Site İçi Arama

tarih

Misak-ı Millî (Milli Yemin, Ulusal Ant)’nin 102. Yıl dönümü

28 Ocak 2022, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının belirlendiği “Misak-ı Milli” (Milli Yemin, Ulusal Ant)’nin kabul edilişinin 102. yıldönümü. Misak-ı Milli, tam bağımsız bir devlet kurmak üzere harekete geçmiş olan Türk Milleti’nin birlikte yaşamak üzere anlaştıkları şartları içeren bir sosyal mukaveledir.

28 Ocak 2022, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının belirlendiği Misak-ı Milli” (Milli Yemin, Ulusal Ant)’nin kabul edilişinin 102. yıldönümü. Misak-ı Milli, tam bağımsız bir devlet kurmak üzere harekete geçmiş olan Türk Milleti’nin birlikte yaşamak üzere anlaştıkları şartları içeren bir sosyal mukaveledir. Misak-ı Milli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluşunda, kuruluşunda ve bağımsızlığında önemli rol oynayan tarihi bir olgudur. Atatürk’ün çabaları ile toplanan ve Osmanlı Devleti’nin toparlanma uğraşını simgeleyen Mebusan Meclisi, 12 Ocak 1920’de son kez toplanmış ve Misak-ı Milli’yi 28 Ocak 1920’de oy birliği kabul etmiştir. Millî Mücadele döneminde ülke topraklarını milli sınır olarak belirleyen 6 madde içeren bir beyannameden oluşmuştur. Misak-ı Milli kararları, 17 Şubat’ta Meclis’te kabul edilip dünyaya ilan edilmesi ile milli tarihe mal edilmiş ve 18 Temmuz 1920’de TBMM’de bağlılık yemini edilerek yinelenmiştir. Misak-ı Milli, Millî Mücadele’nin başlangıcında ortaya çıkmış ve önsözü olarak adlandırılmıştır. Millî Mücadele’nin diplomatik belgesini, dayanağını ve fiziki hedefini teşkil etmiş hem önemli olayların sonucu hem de bir devrimin başlangıcı olmuştur. Millî Mücadele’nin hedefi, yöntemi ve planlarının ana hatlarını çizen Misak-ı Milli’nin temeli, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde benimsenen ilkelere dayalı Türk ulusunun birliği, yurdun bütünlüğü ve gelecekteki güvenliği ile ilgili gelişmesini amaçlayan kararları oluşturmuş ve milletin gerçekleştireceği yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin temeli atılmıştır.

I. Dünya Savaşı’nda üstünde türlü oyunlar oynanan, toprakları paylaşılan, bağımsızlığını kaybeden Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’na rağmen işgaller devam etmiştir. İtilaf Devletleri, artık iyice zayıflamış olan imparatorluk üzerindeki gizli planlarını uygulamaya koymuştur. Dün olduğu gibi bugün de Rusya’nın sıcak denizlere inme hedefi, Boğazlar ve İstanbul egemenliği isteği; İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu hayalleri; İtalya ve Yunanistan’a vaat edilen Ege toprakları işgal devletlerinin sürekli gözlemi altında olmuştur. Yönetimde oluşan otorite boşluğu, dışarıdan müdahaleler, halkın içinde bulunduğu yoksulluk ve bitkinlik, sonun başlangıcının işaretini oluşturmuştur. İzmir’in işgali ve diğer devletlerle yapılan görüşme sonuçlarının Osmanlı Devleti’nin aleyhine olması nedeniyle Anadolu halkının bağımsızlık hareketine destekleri artmıştır. Misak-ı Milli’nin hazırlanması için Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’ya gelişinin ertesi günü 28 Aralık 1919’da şehrin ileri gelenleri ile görüşmeler ve 1920 başlarında çeşitli toplantılar yapmıştır. Bu toplantılar, Millî Mücadele’nin hazırlığı niteliğinde olan kararların belirlenmesi için oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Toplantılarda; “Wilson Prensiplerinin” Osmanlı Devleti için önerilen 12.Maddenin gerçekte Türkiye’nin durumu bakımından kabul edilebilir nitelikte olduğu belirtilmiş, benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi gereken sınırların 30 Ekim 1918 Mondros Antlaşması’ndaki sınırlar olduğu ifade edilmiştir.

