şeklinde, hatun unvanıyla birlikte anılmaktadır. 

Tüm bu örneklerden anladığımız, eski Türklerde kadına verilen statü son derece yüksek ve bir anlamda erkekle eşit düzeydeydi. Nezaket çerçevesinde çok yerde kadına ait sıfatlar erkeğe ait olandan önde kullanılıyordu. Kanaatimce, Türkler kadar kadın cinsine, hiçbir millet hukuk vermemiş, hürmet göstermemiştir. Eski Türklerde kadın ile erkeği birbirine karşı tabu olmak şöyle dursun, birbirlerinin tamamlayıcıları olarak görülüyordu. Şüphesiz, Dede Korkut hikayeleri tüm diğer destanlar gibi erkeklerin kahramanlıkları üzerine kurulmuştur. Destanlarda kadınlar kahramanların anneleri, eşleri veya nişanlıları, sevgilileri olarak yer betimlenmiştir. Dede Korkut'un kadınları da böyledir. Hikayelerin giriş bölümünde aile bireylerinin taşımaları gereken özellikler öz olarak verilmiştir. Dede Korkut hikayelerinde de bazen kendileri de cesur ve güçlü birer kahraman olan kadınlara yer veriliyordu. Kadınlardan, sevgili, eş ve özellikle ana olarak yakınları tarafından büyük değer verilen kişiler olarak bahsedilmektedir. 

Dede Korkut hikayelerinin giriş bölümünde ayrıca kadın tiplerinin sınıflandığı da görülür. Hikayelerde betimlenen kadınlardan, “evin dayağı, solduran sop, dolduran top, bayağı kadın” ismini verdiği dört tip kadından söz edilir. 

Evin Dayağı adını verdiği en olumlu Türk kadın tipidir. Bu tip, yabandan bir misafir gelse onu ağırlayan, doyuran, kocasının adını kötü çıkarmayan kadındır. Bunun tam tersi de bayağı kadındır. Bu tip sürekli kocasını mahcup eder, cimrilik yapar, nankördür. Solduran sop tipindeki kadın, tıka basa yemek yer, yine açlıktan şikâyet eder ve kocasından bir türlü memnun kalmaz. Yeni kocaya varmak düşüncesi devamlı bu tür kadınların zihinlerini meşgul eder. Dolduran top, kendi ilgisizliği sonucu evine gelen zararları önleyemedikleri için komşularına sitem eder. 

Buradan da anlaşılacağı üzere Dede Korkut’un hikayelerinde idealize ettiği kadın evin dayağı olan kadındır ve o, misafirperver, kocasını misafir yanında mahcup etmez, cömerttir, evin sahibidir, kocasının şerefini korur, dedi kodu yapmaz, nankör değildir, kocası ile uyum içindedir, gözü dışarıda değildir. Diğer bir ifade ile Dede Korkut hikayelerinde kadın, Kutadgu Bilig’de açık bir şekilde yer alan ve Dîvânu Lugâti't-Türk’te ipuçlarıyla ulaşılan hain, korkak, şehvet düşkünü ve aldatıp yaltaklanan kadın imajından çok uzaktır. Burada kadınlar savaşçı ve avcı kahraman erkeğe göre yine ikinci planda, onun koruması altındadır. Ama iffetli, sadık, bağlayıcı rol oynarlar. Sık sık kadınların fikrine başvurulduğu görülür. Dede Korkut’taki kahramanların genellikle böyle oldukları görülmektedir. Kadınlar ise, onlara akıl fikir veren, yol gösteren, yatıştıran, aile üyeleri arasında sağlam bağların oluşmasını sağlayan kişiler olarak görünürler. Destanda kadınların statüsü yüksektir. Birden fazla evliliğe, bir işaret olsun yoktur. Her bir kahramanın bir kadını vardır. Dirse Han evladı olmadığından dolayı karısına çok darılıyor (bu ayıp senin mi benim mi? diyor). İkinci kadınla evlenmek fikrini ağzına bile almıyor, aklına bile getirmiyor. Dede Korkut Destanı, Oğuz Kaan Destanının bir devamı olarak, Dirse Han’ın tek kadınla yaşaması örneğinde görüldüğü üzere, eski Türk töresinin canlılığını koruduğunu bize göstermektedir.

Oğuz’da erkek önce yiğittir, merttir, kahramandır. Çevresi düşmanla çevrili olan bir toplum için bu nitelikler elbette önde olacaktır. Çünkü steplerin ve bozkırın yaşamsal kanunları zalimdir. Erkek çoğu zaman savaşta ve avdadır. Erkeğin yaşamının önemli bir kısmı dışarıda olduğu için, evin işleri kadının üzerindedir. O nedenle Evin Dayağı tipi kadına ihtiyaç olacaktır. 

Hikayelerin birçoğunda bu konular işlenmektedir. Bunlardan Dirse Han, Oğlu Boğaç Han hikayesinde, erkeğin toplum içindeki yerini ve sorumluluklarını gösteren birçok anekdot bulunmaktadır. Hikâyede topluma ve kadınlara karşı yanlış yapan kim olursa olsun isterse Han oğlu olsun, yaptığının cezasını çekeceği ana fikir olarak işlenmektedir. Bir yiğit kim olursa olsun Oğuz ilinde kıza, kadına dokunamaz. Yaşlı kimselere hakaret edemez. Babasından izinsiz ava çıkamaz, sarhoşluk mazeretiyle kötü işlere kalkışamaz. 

Türk töresinde anne ve baba baş tacıdırlar. Aile, bozulmadan yaşatıldığı müddetçe Ulus da bozulmadan yaşar. Türklerin tarih boyunca kuvvetli devlet yapılarını kurmaları ve korumalarındaki asıl sır, kuvvetli Aile yapılarına sahip olmalarıdır. Kuvvetli aile yapısı, kuvvetli devlet yapısının temelini oluşturur. Aile bozulursa devlet de bozulur. Türklerde bir ata sözü vardır. "Oba bozulursa boy bozulur, boy (aile) bozulursa, Devlet bozulur!" 

İnancım odur ki, devletimizin bekası için kimseden kültür ithal etmemize gerek yoktur. Yapacağımız tek şey Türk gibi davranıp, Türk gibi yaşamaktır. Geleneksel aile düzenlerimizi, yapılarımızı olabildiğince sahip çıkarak ülkemizi sahip çıkmaktır.

Sevgi ve Saygıyla

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 01.10.2023
  • Süre : 3 dk
  • 4183 kez okundu

Google Ads