Atatürk'ü Anadolu'ya kim gönderdi?
Herkesin malumu olduğu üzere 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a ayak basmıştır. Bundan sonra bir süre Samsun’da kalarak durumu incelemiş ve hükümete raporlar vermiştir.
Herkesin malumu olduğu üzere 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a ayak basmıştır. Bundan sonra bir süre Samsun’da kalarak durumu incelemiş ve hükümete raporlar vermiştir. Daha sonra Millî Mücadele’yi fiilen başlatmak üzere önce Havza’ya, oradan da Amasya’ya gitmiştir. Amasya’da Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Refet (Bele) Bey ile yaptığı bir toplantı sonucunda Millî Mücadele’nin manifestosu diyebileceğimiz Amasya Tamimini ilan etmiştir. Bu tamimin hazırlanmasına, telgraf vasıtasıyla Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kazım (Karabekir) Paşa ve Konya’daki 1. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa da iştirak etmiş ve metne onay vermiştir.
Bundan sonra Erzurum Kongresi’nde Millî Mücadele’nin planını teşkil edecek esaslar kabul edilmiş ve bölgesel mahiyetteki bu kararlar Sivas Kongresinde ülke çapına şamil olacak şekilde genişletilerek kabul edilmiştir. Bundan sonra Millî Mücadele, önce Heyet-i Temsiliye, 23 Nisan 1920’den sonra da Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülmüştür.
Buraya kadar anlattığımız hususlarda genel olarak hiç kimsenin bir itirazına rastlanmamaktadır. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak atanması konusunda bazı kesimlerce birbirinden oldukça farklı bazı iddialar ortaya atılmaktadır. Bu iddiaların bir kısmı, genel olarak Mustafa Kemal Atatürk ve onun yaptığı inkılaplara karşı olan ve hatta inkılapların ve Cumhuriyet rejiminin düşmanı olan çevrelerce ileri sürülmektedir. Bu çevrelerin iddiaları genel olarak iki nokta üzerinde toplanmaktadır. Bunların birine göre; Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya Padişah Vahdettin göndermiştir ve ona Anadolu’da bir Millî Mücadele başlatması emrini vermiştir. Hatta bunun için kendisine mücadelede kullanmak maksadıyla sandıklar dolusu altın vermiştir. Aynı çevrelerce öne sürülen diğer iddia ise; Mustafa Kemal Paşa’nın İngilizlerin adamı olduğu ve Anadolu’ya Osmanlı’yı yıkmak ve halifeliği kaldırmak için gönderildiği şeklindedir. Bu iki iddiayı ortaya atanlar, bugüne kadar bu iddialarına somut bir delil veya bir belge gösterememişlerdir. İddiaları tamamen faraziyelere dayanmakta ve gerçek durumla karşılaştırıldığında yalan veya en kibar tabirle yanlış olduğu açık bir şekilde görülmektedir.
Şimdi neden böyle söylediğimizi açıklamaya çalışalım. Önce birinci iddia ile başlayalım. Mustafa Kemal Paşa’nın tayin emrini Osmanlı Hükümeti (Harbiye Nezareti) hazırlamış, Sadrazam’ın uygun görmesinden sonra Padişah tarafından onaylanmıştır. Bunda olağanüstü bir durum yoktur. Aynı Cumhuriyet döneminde Ordu Komutanlarının atanmalarının Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı Yüksek Askeri Şura’da kararlaştırılıp Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması gibi Osmanlı’da da Ordu Komutanlarının onayı Padişah tarafından yapılmaktadır. Bu devletin rutin bir uygulamasıdır ve Mustafa Kemal Paşa gibi diğer ordu müfettişlerinin tayinleri de aynı prosedür uygulanarak yapılmıştır. Yani ona mahsus özel bir uygulama yoktur.