Misak-ı Milli’ye giden süreç, Osmanlı Hükümeti’nin 11 Eylül 1919’da genel seçim kararı alması ile başlamıştır. Bu bağlamda, şehirlerde “Kuvayı Milliye” adı altında oluşturulan bağımsızlık hareketi içerisinde olan milletvekilleri, toplanacak meclis için seçilmiştir. Atatürk, Erzurum milletvekili seçilmiş, ancak toplantıya İstanbul’un İngilizlerin işgali altında bulunduğundan güvenlik nedeniyle katılmamıştır. Toplantı öncesi bazı kararların alınması için seçilen milletvekilleri Aralık 1919 ve 3 Ocak 1920’den itibaren Ankara’ya gelerek Atatürk ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile görüşmüş, kendilerine yapılması gereken hareket tarzları ve yöntemler anlatılmıştır. Onlardan milli teşkilata ve millete dayanarak oluşturulacak, milletin kutsal gayelerini cesaretle dile getirecek ve mecliste direniş hareketlerini temsil edecek “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” teşkil etmelerini ve Sivas Kongresi’nde kesinleşen “Misak-ı Milli” esaslarını savunmalarını ve kabul ettirmelerini, kendisinin Meclis Başkanlığına seçilmesi için teklif etmelerini istemiştir. Bildiri metni yapılan bu görüşmeler sonucunda kaleme alınarak son şekli verilmiştir.

Atatürk, Ocak 1920’nin başlarında Muallim Mektebinde Ankara’nın ileri gelenlerine yaptığı ilk genel konuşmada; “Milli teşkilatımızın izlediği gaye, vatanı parçalanmaktan ve milleti esaretten kurtarmaktır. Ama ondan sonra da pek mühim bir millet ve vatan vazifemiz vardır. İç işlerimizi ve hallerimizi ıslah ederek, medeni milletler arasında faal bir uzuv olabileceğimizi fiilen ispat etmek lazımdır. Bu gayede muvaffak olmak için ise siyasi mesaiden ziyade, içtimai mesaiye ihtiyaç vardır. Efendiler ümit ederim ki, elverişli bir sulh elde edildikten sonra durumumuz, iyi idare edilirse, eski sınırlarımız içindeki vaziyetimizden daha iyi olur” sözleri ile Misak-ı Milli hedefini belirlemiştir. 11 Ağustos 1921’de yazar Laurence Shaw Mocre ile yaptığı söyleşide; “Biz barış taraftarıyız. Biz hakkımızdan olandan fazlasını istemiyoruz. Yalnızca anavatanın düşman işgalinden kurtulmasını ve kendi kaderimizi tayin etmek hakkını istiyoruz, yani bağımsızlık istiyoruz. Milli Misak, halkımızın hakkı olan bir belgedir ve halkımız bu belgede yazılı olan haklarını almak için and içmiştir” sözü ile ezilmeyen ve yenilgiyi kabul etmeyen umutlu bir liderin uzak görüşlülüğü, uzun vadeli gelecek hesapları, stratejik seziş ve kararların işareti ve kararlılığı ortaya konmuştur.

Osmanlı “Mebuslar Meclisi”, 12 Ocak 1920’de tüm uyarılara rağmen işgal altındaki başkent İstanbul’da Fındıklı Sarayı’nda son kez toplanmıştır. 19 Ocak 1920’de toplanan Meclis, daha önce oluşturulan kararlar yerine Saltanat makamının gücünden etkilenerek İstanbul Milletvekili Reşat Hikmet Bey’i Meclis Başkanı seçmiş ve “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” yerine Rauf Orbay ve bazı arkadaşlarının isteği ile “Felah-ı Vatan”(Vatanın Kurtuluşu) grubunu kurmuştur. 22 Ocak’ta gizli oturumda Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan 8 maddelik Misak-ı Milli müsveddeleri Trabzon Milletvekili Hüsrev Sami Gerede tarafından Meclis-i Mebusan üyelerine okunmuştur. Atatürk, 23 Ocak 1920’de İstanbul’daki arkadaşlarına ve bazı makamlara gönderdiği telgraf ile Meclisin dağıtıldığı hakkında bir iradenin Mecliste aniden okunabileceği ihtimaline dikkatleri çekmiştir. Meclis Başkanlığına seçmelerini istemesinin nedenini ise Kuva-yı Milliye’nin millet tarafından kabul edildiğini göstermek, Meclis dağıtıldığında tekrar toplayabilme yetkisine sahip olabilmek, başkanlıkla ilgili gerektiğinde Anadolu’da bu göreve devam edebilmek ve görevleri güven içinde yapabilmek, milli varlığımızla bağdaştırılamaz bir barış teklifi karşısında milletçe ayaklanmayı Meclis’in başkanı sıfatıyla milletin maddi ve manevi güçlerini savunma durumuna geçirmek düşünceleri oluşturmuş ve gerekli bir tedbir olarak görmüştür. O, “Meclisin feshi, milli müdafaaya teşebbüs zamanının geldiğine bir işaret olacaktır”. Sözü ile Meclisin feshini öngörmüş, ancak korkmamıştır.

