Site İçi Arama

tarih

Turgut Özal’ın Ekonomi ve Dış Politika Denklemi

Önemli olan, Türkiye’nin kalkınması ve makus talihini yenmesiydi. Bu amaçla bütün uluslararası ilişkilerde ülkenin ekonomik menfaatlerini ön planda tutulmuştur. Yurt dışı gezilerinde klasik devlet anlayışını temsil eden bürokratlarla yolculuk, onun zamanında iş insanları ile yolculuğa dönüşmüştür.

Giriş:

NO MORE AID, MORE TRADE yaklaşımı ile, güçlü bir Türkiye yaratma çabasıyla, telekomünikasyon, ulaşım, eğitim ve turizm alanındaki yatırımları ile farklı bir Türkiye oluşturmaya çalışan Turgut ÖZAL, Türkiye’nin ekonomi, yönetim ve siyasi tarihinde önemli yeri olan şahsiyetlerden birisi olmuştur.

O yavaş işleyen bürokrasiyi, statükocu devlet politikasını ve tüm kısır döngüleri sorgulayarak, 1980’li ve 1990’lı yıllarda Türkiye’nin gündemine vizyon tartışmalarını sokmayı başarmıştır.

Turgut ÖZAL Türkiye’nin zaman kaybetmemesi gerektiği bilinciyle, düşük bir büyüme hızı ile yoluna devam eden batı ülkeleri yerine, hızla kalkınan Uzakdoğu ülkelerini model olarak seçmeye yönelmiştir.

Onun için önemli olan, Türkiye’nin kalkınması ve makus talihini yenmesiydi. Bu amaçla bütün uluslararası ilişkilerde ülkenin ekonomik menfaatlerini ön planda tutulmuştur. Yurt dışı gezilerinde klasik devlet anlayışını temsil eden bürokratlarla yolculuk, onun zamanında iş insanları ile yolculuğa dönüşmüştür.

Evet uluslararası ilişkilerde menfaat her şeydi ve ekonomi günümüz dünyasında ilk sırada yer alıyordu. Öyleyse Türkiye’nin menfaatlerini ekonomik menfaatlerle özleştirmek gerekiyordu.

ABD ile İlişkiler:

NO MORE AID MORE TRADE sözünü ilk duyduğumuzda halkıyla aydınıyla bunun yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu fark etmemiştik. İlk defa bir Türk Başbakanı ABD’den yardımı azaltmamasını değil daha fazla ticaret yapılmasını istiyordu. Tepkilerini ABD’nin yardım miktarına endekslemiş, Türk kamuoyu savunma ve ekonomik iş birliği anlaşmasındaki “Ekonomik” sözünün neyi ifade ettiğini daha iyi kavrayacaktı. Evet Türkiye Turgut Özal döneminde ihracatını önce 2,5 milyar dolardan 10 milyar dolara çıkarıyor. Sonra 20 milyar dolara doğru artırıyordu. Yine ilk defa bir Türk başbakanı 100 milyar dolarlık ihracatı telaffuz ediyordu.

Turgut Özal başlattığı gelişmelerden güç alarak ABD’nin karşısına bir ticaret ortağı olarak çıkıyordu. Artık Türkiye tüm uluslararası ilişkilerde ekonomiyi ön plana çıkaran bir yaklaşım içine giriyordu. Daha fazla ticaret isteği doğrultusunda öncelikle ABD pazarında Türk tekstiline konulan kota kırılıyor ve Türk tekstilcisi 1 milyar dolarlık yeni pazara kavuşuyordu. Bu başarıyla yetinmeyen Turgut Özal her fırsatta Türkiye’yi ABD’de tanıtmaya ve ABD’li yatırımcıların dikkatini Türkiye’ye çekmeye devam ediyordu.

Güçlü ve zengin ülkelerin yaptığı gibi, ABD gazetelerinde boy boy Türkiye’nin reklamı çıkıyordu.  Bu tanıtımların bir kısmı Turgut Özal hükümetince, diğer bir kısmı ise iş adamları tarafından finanse ediliyordu. Şimdiye kadar Türkiye’yi Rockfeller’in ifadesiyle “Oltadaki balık” olarak gören ABD kamuoyu Turgut Özal’ın başbakanlığında Orta Doğu’da bir devin uyandığını görüyordu. Özal, Kanuni Sultan Süleyman’ın modeli olan bir balonun ABD semalarında boy göstermesini gülerek izliyor, bunun Türkiye’nin politik ağırlığının bir göstergesi olduğunu fark ediyordu.