Bu kişiler genellikle, Mustafa Kemal Paşa’nın da hatıralarında bahsettiği Vahdettin ile görüşmesinde, Padişah’ın “Paşa, devleti kurtarabilirsin!” sözünü kendilerine dayanak yapmaktadır. Ancak Atatürk bu anısını anlatırken, kendisinin de acaba Padişah bana anladığım şeyi mi söylemek istiyor diye düşündüğünü fakat daha sonraki ifadelerinden böyle olmadığını anladığını açıklamaktadır. Yani bu görüşmedeki konuşmalardan, Padişah’ın onu özel olarak ülkeyi kurtarmak için gönderdiğine dair bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Zaten daha sonraki yıllarda ne Padişah ne de o yurt dışına çıktıktan sonra bile yanında kalan kişilerin hiçbiri bu şahısların iddia ettiği gibi Atatürk’ün padişah tarafından böyle bir görevle Anadolu’ya gönderildiğini söylememiştir. Bu kişilerden, hatıratları yayınlananlar vardır. Dileyen bu hatıratları satın alıp okuyabilir.
Padişah’ın kendisine sandıklar dolusu altın verdiği iddiası ise bu iddiadan da daha tutarsızdır. Ortaya atılan altın miktarı bazı yazarlar tarafından bir altının kaç gram olduğu üzerinden hesaplanmış ve bu kadar altını taşımak için birden fazla kamyona ihtiyaç duyulacağı sonucuna varılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında kamyon olmadığı gibi kendisini ve karargahını taşıyan iki eski otomobil personel ve bavullarını bile zor taşımaktadır. Zaten Osmanlı’nın ekonomik durumu da çok fazla altın vermeye müsait değildir. Devlet bütçesi o kadar az ve borçlar o kadar çoktur ki padişah bile sarayda çok mütevazi bir yemek listesine tabi kalmıştır. İstanbul halkı ise açlıkla yüz yüze gelmiş, ekmek bulmak bile mümkün değildir.
Öte yandan, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’da kongrede giymek için yeni bir takım elbise almaya bile parası yoktur. Sivas’a giderken ise yemek paraları dahi yoktur. Emekli bir binbaşı, emekli ikramiyesini mücadele için hibe edince, gerekli parayı temin edebilmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa’ya İstanbul’dan elbette bir para verilmiştir. Bu para her memur tayin edilirken verilen harcırah ve karargâhın acil ihtiyaçları için verilen ödenektir. Anlaşılan bu çok cüzi bir paradır. Çünkü kısa sürede tükenmiştir.
Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşan ve Millî Mücadele süresince yanından ayrılmayan Mazhar Müfit (Kansu) Bey Erzurum’dan başlayarak her gün yapılan her şeyi defterine not etmiş ve bu notları “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber.” Adıyla kitap olarak yayınlamıştır. Bu kitapta da açıkça görüleceği gibi bırakın binlerce altını çoğu zaman şeker almaya bile paraları yetmemiştir. Aylarca et yememişlerdir. Kendisi heyetin para ve yemek işlerinden sorumlu olduğu için kitabında para yokluğu ve yemek kısıntısı hakkında hayli detaylı bilgiler vermektedir. Dolayısıyla, Padişah’ın binlerce altın verdiği iddiası da yalandan başka bir şey değildir.
Gelelim İngilizler ile iş birliği iddiasına. Bu iddia sahiplerinin yaptığına psikolojide projeksiyon, yani yansıtma derler. Bu şu anlama gelir. Hani bazı insanlar vardır, hırsızlık yaptığını duymuşsunuzdur, bu kişileri dikkatle takip edince şunu görürsünüz; bu insanlar herkesi hırsızlıkla suçlarlar. Mustafa Kemal Paşa’nın İngilizlerin adamı olduğunu, onu Anadolu’ya İngilizlerin gönderdiğini ve Kurtuluş Savaşı’nın bir senaryo olduğunu söyleyenlerin yaptığı da aynen budur. Bu kişiler genel olarak Damat Ferit’i doğrudan övmeseler de Padişah Vahdettin’i yerlere göklere sığdıramazlar. Onu babasından kalan miras zorla elinden alınmış mağdur biri olarak göstermeye çalışırlar. Ancak bu iddialarına da herhangi bir delil gösteremezler.
