Site İçi Arama

ua-iliskiler

75 Yaşındaki NATO, “Amerikalıların desteğini almak, Rusların yayılmasını engellemek ve Almanları kontrol altında tutmak” için mi kuruldu?

NATO, ABD için “uluslararası eylemin meşruiyet aracı” olarak hizmet ederken, Avrupa için ise mevcut yetenekleriyle Avrupa Birliği’nin müdahil olamadığı alanlarda “bir siyasi ve askerî güç” işlevini yerine getirmektedir.

“Atlantik İttifakı’nın başlıca iki görevi vardır. Önce, ittifak herhangi bir saldırganı bu emelinden caydırabilecek bir askerî gücü ayakta tutmak ve saldırı olursa üyelerini buna karşı korumak zorundadır. Sonra, kuvvet dengesinin sağladığı güven ve itimat havası içinde yapıcı bir biçimde siyasal sorunlara çözüm bulmak için de çalışmakla yükümlüdür. NATO, yalnız askerî anlamda değil siyasal danışma ve iş birliği, ekonomi, bilim ve insan çevresi gibi alanlarda yapılan çalışmaların da bir parçası olmak durumundadır.” (Joseph Luns, NATO Genel Sekreteri, Ekim 1971) 

Washington Antlaşması uyarınca NATO’nun asli görevi, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini siyasi ve askerî yöntemlerle korumaktır. İttifak, bir ortak değerler ve çıkarlar topluluğudur. Müttefikler, demokrasi, bireysel özgürlük, hukukun üstünlüğü ve uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözümü gibi ortak değerlere ve bu değerlerin Avrupa-Atlantik bölgesinde muhafazasına bağlı bulunduklarını beyan eden bir anlayış ve kültür birliğine sahip oldukları iddiasıyla hareket etmektedirler. NATO aynı zamanda, üyelerinin güvenlik konularında istişarelerde bulundukları ve değerlendirmelerini paylaştıkları bir transatlantik forum işlevi görmektedir. Bu niteliği itibarıyla NATO, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın güvenliğinin bölünmezliğini ve siyasi bütünlüğünü simgeleyen en başta gelen uluslararası örgüttür. 

Farklılaşan güvenlik ihtiyaçlarına ve yeni yüzyılın barış ve güvenliğine katkıda bulunmak amacı ile hareket eden NATO, özellikle Soğuk Savaş sonrasında küresel güvenlik için ilk akla gelen uluslararası örgüt olmuştur. Bununla birlikte NATO, ABD için “uluslararası eylemin meşruiyet aracı” olarak hizmet ederken, Avrupa için ise mevcut yetenekleriyle Avrupa Birliği’nin müdahil olamadığı alanlarda “bir siyasi ve askerî güç” işlevini yerine getirmektedir. 

NATO üyeleri bir milyara yaklaşan nüfusu ile dünyanın yaklaşık %13’üne karşılık gelen bir nüfus büyüklüğüne sahiptir. Bununla birlikte küresel ekonomi çarkının %45’ine sahip olan müttefikler, nüfuslarını aşan bir etki gücünü temsil etmektedirler. Bu yönüyle NATO, siyasi ve askerî olduğu kadar aynı zamanda ekonomik bir güç unsuru olarak da kabul edilmektedir. 

NATO kolektif savunma örgütünden kolektif güvenlik örgütüne dönüşümü hedef almıştır. 1990’larda Avrupa’da yeni bir düzen kurmak için kendini yenileyen NATO, günümüzde kendini üyelerinin değerlerini ve çıkarlarını küresel boyutta koruyabilecek bir güvenlik aktörü olmaya adamıştır. Dolayısıyla NATO, küresel güvenlik örgütü olma kimliği ile küresel istikrarın temininde önemli bir platform hâline gelmiştir. 

NATO’nun geçmişten günümüze tek bir stratejik amacı olmuştur: Sovyetler Birliği’ni Batı Avrupa’yı istila etme düşüncesinden caydırmak. Bu amacın yanında diğer söylemler (Avrupa’da askerî milliyetçiliğin yeniden canlanmasını önlemek ve Avrupa’nın siyasi entegrasyonunu teşvik etmek) ikinci planda kalmıştır. 