Demokrat Parti dönemi sonrasında durağanlaşan ABD-Türkiye ilişkileri sadece gelişmekle kalmıyor; askeri alandan ekonomik alana doğru boyut değiştiriyordu. Artık Türkiye 1 milyon dolar gibi bir tutarla ABD başkan adaylarından George Bush’un seçim kampanyasını finanse edebiliyor ve aynı ülkenin Ortadoğu politikasında belirleyici rol oynayabiliyordu.

Turgut Özal liderliğindeki ANAP’ın 1983 seçimlerinden başarıyla çıkmasının hemen ardından zamanın ABD başkanı Ronald Reagan’ın Turgut Özal’ı kutlaması ve Özal hükümetinin 15 Ocak 1984 tarihinde Orta Doğu’da daha aktif rol oynayacağını açıklaması yeni bir dönemi başlatıyordu. Bu açıklama Turgut Özal’ın Avrupa’ya karşı yeni ufuklara yönelmesinin göstergesiydi. 10 Mart 1984 tarihinde sorulan bir soru üzerine Türkiye’nin dış politikasının Kıbrıs ve Yunanistan’dan ibaret olmadığını söylüyor, yeni politikalara yöneldiğine işaret ediyordu.

Reagan yönetimindeki ABD hükümeti Orta Doğu’nun istikrarı açısından Türkiye’yi güçlendirme kararı aldı. Bütün bu gelişmeler Turgut Özal’ın rüzgârı arkasına almasına ve ABD’nin Körfez Savaşı’ndaki politikasına yön vermesine yol açacaktı. 1996 Ocak ayında eski ABD başkanı George Bush’un CNN televizyon kanalına yaptığı açıklamada Turgut Özal’ı dinlemeyişinin bir hata olduğunu kabul etmesi, onun uluslararası olayları nasıl değerlendirebildiğinin güzel bir göstergesidir. Çünkü Turgut Özal 20 Temmuz 1991’de Türkiye’yi ziyaret eden George BUSH’a Ankara’da Irak lideri Saddam’ın devrilmesi gerektiğini söylemişti. Özal aynı ziyarette ikinci dilim F-16 uçakları için Bush’tan kredi sözü alıp bu defa Türkiye’nin prestijini krediye çeviriyordu.

Avrupa ve Balkanlar:

Turgut Özal 1983 yılında iktidara geldiğinde Avrupa ile ilişkiler kopma noktasındaydı. Özal bu dönemde Avrupa’yı bir bütün olarak karşısına almak yerine Avrupa ülkelerini tek tek etkileme yolunu seçmiştir.

İlk somut hedef Fransa idi. Çünkü Fransa Türkiye’ye karşı en sert politika izleyen ülke idi. Ayrıca Türk temsilciliklerine karşı devam eden Ermeni terörünü gerçekleştirenler Fransa’da barınıyordu. Özal 4 Mayıs 1984’ten itibaren Fransa’ya karşı propaganda taarruzu başlatıyordu. Bütün uluslararası platformlarda Fransa’nın Ermeni teröristlere karşı hoşgörülü tutumu dile getirilecek ve bunun Türkiye Fransa ticari ilişkilerine verdiği zarar araştırılacaktı. Nitekim bu karardan birkaç gün sonra Fransız gazetesi Le Monde Türkiye-Fransa ticaretinin bir yılda %18 gerilediğini yazacaktı.

Turgut Özal tarafından Fransa tam bir bombardımana tutuluyordu. 3 Mayıs 1984’te Fransa Lahey Adalet Divanı ile Avrupa Konseyi’ne şikâyet ediliyordu. Turgut Özal’ın kendine güvenen tutumu ile Türkiye Cumhuriyeti uzunca bir aradan sonra Avrupa ile ilişkilerde inisiyatifi ele alıyordu. Özal hükümetinin girişimlerinden sonraki birkaç ay içinde Türk kamuoyu Ermeni terörizminin durduğunu gözleyecekti. Özellikle ekonomik ilişkilerin zarar gördüğü tezi Fransa’yı kendi kamuoyunda zor durumda bıraktı. Turgut Özal bir ilki daha deniyor ve ekonomik adımlarla bir Avrupa devine kendi politikasını kabul ettiriyordu. Artık Türkiye ve Fransa iki ticaret ortağı olacaktı. Türkiye- Fransa ilişkilerinin ekonomik platforma oturması bir Fransız helikopter firmasından helikopter alınması ile pekişecekti. Alınacak helikopterlere karşılık Fransa Türkiye’yi Avrupa ile ilişkilerde destekleyecekti.

Türk uydularının Fransız havacılık sanayine ihale edilmesi ve Fransız füzeleriyle uzaya gönderilmesi Türkiye ve Fransa arasındaki ilişkileri yumuşatıyordu.