Bu kişiler daha önceleri, bu iddialarına dair kanıtların İngiliz gizli arşivlerinde bulunduğu ve arşivler henüz açılmadığı için bu belgeleri gösteremedikleri, ama varlığını bir şekilde öğrendikleri yalanını söylüyorlardı. Ben çocukken bu iddiaları ileri süren birçok kişi gördüm. Ama bugün hala aynı iddiaları savunanların nasıl buna devam edebildiklerini anlamak mümkün değil. Çünkü hem İngiltere’de 1919-1944 yılları arasındaki arşiv belgeleri kitap olarak yayınlandı, hem de bu belgelerden bizimle ilgili olanlar Türkiye’de kitap olarak yayınlandı. Bu belgelerde bırakın Mustafa Kemal Paşa’nın İngilizlerin adamı olduğunu, daha Amasya Tamimi yayınlanır yayınlanmaz Atatürk’ü en büyük tehdit olarak gördükleri açıkça belirtilmektedir. Üstelik Ali Satan, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserlerinin her yıl çok gizli gizlilik derecesiyle ülkelerine gönderdikleri yıllık raporları da Türkçe olarak dört cilt halinde yayınladı. Bu raporlarda, Mustafa Kemal Paşa İngiliz çıkarları için büyük bir tehdit olarak gösterilirken İngilizlerle iş birliği yapanın Damat Ferit ve onu ısrarla sadrazamlıkta tutmaya çalışan Padişah Vahdettin olduğu açıkça görülmektedir.
Bu delilleri görüp iddialarının çürüklüğünü fak eden bazıları ise son zamanlarda kıvırarak başka bir yalan söylemektedirler: “Eğer Mustafa Kemal Paşa, daha en baştan ne yapacağını söyleseydi ve niyetini açığa vursaydı, Padişah ve hükümet gerekli tedbirleri alacağı gibi mütedeyyin halk da onun arkasından gitmezdi.” Yani Mustafa Kemal Paşa yalan söyleyerek milleti kandırdı. Bu söz en az diğer iki iddia kadar yalan ve saçmadır. Öncelikle bu sözü söyleyenler Padişah’ı, Damat Ferit Hükümeti’ni ve halkı salak yerine koyduklarının sanırım farkında değiller. Ama olaylara ve belgelere bakıldığında; hiç kimsenin salak olmadığı, gayet akıllı ve uyanık olduğu, hiçbir iddiasına dayanak bulamayarak bu sözü söyleyen kişilerin sadece yeni bir yalan söylediği gayet açık bir şekilde görülmektedir.
Müsaadenizle bunu açıklamaya çalışalım. Öncelikle Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyetçi olduğu bir sır değildir. Bazı okul arkadaşlarının hatıratlarında yazdığına göre daha okul yıllarında bu düşüncesini dile getirmiştir. Ayrıca, henüz 9. Ordu Müfettişi olarak atanmadan önce yaptığı bazı görüşmelerde de bu niyetini açıkça belirttiği anlaşılmaktadır. Örneğin İtalya’nın İstanbul’daki en büyük temsilcisi olan Kont Sforza, Atatürk ve Ali Fethi (Okyar) ile yaptığı bir görüşmeden sonra konuştukları konuları bir mesajla ülkesine bildirmiştir. Adı geçen şahsın daha sonraki yıllarda yazdığı hatıratında da bu mesaja yer verilmektedir. Bu mesajda Sforza; Mustafa Kemal ve Ali Fethi ile görüştüğünü, bunların bir teşkilat kurduklarını, bu teşkilata dayanarak Anadolu’da bir cumhuriyet kurmayı planladıklarını bildirmektedir.
Bunun yanında, Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele’ye başladığı ilk günden itibaren yaptığı konuşmalar ve çektiği telgraflar da niyetini ve ideolojisini açık bir şekilde göstermektedir. Özellikle Amasya Tamimi, bu niyet ve maksadını açıkça ortaya koyan bir belgedir. Tamimde açık bir şekilde; “Ülkenin bütünlüğünün ve milletin istiklalinin tehlikede olduğu, İstanbul’daki hükümetin üzerine düşen görevi yapamadığı, bu durumun milleti yok farz ettirdiği, milletin istiklalini yine milletin azim ve kararının kurtaracağı, bunun için Sivas’ta bir kongre toplanacağı” belirtilmektedir. Bu maddeleri okuyan ortalama zekaya sahip biri bile Mustafa Kemal Paşa’nın niyeti ve maksadının ne olduğunu anlayabilir. Çünkü tamimde açıkça; millet egemenliğinden, İstanbul hükümetine karşı çıkılacağından, demokratik bir kurum olarak Sivas’ta bir kongre toplanacağından ve kongrede yeni bir karar organı teşkil edileceğinden bahsedilmektedir.
