75 Yaşındaki NATO’dan Türkiye’nin Beklentileri Neler Olabilir? NATO Genel Sekreterliğine Türkiye Bir Aday Gösterebilir mi?
Türkiye, ittifak içerisinde daha itibarlı kadroları hak eden, NATO'da en büyük ikinci orduyu beslemekte olan güçlü bir ülkedir. Gücüne denk siyasi ve askerî makamlardaki temsiliyeti Türkiye'nin değişmez beklentisi ve politikası olmalıdır.
Bir siyasi-askerî ittifak olan NATO; Türkiye’nin güvenlik ve savunma siyasaları ile planlamalarının temel unsurlarından biri olmasının ötesinde, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlere bağlılığını gösteren ve “Batılı kimliğini” teşkil eden unsurlardan biridir. Türkiye’nin ittifaka üye olduğu 18 Şubat 1952 tarihinden bu yana NATO, Türkiye’nin güvenliğinin temininde merkezî bir role sahip olmuştur.
Türkiye’nin “çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak” hedefinin bir parçası olarak gördüğü NATO; siyasi ve askerî özellikleri olan uluslararası bir örgüt olarak Batı kurumsal yapılanmasıyla Türkiye’nin bütünleşmesi için uygun zemin sunan bir platformdur. İttifak üyeliğini 72 yıldır sürdürmekte olan Türkiye’nin NATO içerisinde yer almaya devam etmesi, siyasi, askerî ve diğer muhtelif açılardan Türkiye’ye kayda değer katkılar sağlamıştır. Bunun karşılığında Türkiye, üyelik sorumluluğun bir gereği olarak kapsamlı askerî yeteneklerini ve jeopolitik konumunu NATO’nun istifadesine sunmuştur. Böylece diğer müttefik ülkelerle paylaştığı ortak değerlerin savunulması yönünde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye devam etmiştir.
Türkiye; NATO’nun, Avrupa-Atlantik coğrafyasında güvenlik ve istikrarın korunmasındaki başat rolünün devamına ve üyelerinin güvenliklerini ilgilendiren konularda siyasi-askerî istişarelerde bulundukları temel transatlantik forum olma özelliğinin korunmasına önem atfetmiştir. Keza ittifakın temelinde yer alan güvenliğin bölünmezliği, müttefiklik dayanışması, adil risk ve külfet paylaşımı ile oydaşma ilkelerini gözetmesi ve bunların muhafazasını gerekli gören bir NATO politikasının varlığı, Türkiye’nin Batı dünyasındaki hak ve menfaatlerini gözeten bir anlayışla yer alabilmesinin teminatı olmuştur. NATO benzeri bir yapının Avrupa Birliği içinde olmaması, Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilmemesi ve bu nedenle bir parçası olduğu Avrupa ile entegrasyonunun engellenmesi, Avrupa’da Türkiye’yi dışlayıcı yaygın kültürün varlığı; Türkiye açısından tüm açılardan entegre olduğu tek Batı kurumu olan NATO ile bağını daha da kıymetli hâle getirmektedir.
Türkiye’nin NATO’dan Beklentileri
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmıştır. Savaştan sonra, çok partili rejime geçmesinin sebeplerinden biri, demokratik Batı toplumunun değerlerine uygun bir siyasi iklime Türkiye’de geçme ihtiyacından kaynaklanmıştır. Türkiye’nin bu yönelişi, NATO üyeliğine ülkeyi hazırlamış ve Batı siyasi hayatının bir parçası hâline getirmiştir. NATO üyeliği yoluyla Sovyet tehdidine karşı konulması yanında uluslararası politikada daha yüksek bir statü, itibar ve Batılı bir kimlik kazanılması hedeflenmiştir. Türkiye, ittifakça kendisine yüklenen sorumluluğunu bir sonucu olarak ve özellikle de kendi öz savunma yeteneklerine dayanmaya öncelik veren milli stratejinin gereği olarak, büyük bir orduyu beslemeye devam etmiştir. İttifak görevleriyle birlikte yurt savunması için caydırıcılık tesis etmiştir.