Özal iktidarından sonraki dönemde uydu ihalesinin Fransız firmasına verilmesinin siyasi amacı, iç politikadaki kısır çekişmeler nedeniyle fark edilmeyecek ve hükümetin ulaştırma bakanı yolsuzlukla suçlanacaktı.

Fransa’yı Türkiye’ye karşı ılımlı davranmaya iten düşünce Türkiye’nin büyük bir Pazar olduğu düşüncesi idi. Oysa Türkiye artık Pazar değil pazarlık yapabilen bir ülke idi.

Turgut Özal’ın Avrupa’da etkilemek istediği ikinci ülke İsveç’ti. İsveç insan haklarına saygılı bir ülke şöhretine sahipti. Bu nedenle Türkiye’den sonra PKK’yı terör örgütü olarak niteleyen ilk ülke oldu. Turgut Özal İsveç’in bu tutumunun diğer ülkelere özellikle Almanya’ya örnek olmasını istiyordu.

PKK, 1983 yılının Kasım ayında İsveç’te düzenlediği bir gösteride öldürülen İsveç Başbakanı Olof Palme ile Türk Başbakanı Turgut Özal arasında fark bulunmadığını ifade ediyordu. 1985 Ekim’inde BM’nin 40. Kuruluş yıldönümü kutlamalarına katılmak üzere New York’a gelen Olof Palme ve Turgut Özal resmi bir görüşme yapmıştı. Bu görüşme başta Türk basını olmak üzere çeşitli çevrelerde ‘önemli bir gelişme’ olarak değerlendirilmişti. Görüşmelerin ağırlık noktasını ekonomik ilişkiler oluşturuyordu. Aralık’ta ise İsveç Başbakanlık Müsteşarı Carl-Johan Aberg başkanlığındaki bir heyet Ankara’ya geliyordu. Bu ziyaretten sonra İsveç firması ASEA’nın İstanbul metro inşaatını alması kesinlik kazanıyordu. Bu ekonomik adımın karşısında İsveç hükümeti 1980 Askeri müdahalesinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye hakkında verdiği şikâyet dilekçesini geri alıyordu.

Diğer ülkeler ise yine İsveç örneğini izliyorlar ve peş peşe Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki şikayetlerini geri çekmeye başlıyorlardı.

ASEA firmasının Türkiye’deki anlaşması ve İsveç hükümetinin şikayetini geri alması 9 Aralık 1985 günü İsveç Radyo ve Televizyonunda önemli haber olarak veriliyordu.

Özal hükümetiyle birlikte gelişen Fransa İsveç ilişkileri Almanları da harekete geçirecek ve 23 Mayıs 1984’te Bavyera Eyalet Başbakanı Franz Josef Strauß Türkiye’ye gelecekti. Strauß’un amacı Airbus uçaklarını Türkiye’ye satmaktı. Turgut Özal Almanların bize sadece bir müşteri gibi davranması üzerine uçak alımının teknik bir konu olduğunu buna ancak THY’nin karar verebileceğini söyleyecekti. Turgut Özal’lı Türkiye’nin artık pazarlık yapmaya başladığını gören Strauss Türkiye’yi Avrupalı gibi gördüklerini söylemek zorunda kalacaktı. Artık almadan verme dönemi geride kalıyordu.

Turgut Özal düşüncelerini gerçekleştirmek üzere ekonomik gücümüzü kullanmayı Bulgaristan’la olan ilişkilerde de deneyecekti. 1980’li yıllarda Bulgaristan’daki soydaşlarımıza karşı uygulanmaya başlanan asimile etme ve sindirme politikası iki ülkeyi savaşın eşiğine getirmişti. Baskılardan bunalan soydaşlarımız Türkiye’ye sığınmanın yollarını arıyordu. Bunlardan en önemli isim halterci Naim Süleymanoğlu idi. Süleymanoğlu Türkiye’ye sığınır sığınmaz Turgut Özal’dan en üst düzeyde himaye görmeye başladı. Uluslararası yarışmalarda Türkiye için yarışmak istiyor ancak Bulgaristan’ın 2 yıllık vetosu ile karşılaşılıyordu. Turgut Özal, zamanın Bulgaristan Devlet Başkanı Todar Jivkov’a vetoyu kaldırması konusunda 2 milyon dolar önermiş ve vetoyu kaldırtmıştı.

Türkiye’nin Naim Süleymanoğlu ile kazandığı şöhret milyarlarla ölçülemeyecek kadar büyüktü.