Mebusan Meclisi toplantısında “Misak-ı Milli” (“Türk Milletinin Bağımsızlık Beyannamesi)”ni Edirne milletvekili M.Şeref Bey; “Ahd-i Millinin ittifakla kabulünü memlekete, millete, bütün dünyaya ilanını teklif ediyorum.” diyerek gizli oturumda ilan etmiştir. Politik bir bildiri olan Misak-ı Milli, Mebusan Meclisi’nde görüşülmüş ve 28 Ocak 1920’de gizli celsede 121 milletvekilinin oybirliği ile kabul edilmiştir. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde kararlaştırılan ve yol gösterici olan “Misak-ı Milli Kararları” resmi bir hale getirilmiş ve sınırlar kesin olarak belirlenmiştir. Bu kararlar, 17 Şubat 1920’de Mebusan Meclisi’nin huzuruna gelmiş ve Şeref Bey tarafından okunarak oybirliği ile kabul edilmiştir. Mebusan Meclisi’nde “Ahd-ı Milli Beyannamesi” daha sonra “Misak-ı Milli (Ulusal Ant)” olarak değiştirilmiştir. Millî Mücadele’nin en büyük dayanağı ve belgesi olan Misak-ı Milli kamuoyuna yayınlanarak halk ile paylaşılmış ve milletin temsilcileri tarafından ant içilmek suretiyle dost/düşman bütün dünyaya ilan edilmiştir. Atatürk, Misak-ı Milli’yi; “Erzurum ve Sivas kongrelerinde modern bir ülke sınırı saptamak gerekti, ben Türk süngülerinin işaret ettiği sınırı seçtim. Biliniz ki, Misak-ı Milli’nin temellerini Ankara’da kesin olarak saptamışımdır, sorunun yabancısı olan bazı insanlar, ulusal sınır bahis konusu olduğunda kendilerine önem vererek ve gerçeği bilmeyerek türlü türlü kuruntulara kapıldılar”. Sözü ile kongrelerde kabul edilen üç temel ilke olan “Milli hudut dâhilinde vatan bir bütündür, onun çeşitli kısımları birbirinden ayrılamaz” ve “Hıristiyan unsurlara siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez”, ve “Manda ve himaye kabul edilemez” Misak-ı Milli’nin temel felsefesi oluşturmuştur.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi Misak-ı Milli Kararlarını Alırken

Mebusan Meclisi Toplantısında Alınan Kararlar;

Madde 1-Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerin (Hatay ve Musul bölgesi Türk egemenliği altında) geleceğinin, halklarının serbestçe açıklayacakları oy uyarınca belirlenmesi gerekir. Din, soy ve amaç birliği bakımından birbirine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü ister bir eylem, ister bir hükümle olsun hiç bir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür. Ulusal sınırlar içindeki Türk vatanı bir bütündür ve kesinlikle parçalanamaz”.

Madde 2-Halkı özgürlüğe kavuşunca, oylarıyla anavatana katılmış olan üç il (Elviye-i Selase dâhilinde bulunan Kars, Ardahan ve Batum) için gerekirse yeniden halkın serbest oyuna başvurulmasına gidilecektir. Yine, Arap topraklarının geleceği burada yaşayan halkın vereceği oylar ile belirlenecektir”.

Madde 3- “Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen Batı Trakya’nın hukuksal konumunun belirlenmesi de halkının özgürce yapacağı oylamaya göre belirlenecektir”. Madde 4- “İslam Halifeliğinin, Yüce Saltanatın merkezi ve Osmanlı Hükümetinin başkenti olan İstanbul kenti ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulması ile ilgili önlemler alınacaktır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın güvenliğinin sağlanması şartı ile Boğazların dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte öteki tüm devletlerin oybirliği ile verecekleri karar geçerli olacaktır”.

Madde 5-Ülkemizde yaşayan Hıristiyan ve diğer azınlıklara, komşu diğer ülkelerde Müslümanlara tanınan haklardan fazlası verilemez. Müslümanların kullandığı haklar ile bu azınlıkların hakları eşit hale getirilecektir”.