Yani gizli saklı hiçbir şey yoktur. Bir söz daha açık bir şekilde ancak salak birine söylenir. Nitekim bu tamim yayınlanır yayınlanmaz İngilizler de, Padişah da, Hükümet de her şeyi anlamışlardır. İngilizlerin yazışmalarında bu görülmektedir. Padişah ve Damat Ferit de onu geri çağırmak ve görevden almak gibi birçok girişimde bulunmuş, bunlar işe yaramayınca idamına dahi karar vermişlerdir. Eğer amacı anlamamış olsalardı, bu kadar sert tepki gösterirler miydi?
Neyse….
Şimdi de Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşları ile onu sevenlerin bu görevlendirme konusunda ne söylediklerine bakalım.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bazı arkadaşları ile görüşüp bir genel plan yaptıklarını, bunun için Anadolu’ya geçmeye karar verdiklerini, bazı arkadaşlarının birliklere atamaları yapılarak Anadolu’ya gittiklerini, kendisinin de öncelikle resmi bir görevle Anadolu’ya gitmenin yolunu aradığını söylemektedir. Bu konuda Genelkurmay Başkanlığı (Erkan-ı Harbiye Riyaseti) ve Savunma Bakanlığı’ndaki (Harbiye Nezareti) arkadaşlarına da kendisine yardım etmelerini söylemiştir. Mustafa Kemal Paşa en son Ordular Grubu Komutanlığı yaptığından, Anadolu’ya gitmesi imkânsız gibi görülmektedir. Çünkü bütün ordular lağvedilmiştir. Mevcut kanunlar ve askeri teamül gereği, bir kişinin daha önce yaptığı görevden daha düşük bir makama tayin edilmesi mümkün değildir. Bu sebeple, gerekirse hiçbir görev almadan da Anadolu’ya geçmeyi bir alternatif olarak düşünmüşlerdir.
Fakat Allah’ın bir lütfu olarak Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’daki 3. ve 15. Kolordulara komuta edecek 9. Ordu Müfettişliği kurulmuştur. 9. Ordu Müfettişliğinin kurulmasına karar verilince, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, bu göreve onun atanması için kulis yapmaya başlamışlardır. Bu, gerek Atatürk’ün konu ile ilgili konuşmalarında, gerekse bazı arkadaşlarının hatıratlarında açık bir şekilde görülmektedir. Örneğin Ali Fuat Paşa, bu maksatla kardeşinin kayınpederi olan İçişleri Bakanı (Dahiliye Nazırı) Mehmet Ali Bey’e bu yönde kulis yapmış ve hatıratında bu atamanın bu sayede olduğunu düşündüğünü söylemektedir. Elbette Ali Fuat Paşa ve diğer bazı kişilerin bu atamada etkileri olmuş olabilir. Ancak o dönemdeki durumu gösteren belgelere bakıldığında bunun sebebinin adeta kader diyebileceğimiz bir şekilde ortaya çıkan gelişmeler olduğu görülmektedir.