Diğer taraftan Bulgaristan’la ekonomik ilişkiler 1980 öncesine göre %90’lık bir artış gösteriyordu. Türkiye birkaç yıl öncesinde elektrik aldığı Bulgaristan’a elektrik veriyordu. Ekonomik ilişkiler bir defa daha siyasi ilişkileri yumuşatıyor ve Kasım 1990’da Türklere isimleri geri veriliyordu.

Turgut Özal’ın dünya ve bölge olaylarında belirleyici rol oynama isteği Türkiye’yi daha aktif bir ülke haline getiriyordu. Turgut Özal Bosna Hersek’te Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar arasında çatışmalar başladığında, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Balkan turuna çıkarak nabız yokluyordu. Bu ziyaret turunda yine kısır çekişmeler nedeniyle zamanın Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin bulunmuyordu. Oysa Turgut Özal Hırvatistan Devlet Başkanı ile bir görüşme yaparak Boşnak Hırvat Federasyonu’nun temelini atacaktı. Turgut Özal’ın bu oluşumda kullandığı argüman Hırvatistan’a açılacak olan 50 milyon dolarlık kredi idi. Turgut Özal bu oluşumla gönül verdiği büyük Türkiye idealine bir adım daha yaklaşarak Türkiye’yi satranç taşı konumundan satranç oyuncusu konumuna yükseltiyordu.

Ortadoğu Bölgesindeki Ülkelerle İlişkileri:

Turgut Özal liderliğindeki ANAP hükümeti 1983 yılından itibaren Türkiye’nin yüzünü Ortadoğu’ya çevirdi. Bu girişim ülke içindeki aydınların birçoğu tarafından soğuk karşılandı. Oysa 200 milyar dolarlık Orta Doğu pazarından Türkiye’nin alacağı payın artırılması gerekiyordu. Orta Doğu başta Türk inşaat firmaları olmak üzere Türkiye için büyük bir pazardı.

Özal hükümeti 1980 yılından beri devam eden İran-Irak savaşında her iki ülke ile dengeli ilişkiler yürüterek bu önlenemeyen savaştan Türkiye ekonomik olarak karlı çıkmasını sağlamıştı. İran ve Irak’la yapılan ticaretin toplam hacmi 4 milyar dolara çıkıyordu.

Orta Doğu’ya yönelik projelerin ardı arkası kesilmeyecekti. Turgut Özal Suriye, Ürdün ve İsrail üzerinden geçerek Suudi Arabistan’a uzanacak barış suyu projesini ortaya attığında dünyanın dikkati bu 30 milyar dolarlık projeye çevrilecekti. Amerikan mühendislik firmaları derhal fizibilite çalışmalarına başlayacaktı. Orta Doğu’ya yönelik bir diğer ise Manavgat suyunun denizden medusa torbalarıyla taşınarak İsrail’e satılmasıydı.

Turgut Özal bu projelerle hem ülkeye yılda 15 milyar dolarlık bir gelir sağlamayı hem Orta Doğu’ya barış götürmeyi hem de su konusunda inisiyatifi Türkiye’nin eline almayı amaçlıyordu. Bu projeleri kesintiye uğratabilecek ülkelerin başında Suriye geldiği için Turgut Özal Temmuz 1987’de Suriye’ye kalabalık bir heyetle çıkarma yapıyordu. Yapılan görüşmelerde Su ve Terör konusu ele alınıyordu. Türkiye Suriye’ye FIRAT’tan saniyede 500 metre küp su verecek buna karşılık Suriye PKK terör örgütüne destek vermeyecekti. Özal su ve terör konusunu birbiri ile ilişkilendirerek aslında Suriye’yi suçüstü yakalamış oluyordu. İlk defa bir ülke, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı faaliyetlere göz yumduğunu kendi imzası ile kabul etmiş oluyordu. Suriye’yi savaş suçlusu durumuna düşürecek ve Türkiye’ye hem tazminat hem meşru müdafaa hakkı verecek bu çok önemli protokol, arşivlerde yerini alıyordu.

Türkiye’deki statükocuların ve Arap ülkelerinin soğuk yaklaşımına rağmen, Arap sermayesi Türkiye’ye yöneliyordu. Özal ile birlikte, Ortadoğu Türkiye ilişkilerinde ekonomik hareketlenme başlamış oluyordu. Körfez Savaşı sonrasında bir süre bocalama gösteren Türkiye – Orta Doğu ilişkileri, gelişmeye devam ediyor ve Orta Doğu Türkiye için Avrupa’dan sonra ikinci önemli ticaret bölgesi haline geliyordu.