Madde 6- “Ulusal ve ekonomik gelişmemize olanak sağlamak amacıyla mali, idari ve siyasi yönden milli ve ekonomik gelişmemizi engelleyen sınırlamalar (Kapitülasyonlar) kesinlikle kabul edilemez”. Çünkü: ‘‘Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir’’. Tam bağımsız bir devlet hedeflenmiştir. Askeri, ekonomik ve siyasi bağımsızlıktan ödün verilmeyeceği belirtilmiştir.

Misak-ı Milli, Mondros’a bir tepki ve bu ateşkes hükümlerinin zorla imzalatılmış olmasına karşın kabul edilmediğinin ilanı olmuştur. Kabul edilen 6 maddelik beyanname, Millî Mücadele’nin iç ve dış ilkelerini kapsamıştır. İşgalin ve yabancı boyunduruğunun kabul edilmeyeceğini göstermiştir. Uzun süredir egemen olan ümmetçilik anlayışının yerini ulusçuluk anlayışı almıştır. Yıllardır büyük bir sorun olan kapitülasyonlara Millet Meclisi ilk kez büyük ve sert bir tepki göstermiştir. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde alınan “Milli sınırlar içerisinde vatan parçalanamaz bir bütündür” kararı ile Türk vatanın sınırları çizilmiş ve Millî Mücadele’nin ana ruhu oluşturulmuştur. Türk dış politikasının hedefleri belirlenmiş, devletin bağımsızlığı, milletin geleceği ve devamlı bir barışın sağlanması için yapılabilecek en son fedakârlıklar tespit edilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk defa dünyaya duyurulan bu bildiri ile Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlığı diğer ülkeler tarafından tanınmış ve kabul edilmiştir. Atatürk, yayılma değil savunma siyasetiyle; “I.Dünya Harbi’nin sonuçları, devletimizin bir takım fedakârlığa katlanmasını zorunlu kılıyor. Buna göre devlet için millî, yeni bir sınır kabul ettik. Mütareke imzalandığı gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu sınır, İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’dan Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü güneyinde Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Deyr-i Zor’a iner; Daha sonra doğuya kıvrılarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır.” yeni sınırların ancak bu şartlarda çizilebileceğini belirtmiştir.

İngiltere, Misak-ı Milli ilan edilene kadar engelleme çalışmalarına girişmemiştir. Mebusan Meclisi tarafından kabul edilen kararların kamuoyunun bilgisine sunulması ile kararlara karşı çıkmış ve büyük bir tepki göstermiştir. 3 Mart 1920’de İsmet İnönü; İngilizlerin yardımıyla İstanbul’da bir cemiyet kurulacağını, hükümetin düşürüleceğini, Meclisin feshedilip İzmir ve Adana cephelerinde düşmanla işbirliği yapılacağını, Kuvay-ı Milliye’nin dağıtılacağını, İstanbul’da Hilafet Şurası kurulacağını Başyaver Binbaşı Salih vasıtasıyla şifre ile Mustafa Kemal Atatürk’e bildirmiştir. Atatürk, Hey’et-i Temsileye adına 4 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan Başkan Vekilliğine yazdığı yazıda; “Vatan ve milletimizin istiklalini korumak için her fedakârlığa hazır bulunan milletimizin, kutsal heyecanını ancak milletin tam olarak güvenini kazanmış bir hükümetin işbaşına getirilmesi yatıştırabilir. Vatana ve tarihe karşı, üzerinize aldığınız büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın kürsülerinize çevrilmiş olan dikkatli bakışlarını düşünerek, milletin azim ve fedakârlığına yaraşır kararlar alınacağına güvendiğimizi ve vatan uğruna yaptığınız çalışmalarda bütün milletin yanınızda ve yardımınızda olduğunu arz ederiz”.  Yine, 4 Mart 1920’de, Padişaha çektiği telgrafta; “Milli vicdanı temin edemeyecek bir Kabine Reisine milletin bir dakika tahammül edemeyeceğini ve böyle bir şey olursa, Osmanlı Devleti tarihinde evvelce örneği görülmemiş olaylara meydan açılacağını” açıkça belirtmiş ve olacakları önceden haber vermiştir.