Ruslarla Soğuk Savaş sonrasındaki “dostluk” temelinde inşa edilmeye çalışılan NATO-Rusya ilişkilerinin felsefi yönü, “Rusları kontrol altında tutmaktır’. 

İttifak, 1990’lı yıllarda ABD’nin küresel ajandasına uyum sağlamak için kolektif güvenlik bağlamındaki görevlere soyunurken var olmasının ana nedeni olarak bilinen kolektif savunma anlayışından da vazgeçmemiştir. Bu kapsamda ittifak ülkeleri ulusal güvenlikleri karşısındaki tehditlerle mukabele edebilecek NATO kuvvet yapısını her zaman güncellemeye, yetenek havuzunu geliştirmeye ve gerektiğinde NATO komuta yapısı altında kullanmaya yönelik hazırlıklarını, NATO savunma planlaması dinamiği içinde sürdürmüş ve tatbikatlar ile denemeye devam etmişlerdir. 

Kuruluşundan bu yana uluslararası ortamda Doğu Bloku’nun çöküşü dâhil birçok dramatik değişiklik yaşandığı hâlde, NATO’nun varlık sebebi (demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü üzerine kurulu uygarlığı yaşatmak) geçerliliğini korumuştur. 

1991 yılının Kasım ayında Varşova Paktı’nın dağılmasından 6 ay sonra, NATO yeni Stratejik Konseptini kabul etmiştir. Yeni konsept ile NATO; “Savunmaya yönelik ittifak yapısını ve üyelerinin güvenliklerini, egemenliklerini ve toprak bütünlüklerini korumaya olan kararlılığını” tekrar teyit etmiştir. 1991 stratejik konsepti, barışı korumak, diyaloğu sürdürmek, iş birliğine açık olmak ve etkili bir toplu savunma yapabilmek için gereken siyasi ve askerî araçlara sahip olmayı ve ihtiyaç olduğunda kullanmayı öngörmüştür. Aynı zamanda, NATO’nun eski düşmanı Rusya ile yakın ilişkiler kurulmasının önünü açmıştır. 

1999 yılında NATO’nun 50. kuruluş yıldönümünde güncellenen ittifak stratejisi ise kolektif savunma yanında, barışı destekleme ve diğer kriz mukabele operasyonlarını icra edebilecek ittifaka ait askerî yeteneklerin geliştirilmesini odağına almıştır. Başka bir deyişle, 1999 konsepti, NATO’nun klasik sınırlarının ötesindeki tüm küresel sorunlara da gerektiğinde angaje olabilmesinin önünü açmıştır. 

2010 yılında kabul edilen konsept ise müttefikleri yeni tehditlerle mücadele edebilecek temel yeteneklere yatırım yapmaya davet etmiştir. NATO’yu daha çevik, yetenekli ve etkili olmaya zorlayacak bir komuta ve kuvvet mimarisi öngörülmüştür. 2022 konseptinde ise caydırıcılık ve savunma teması tekrar ittifak çatısı altında öne çıkarılmış ve ittifak yeteneklerinin krizlerin çıkmasını beklemeden önleyici bir yaklaşımla devreye sokulması benimsenmiştir.

NATO stratejilerine göre tehditlerin çok yönlü olması ve farklılaşması yanında artan Rus tehdidini dengelemeye yönelik olarak kolektif savunma maksatlı hazırlanan NATO Hazırlık Eylem Planı, 2016 yılından itibaren, devreye sokulmuş ve bu kapsamda Doğu Avrupa’da ittifak sınırları dâhilinde birlik konuşlandırmalarına yapılmaya başlanmıştır. 