Bilindiği gibi Mondros Mütarekesi’nden sonra bütün ordu karargahları lağvedilmiş ve Osmanlı Kara Kuvvetleri, kolordulardan oluşmaktadır. Fakat ülkede çok büyük bir asayiş sorunu yaşanmaktadır ve Mütareke döneminde bu sorun çok tehlikeli bir hale gelmiştir. Anadolu’da tarih boyunca eşkıyalık hep yaygındır. Coğrafya buna müsait olduğundan dağlık bölgelerde her devirde olduğu gibi Osmanlı’nın en güçlü dönemlerinde bile birçok eşkıya çetesi bulunmaktadır. Fakat 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru bu durum çok daha vahim bir hale gelmiştir. Çünkü savaşan tüm ülkelerde olduğu gibi Osmanlı Ordusu’nda da asker kaçaklarının sayısı oldukça artmıştır. En az 300 bin asker kaçağı olduğu söylenmekte ve bazı kayıtlarda bu sayının 500 bine çıktığı görülmektedir. Asker kaçakları, yakalanırlarsa idam edileceklerini bildiklerinden silahlarıyla kaçmışlar, dağlık bölgelere sığınmışlar ve eşkıyalık yapmaya başlamışlardır. Öyle ki Anadolu’nun birçok yerinde devlete ait depolar soyulmuş, köyler basılmış ve güvenlik güçlerinin yetkisi karakol duvarları ile sınırlı hale gelmiştir.
Buna, Mondros Mütarekesi’nden sonra azınlıkların kurduğu silahlı çeteler de katılınca, asayiş sorunu içinden çıkılamaz bir hale gelmiştir. Üstelik Müslüman Türk köylerini basarak katliamlar yapan Rum ve Ermeni çeteleri halkta bir tepki yaratmış, devlete güven kalmamış ve bu Hristiyan çetelerle savaşmak için yeni Müslüman çeteleri ortaya çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmadan kısa süre önce şehirdeki bir üsteğmenin takımıyla birlikte dağa çıkması gibi bu hareketlere bazı asker kişiler de katılmaya başlamıştır. İşte bu durum, hükümeti bazı tedbirler almaya sevk etmiştir. Önce tüm Anadolu 10 bölgeye bölünerek her bölgeye güçlü yetkilerle donanmış birer vali atanması planlanmıştır. Ancak bazı yeni gelişmeler, bunun yeterli olmayacağını göstermiştir.
Karadeniz bölgesindeki İngiliz istihbarat subayları, Müslüman halkın ve bazı küçük askeri birliklerin silahlarıyla dağa çıktığını tespit etmiş ve bu durumun genel bir kargaşa ve kalkışmaya sebep olabileceğinden endişe etmişlerdir. Bu sebeple İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserine telgraflar çekerek bölgeye daha fazla askeri birlik gönderilmesini istemişlerdir. Fakat bu sırada İngiliz ordusunda ortaya çıkan ayaklanma benzeri görüntüler ve Rusya’ya giden askerlerin komünizmden etkilenerek cepheye gitmemeleri İngiliz hükümetini endişelendirmiş ve İngiliz ordusu hızla terhis edilmeye başlanmıştır. Bu sebeple ancak Boğazlar bölgesinin emniyetini almaya yetecek asker olduğunu söyleyen Yüksek Komiser Karadeniz’e askeri birlik göndermemiştir.
Bu sıkıntılı duruma bir çare olarak, güvenliğin Osmanlı birliklerince sağlanması düşünülmüştür. Bunun üzerine, Osmanlı Hükümeti’ne bir nota verilmiş ve eğer güvenlik sağlanamazsa Mütareke gereğince bazı bölgelerin işgal edileceğine dair göz dağı verilmiştir. Mütareke’de, İtilaf Devletlerinin güvenliklerini tehlikede gördükleri stratejik bölgeleri işgal etmesine izin verilmektedir. Ayrıca altı vilayet diye belirtilen ve Ermenilerin hak iddia ettikleri bölgelerde karışıklık çıkarsa burasının işgal edileceği de belirtilmektedir. Bu sebeple Osmanlı hükümeti büyük bir telaşa kapılmıştır.