3 Mart 1920’de, Yunanlılar taarruza geçerek Gölcük yaylasını ve Bozdoğan’ı işgal etmiştir. 5 aydır görevde bulunan ılımlı Ali Rıza Paşa hükümeti, İtilaf devletlerinin baskısı ile istifa etmiş ve Salih Paşa, hükümet başkanı olmuştur. 16 Mart 1920’de İtilaf devletleri; İstanbul’u, Harbiye ve Bahriye Nezaretlerini, telgraf merkezlerini, Türk Ocağı’nı ve diğer müesseseleri işgal etmiştir. 18 Mart’ta Padişah, Mebusan Meclisi’ni dağıtmış ve çalışmalarına ara vermiştir. İtilaf Devletleri, Mebusan Meclisi’ne baskın yapmış ve bu baskın doğrultusunda 11 Nisan 1920’de padişahın kararı ve yetkisi ile kapatılmıştır. Meclisin kapatılmasından sonra Salih Paşa Hükümeti’nin yerine Damat Ferit Hükümeti gelmiş ve Millî Mücadele’ye karşı olduğundan Kuvay-ı Milliye’nin hain olduğunu bildiren bir fetva yayımlatmıştır. İtilaf Devletleri, Meclis basarak bazı milletvekillerini ve aydınları yaklaşık 2 yıl süre ile tutuklamıştır. Rauf Orbay ve bazı milletvekilleri Malta Adası’na sürgün edilmiş, bazıları ise Anadolu’ya kaçmıştır. İstanbul’daki meclisten mebusların tutuklanmasına karşılık olarak Anadolu’daki İtilaf subayları tutuklanmıştır. Bu olay milli iradeye yapılan bir saldırı ve meydan okuma olarak nitelendirilmiş, halkın hükümetten daha da soğumasını sağlayarak Millî Mücadele‘ye bir adım daha yaklaştırmıştır. Anadolu’ya kaçan milletvekillerinin orada meclise girmeleri, meclisin Ankara’ya taşındığının göstergesi olmuştur. Milli iradeye oluşacak olası müdahaleleri engellemek için İstanbul hükümeti ile tüm ilişkiler kesilmiş ve ‘‘artık İstanbul Anadolu’ya hakim değil, tabidir.’’ diyerek Anadolu temelli “Kurucu Meclis” oluşturulmuştur. İstanbul’un kaybedildiğine inanan halkın Anadolu’ya geçmesiyle milli ruh daha da güçlenmiş ve bağımsızlık yolunda emin adımlarla ilerlenmiştir. Milletin temsilcileri, 23 Nisan 1920’de Ankara’da “Türkiye Büyük Millet Meclisi” toplamış ve ülke yönetimine el konmuştur. Misak-ı Milli, yeni Türk Devleti’nin ilkelerini belirleyen, gerçekleşmesi için sonuna kadar çalışılacak milli ülkü, hedef ve ant olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’da parlayan bağımsızlık ateşlerinin yani Türk halkının kendi egemenliğini ve geleceğini kendisi yazacağını, istiklal için din, dil, ırk, millet ayrımı yapmadan birlikte hareket edeceğini belirtmiş ve “Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.” Millî Mücadele’nin lideri olmuş ve bu mucizenin yaşanmasına öncülük ederek Türk milletinin kahramanlığını tüm dünyaya göstermiştir.

Misak-ı Milli kararları, dönemin hukuki ve siyasi şartları göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Her alanda tam bağımsızlık amaçlanmış ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı zamandaki Osmanlı sınırlarını kapsayan Türkiye’nin ulusal sınırları çizilmiştir. Ülke bütünlüğünün ve kayıtsız şartsız millet egemenliğinin tartışmaya açık olmadığı belirtilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk kez dünyaya duyurulan Misak-ı Milli, Lozan Konferansı’nda kabul edilerek bağımsız yeni Türkiye’nin varlığı uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır. İstanbul’un işgali ve Meclisin kapanışı, Osmanlı İstanbul Hükümeti ve Saltanatının sonunu getirmiş, söz artık Milletin ve Ankara’nın olmuştur. Misak-ı Milli, halkın büyük zaferi ve ulusal devlet düşüncesinin ürünü olmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini yansıtmış ve Türk milletinin kalbinden, vicdanından doğan ve ilham alan en köklü belirgin istek ve inancı “Kurtuluş” olmuştur.    

 

KAYNAKÇA:

ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, “NUTUK (1919-1927)”, 2006.

ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul.

AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam 1919-1922, Remzi Kitapevi, C-II, 1987, İstanbul

MÜTERCİMLER, Erol, Fikrimiz Rehberi, Gazi Mustafa Kemal, Alfa Yayınları, 2008, İstanbul. 

ÖZDEMİR, Hikmet, Savaşta ve Barışta Kemal ATATÜRK, Doğan Egmont Yayıncılık, 2019, İstanbul.

Dr. Cengiz TATAR
Dr. Cengiz TATAR
Tüm Makaleler

  • 27.01.2022
  • Süre : 7 dk
  • 2732 kez okundu

Google Ads