Bunun üzerine durumun ciddiyetini gören Rusya Federasyonu da, 8 Aralık 2021 itibarıyla NATO’dan doğuya doğru genişlemesini durdurmasını, Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılmayacağına dair yazılı bir taahhütte bulunulmasını ve eski Sovyet bağlısı doğu Avrupa devletlerinde NATO askerinin konuşlanmamasını istemiştir. Ukrayna’nın Donbas bölgesinin doğu sınırına yaklaşık 100.000 asker konuşlandıran ve Belarus’ta mevcut dört askerî üssünde toplam 30.000 asker bulunduran Rusya Federasyonu, özellikle Ukrayna üzerindeki baskısını artırmıştır. NATO ve Rusya Federasyonu arasında 10 Ocak 2022 tarihinde Cenevre’de başlayan görüşmeler bir sonuç vermemiş ve nihayetinde 24 Şubat 2022 tarihinde Rus ordusu Ukrayna topraklarını işgal etmeye başlamıştır. Bunun üzerine öncelikle ABD liderliğinde Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar devreye sokulmuştur. NATO, Ukrayna’ya asker göndermeyeceğini açıklamış ancak dolaylı olarak bu ülkeye sınırlı bir destek verme isteğiyle hareket etmiştir. Bu kapsamda NATO ülkeleri, Ukrayna’ya hava savunma ve tanksavar silahları ile taktik İHA desteği sağlamaya devam etmişlerdir. 

Rusların karşı geldiği ve bir bakıma Ukrayna Savaşı’nın başlamasına neden olduğunu iddia ettiği NATO’nun genişleme süreci, Soğuk Savaş sonrası ortamda NATO’ya dinamizm getirmiştir. Genişlemenin, Avrupa’nın istikrarına hizmet etmesi amaçlanmıştır. Demokrasiyi benimseyen, bireysel özgürlükleri tanıyan, hukukun üstünlüğüne inanan, komşularıyla sınır sorunları olmayan tüm Avrupa ülkelerini bünyesine dâhil etmeye hazır olduğunu belirten NATO, güvenlik perspektifinde Avrupa ülkelerini kendine çeken bir örgüt olmuştur. 

Kuruluşundan bugüne dünyada barış ve istikrarın sağlanmasında önemli katkıları olan NATO; eski genel sekreterlerinden Lord Ismay’ın ünlü formülü ile “Amerikalıların desteğini almayı, Rusların yayılmasını engellemeyi ve Almanları kontrol altında tutmayı” hedeflemiştir. Böylece üyelerinin güvenlik endişelerini gideren, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerler etrafında birleşen NATO, kuruluşundan itibaren Avrupa’da kalıcı barışın tesis edilmesi için çaba harcayan bir örgüt olarak geniş yelpazede kabul görmüştür. 

4 Nisan 1949 tarihinde 12 devletin kurduğu NATO’ya, 18 Şubat 1952 tarihinde Türkiye ve Yunanistan katılmıştır. Sonrasında 9 Mayıs 1955 tarihinde Batı Almanya NATO’nun üyesi olmuş böylece Fransızların beklentileri doğrultusunda Almanları “aşağıda tutmak (kontrol etmek)” düşüncesi kendiliğinden rafa kalkmıştır. Bu yıllarda NATO’nun varlığı, Avrupa’da Sovyetlerin yayılmacı 

bir politika sergilemesinin önünü tıkamıştır. Demokratik hayata geçişiyle birlikte 1982 yılında İspanya da NATO üyesi olmuştur. Böylece Soğuk Savaş döneminde NATO’nun toplam üye sayısı 16’ya ulaşmıştır. 1999 yılında 3 yeni üye (Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti), 2004 yılında 7 yeni üye (Litvanya, Letonya, Estonya, Slovenya, Slovakya, Romanya ve Bulgaristan), 2009 yılında 2 yeni üye (Arnavutluk ve Hırvatistan), 2017’de 1 üye (Karadağ) ve en son 2020 yılında 1 üye (Kuzey Makedonya) ittifaka üye yapılmıştır. Böylece toplam NATO üye ülke sayısı 30 olmuştur. Bu arada Ukrayna, Gürcistan, Bosna Hersek vb. ülkelerin yanında İsveç ve Finlandiya gibi Avrupa ülkeleri, NATO için potansiyel üyeler olarak görülmüştür. Nitekim Ukrayna Savaşının başlamasıyla birlikte güvenlik endişeleri iyice belirginleşen İsveç ve Finlandiya 2022 yılının Mayıs ayında İttifak’a üye olmak için resmen başvurmuşlardır. Bu taleplerine Türkiye ve Macaristan başlangıçta çekincelerini iletmişlerdir. Bunun üzerine, bu dört ülke arasında karşılıklı görüşmeler neticesinde üyelik sürecine ilişkin ilerleme sağlanmış ve Finlandiya 2023’te ve İsveç de 2024’te NATO’ya üye olmaya hak kazanmışlardır. Böylece İttifak’a üye olan ülke sayısı 32’ye yükselmiştir.