Kafkasya – Orta Asya

Ülkesini kalkındırmak, onu dünyanın sayılı güçleri arasına sokmak için verdiği mücadelede bu bölgenin ayrı bir önemi vardır. Çünkü hasta, yorgun argın demeden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne yaptığı ziyaret onun kalbini yıpratacak ve Özal ebediyete intikal edecekti. Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan etmeye başladıktan sonra bu toplulukları birbirine yaklaştırmak için Orta Asya’ya THY’nin uçuş düzenlemesini isteyecekti. Ancak THY yönetimi hem Orta Asya hem de Japonya hattının karlı olmayacağını söyleyince Özal’ın cevabı “bu işi bürokratlara bırakırsak ne Orta Asya’ya ne de Tokyo’ya ulaşmayız” şeklinde olacaktır.

Turgut Özal tarihi ipek yolunun açılmasını çok istiyordu. Bu konuyu gündeme getirdiğinde yıl 1989’du ve SSCB hala yaşıyordu. Turgut Özal’ın bu stratejik öngörüsü de statükocu çevrelerin ve bürokratların direnişiyle karşılaşıyordu. Süleyman Demirel Türkiye’nin bu bölgeyle ilgilenmesi halinde Kızıl Ordu’yu karşımızda bulacağımızı söylüyordu. Bu son ifade Turgut Özal’ın değişimlerinin ne kadar büyük bir direnişle karşı karşıya olduğunu gösteriyordu.

O hiçbir şeyden yılmayacak dünya olaylarına yön vermek için elinden geleni yapacaktı. 1992 yılında Ermenistan Nahçıvan’a saldırdığında Doğu bölgemizde TSK’nın kış tatbikatı vardı. Devrin başbakanı S. DEMİREL “Bu tatbikat Ermenistan’a karşı yapılmıyor” diyerek Ermenistan’a adeta cesaret verirken Turgut Özal “Uçaklarımızdan bir - iki bomba Ermenistan’a yanlışlıkla düşse ne olur diyerek dolaylı bir tehdit gönderiyordu. Ermenistan Devlet Başkanı Türkiye’ye geldiğinde Ermeni halkının S.DEMİREL’i çok sevdiğini söyleyecekti.

50 milyon dolar kredi sağlayarak Boşnak Hırvat Federasyonu’nun temelini atan Türkiye sonraki hükümetler döneminde Azerbaycan’ın istediği 2000 daktilo ile birkaç insani amaçlı helikopteri bu ülkeye gönderemeyecekti.

Turgut Özal’dan sonra tekrar kabuğuna çekilen ve etrafındaki ülkelere destek vermeyen Türkiye önce Karadeniz Ekonomik İşbirliğini başaramayacak sonra Bakü Ceyhan petrol boru hattından olacaktı.

Uzakdoğu:

Türk Turgut Özal’ın Uzak Doğu çıkarmasıyla dünya ticaretinin %40’ını kontrol eden bu bölgeyi keşfedecek ve Malatya’dan G.Kore’ye kadar birçok iş bağlantısı kuracaktı.

Turgut Özal dünyanın sadece Avrupa’dan ibaret olmadığını biliyor ve Türkiye’nin ufkunu değişik yönlere çekmeye çalışıyordu. Bu girişim, meyvelerini çok kısa sürede verecek ve 13 Mayıs 1984’te SABANCI Holding Japonya ile iş birliğine gidecekti. Bugün Sabancı Holding aracılığıyla milyarlarca dolarlık Japon sermayesinin Türkiye’ye girdiğini görmekteyiz. (Japon-Sabancı ortaklıklarının ismi ve ticaret hacimleri gizli tutulmuştur)

Türkiye’nin dışa açılmasını büyümesini ve gelişmesini durduramayan güçler terör yolunu seçerek Turgut Özal Türkiye’sini korkutmaya uğraşacaklar ve Özdemir Sabancı’yı kalleşçe katledeceklerdi.

Sonuç:

Turgut Özal düşlediği Türkiye’nin önündeki engelleri tek tek temizlemeye uğraşarak yolu açmıştır. O sadece vizyon getirmekle kalmamış değişime direnen güçleri yola getirmeyi başarmıştır. Ona göre vizyon sadece bir tahmin veya kehanet hatta geçmişin geometrik projeksiyonu değil, aynı zamanda hedeflerin gerçekleşmesi için aktif çaba göstermek isteyen bit tutkuydu.

Ruhun Şad Olsun…

Dr.  Turgut VAROL
Dr. Turgut VAROL
Tüm Makaleler

  • 16.04.2022
  • Süre : 6 dk
  • 2575 kez okundu

Google Ads