Önce 10 bölgeye ayrılan Anadolu’ya birçok yetki ile donanmış valiler gönderme konusu değerlendirilmiş ancak kısıtlı sayıdaki jandarma ile bunun bir işe yaramayacağı anlaşılmıştır. Bunun üzerine asker kaçaklarının şehre inmesi için genel bir af çıkarılmış ve jandarma sayısının artırılması için çalışmalara başlanmıştır. Fakat Anadolu’da o kadar çok eşkıya vardır ki tüm bölgelerde asayişi sağlayacak kadar çok jandarma istihdam edilmesi mümkün değildir. Bunun üzerine, dört adet Ordu Müfettişliği kurulması, bu müfettişliklere savaş tecrübesi olan kabiliyetli generaller atanması, bunlara askeri yetkilerin yanında mülki yetkiler de verilmesi ve bu müfettişliklerin ordu birlikleri ile jandarmaları kullanarak asayişi sağlaması kararlaştırılmıştır. İşte bu kararla birlikte, kader ağlarını örmeye başlamıştır. Çünkü bu karar alındıktan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın ordu müfettişi olarak Anadolu’ya gitmesi neredeyse garanti haline gelmiştir. Şimdi neden böyle söylediğimizi açıklamaya çalışalım.
Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Osmanlı Ordusu yedi ordudan oluşmaktadır. Mütarekeden kısa süre önce lağvedilen 4. Ordu’yu da dahil edecek olursak Osmanlı Genelkurmayının elinde sekiz ordu komutanı vardır. Haziran-Temmuz 1918’de hastalanarak 7. Ordu Komutanlığı’ndan ayrılan ve İstanbul’a gelen Fevzi (Çakmak) Paşa’yı da dahil edince bu sayı dokuza çıkmaktadır. Gerçi Ahmet İzzet Paşa da ordu komutanlığı yapmıştır ancak kendisi kısa süre önce Sadrazamlık yaptığından tekrar ordu komutanlığına atanması mümkün değildir.
Bunlardan 5. Ordu Komutanı Mahmut Kâmil Paşa, tehcir döneminde Doğu’da 3. Ordu Komutanı olarak görev yapmıştır ve o sırada Ermeni meselesi ile ilgili olarak açılan davada adı suçlular listesinde yer almaktadır. Zaten kendisi sağlık sorunları da yaşamaktadır ve bir süre sonra (1922 yılında) bu yüzden vefat etmiştir. 3. Ordu Komutanı Vehip Paşa ise tutuklanarak Bekirağa Bölüğüne atılmıştır. 6. Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, İngilizlere yarattığı zorluklar sebebiyle İstanbul’a gelir gelmez tren istasyonunda tutuklanmış ve hapistedir. 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki (Subaşı) Paşa, gözlerinden rahatsızdır ve tedavi görmektedir. Üstelik o da doğuda İngilizlere birçok zorluk yaşatmıştır ve kısa süre sonra tutuklanacaktır. 2. Ordu Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa’nın durumu da benzer şekildedir. Adana’da İngiliz ve Fransızlara karşı direndiği için İngilizlerin baskısı ile görevden alınarak Konya Valiliği’ne atanmıştır.
Bu durumda geriye sadece dört ordu komutanı kalmıştır. Yani, kurulacak dört ordu müfettişliğine atanmaya aday başka bir kimse bulunmamaktadır. Üstelik bu dört generalden biri olan Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı’dır. İzmir’in işgalinden sonra gösterdiği tepki yüzünden bu görevden alınmış ve yerine eski 8. Ordu Komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa getirilmiştir. Bu durumda elde üç ordu komutanı ve dört ordu müfettişliği bulunmaktadır. Bu personel yetersizliği yüzünden İstanbul’a yakın ve asayişin göreceli olarak daha iyi olduğu Trakya Bölgesi için kurulan 4. Ordu Müfettişliğine atanacak ordu komutanı bulunamamış ve bu göreve en son İzmir’de 17. Kolordu Komutanlığı yapmış olan Nurettin Paşa atanmıştır. Fakat bu ordu müfettişliği fiilen hayata geçirilememiştir.