20. Yüzyılın sonunda ve 21. Yüzyılın hemen başında, dünya iki etkileyici büyük olay yaşanmıştır. Bu iki olaydan ilki Berlin Duvarı'nın yıkılışı, diğeri ise 11 Eylül ikiz kuleler saldırısıdır. Bu olaylar uluslararası ilişkileri, ittifakları, stratejik düşünceleri, "tehdit" ve buna bağlı olarak "güvenlik" gibi kav ramları temelden sarsmış ve büyük oranda değişime zorlamıştır. Bu iki olay sonrası dünya yeniden şekillenmiş ve eskisinden çok farklı özelliklere sahip yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmıştır. Yeni düzende, iki kutuplu büyük güç mücadelesi yerine bölgesel ve etnik kökenli savaşlar öne çıkmıştır. Böylece terörist örgütlerin etkisi artmış ve güvenlik kavramı küreselleşmiştir. Küresel ekonomi ve küresel güvenlik birbirini tamamlayan kavramlar hâline gelmişlerdir. 

İttifak, küresel ekonomi ve küresel güvenlik gereksinimleri doğrultusunda kendisini dönüştürme arayışında olmuştur. Bu bağlamda, klasik kolektif savunma görevlerinin yanı sıra büyük çaplı mülteci hareketleri, ekonomik krizler, kökten dincilik ve etnik ayrımcılık benzeri alanlarda da NATO rol almaya başlamıştır.

Sonuç olarak NATO, 75 yıl ayakta kalmayı başaran, güvenlik ihtiyaçları ve askeri-politik stratejiler bağlamında çekim merkezi olmaya, sahip olduğu kolektif savunma ve krize müdahale seçenekleriyle dünyanın bir numaralı savunma örgütü olmaya devam ediyor. NATO’nun lokomotifi ABD, ittifakın askeri harcamalarının büyük çoğunluğunu üstlenmekten görünürde şikayetçi olsa da, dünya genelinde sahip olduğu hegemonyasının tamamlayıcı bir unsuru olarak NATO’nun varlığından ve devamından fazlasıyla memnundur. Rusya ise NATO’nun genişlemesini bahane ederek devasa topraklarını ve yakın periferisini koruyacak askerî tedbirleri devreye sokabilmekten, Türkî devletleri, Kafkasya coğrafyasını, Karadeniz’i, halen savaş halinde olduğu Ukrayna ile Belarus, Moldova gibi devletleri nüfuzu altında tutabilmekten, gerektiğinde Kuzey Kutbu’na güç projeksiyonu yapabilme gerekçelerini kullanabilmekten ziyadesiyle memnudur. Almanya ise NATO güvenlik şemsiyesi altında tekrar dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olmaktan, Avrupa iç barışının meyvelerini yemekten, Fransa ve İngiltere’yi dolaylı yollardan NATO üzerinden monitör edebilmekten ve nihayetinde ‘az silah, çok refah’ söylemiyle Alman ulusunun geleceğinde kilit taşı oynamaya devam eden NATO mekanizmasından oldukça memnun gözüküyor.

Nihayetinde başlangıçta belirlenen “Amerikalıların desteğini almak, Rusların yayılmasını engellemek ve Almanları kontrol altında tutmak” felsefesi, büyük güçlerin karşılıklı çıkar ve bağımlılık ilişkileri çerçevesinde devam edeceğe benziyor. Son yıllarda bu denkleme yeni yeni girmekte olan Çin ve dolaylı bağlamda komşusu Japonya’nın durumu da bu felsefenin bir parçası olarak görülmesi gerekir kanaatindeyim.

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 04.04.2024
  • Süre : 4 dk
  • 786 kez okundu

Google Ads