Anadolu’da ise üç ordu müfettişliği kurulmuştur. 1. Ordu Müfettişliğinin karargâhı İstanbul’dadır ve bu göreve Fevzi (Çakmak) Paşa atanmıştır. 2. Ordu Müfettişliği karargâhı Konya’dadır ve bu göreve en son 4. Ordu Komutanlığı yapan Mersinli Cemal Paşa atanmıştır. Geriye bir tek 9. Ordu Müfettişliği (Daha sonra numarası 3. Ordu Müfettişliği olarak değiştirilecektir.) ve bir tek Ordu komutanı, yani Mustafa Kemal Paşa kalmıştır. Başka aday yoktur. Olsaydı belki de diğer aday gönderilirdi. Çünkü Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a geldikten sonra İngiliz generallerinden gazetecilere ve İtalyan Yüksek Komiseri Kont Sforza’ya kadar birçok kişi ile görüşmüştür. Üstelik Padişah ile de dört defa görüşmüş ve Padişah’ın yaveri konumundadır. Öte yandan haber alma elemanları tarafından Mustafa Kemal Paşa yakından takip edilmektedir ve evinde birçok kişi ile toplantılar yaptığı öğrenilmiştir. Yani sakıncalı biri durumundadır.
Bu sırada Damat Ferit Paşa, iktidarını güçlendirme sevdası peşine düşmüştür. Bu maksatla birçok kişiyi tutuklatmakta, bazılarını da tutuklamaları için İngilizlere şikâyet etmektedir. Bu baskı ve yargılamalar yüzünden çok sayıda subay Anadolu’ya tayinini çıkartarak İstanbul’dan uzaklaşmıştır. Mesela Ayvalık’ta ilk kurşunu atan alayın komutanı olan Ali Bey bunlardan biridir. Ali Fuat Paşa Ankara’daki kolordusuna dönmüş, Kazım Paşa ise kendisini Erzurum’daki 15. Kolordu’ya tayin ettirmiştir. Bu kişilerin gitmesi, Damat Ferit Paşa’nın iktidarını daha güvenli hale getirmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın gitmesini de bu sebeple uygun görmüş olması mümkündür. Fakat yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Mustafa Kemal Paşa hiç rahat duran biri değildir. Enver Paşa ile bile onun en güçlü olduğu dönemlerde kavga edebilen, Mütareke’nin ardından Adana’da Sadrazam ile tartışmalara giren ve çevresinde hırslı biri olarak bilinen biridir. Bu sebeple Damat Ferit Paşa, kendisine verilen bilgilere güvenmeyerek onu 9. Ordu Müfettişliğine atamadan önce Mustafa Kemal Paşa ile bizzat görüşmüş ve ağzını aramıştır. Ancak bundan sonra tayinini onaylamıştır.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür. Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu Müfettişliğine atanmıştır çünkü en uygun ve belki de tek aday kendisidir. Diğer ordu müfettişliklerine değil de 9. Ordu müfettişliğine atanması bile onun gerek rütbesinin gerekse niteliklerinin bir sonucudur. Çünkü Karadeniz bölgesi en karışık bölgedir ve İngilizler bu bölgeyi örnek göstererek güvenliğin sağlanmasını istemişlerdir. Bu sebeple 9. Ordu Müfettişliğine, mevcut adaylardan en dirayetlisi ve en beceriklisi atanmak zorundadır. Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale Muharebeleri, Doğu Cephesi ve Suriye’den geri çekilirken gösterdiği yetenek ve dirayetle kendini ispat etmiştir. Diğer adaylardan Cevat Paşa’nın ordusu ise İngiliz taarruzlarından hemen sonra neredeyse tamamen imha olmuş, Mersinli Cemal Paşa’nın ordusu geri çekilirken kendiliğinden dağılmıştır. Zaten bu yetenek ve dirayeti sebebiyle Ahmet İzzet Paşa da Mütareke gereğince ülkeden ayrılması gereken Liman von Sanders’in yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’na onu atamıştır. Şimdi de kritik bir durum yaşanmaktadır ve bu durumun en şiddetli yaşandığı bölgeye Mustafa Kemal Paşa’nın atanması normal bir tercihtir. Hatıratlarda bahsedilen İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey ve diğer kişilerin onu desteklemesi, sadece Damat Ferit’in şüphelerini teskin etmekte etkili olmuş olmalıdır. Bunun dışında, o bu görev için en kuvvetli ve hatta tek adaydır. Bu durumda Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya kim gönderdi sorusuna verilebilecek tek bir cevap vardır: Onu kader göndermiştir.