Bununla birlikte Türkiye; önemli bir savunma örgütü olarak gördüğü NATO’dan askerî teknoloji transferinde ve Batı toplumunun kurumsal yapılarına entegrasyonda önemli bir katalizör işlevi görmesini beklemiştir. Türkiye; ayrıca müttefiklerinden askerî eğitim-modernleşme ihtiyaçlarının karşılanmasında destek görmek, NATO’nun altyapı yatırımlarından ve silah yardımlarından yararlanmak, karşılıklı dayanışma ve yarar esaslı bir iş birliğini tesis etmek istemiştir.
Türkiye, ABD hegemonik sistemi içinde tamamen kendi rızasına dayalı olarak ittifak içerisinde yer almıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, toprak bütünlüğünün SSCB’ye karşı korunmasını temin etmeyi birinci öncelikli gören Türkiye, dış politikasının odağına ABD ile ilişkilerini oturtmuştur.
İttifak üyeliğini elde ettiği ilk yıllarda, kendi çıkarlarıyla Batı ve ABD çıkarlarını özdeş tutmuştur.
Coğrafi konumu itibarıyla Türkiye, Avrupa, Orta Doğu ve Hazar Havzası’nda yaşanabilecek bir çatışmada savaş alanı olma riskini devamlı taşımıştır.
Türkiye’nin üstlenmiş olduğu sorumluluğun büyüklüğü her açıdan ittifak üyeleri tarafından da görülmüş ve NATO altyapı yatırımlarında Türkiye öncelik verilen ülkeler arasında yerini almıştır. Özetle, üstlendiği sorumluluk ve aldığı riske karşılık Türkiye, NATO’nun askerî modernizasyon ve altyapı inşa etme imkânlarından dengeli bir şekilde yararlanmıştır.
Siyasi açıdan Türkiye’nin 1950’li yıllarda NATO’ya koşulsuz bağlılık ve tüm dış politikasını ittifak ile eş güdümlü kılma anlayışı 1964 Kıbrıs olayları ve Johnson Mektubu’nun etkisiyle, yavaş yavaş yerini “millî çıkarlar” bağlamında belirlenen Türk dış politikasına bırakmıştır. Türkiye, Sovyetlerin çevreleyen kilit bir ülke olmasına ve doğrudan Sovyet tehdidiyle karşı karşıya kalmasına rağmen NATO ile “karşılıklı bağımlılık” bağlamında tam bir anlayış birliğini tesis edemediğini görmüştür. Özellikle Kıbrıs konusu, ABD’nin ve NATO’nun Türkiye’ye karşı ilgisizliğinin belirgin bir örneğini teşkil etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerini modern bir savunma sanayisi ile desteklemek isteyen Türkiye, Batı dünyasından beklediği desteği elde edemediği gibi zaman zaman açık ve örtülü ambargolarla karşı karşıya bırakılmıştır. Böylece Türkiye’nin NATO’dan beklentisi de bu yıllarda değişikliğe uğramış ve ve millî savunma sanayisinin kurulmasına öncelik veren bir anlayış Türk askerî ve siyasi kesimlerinin ortak anlayışı hâline gelmiştir.
Aynı zamanda NATO ve Varşova Paktı arasında barış içinde birlikte yaşama ve detant süreçleri, Türkiye’nin Sovyetlere yönelik tehdit algısını da yumuşatmış ve Türk-Rus ilişkileri de normalleşmeye başlamıştır. Bu durum, Türkiye’nin ittifak politikalarından farklı bir dış politikaya yönelişini kolaylaştırmıştır. Soğuk Savaş sonrasında ise Sovyet tehdidinin azalması ironik bir şekilde ittifak içindeki Türkiye’nin “önemini” de azaltıcı bir faktör olmuştur.
Türkiye’nin doğal olarak Batı’dan beklentileri vardır. Türkiye, Batı Değerlerini benimseyen kurumsal yapılanması ve halkının yaşam şekli ile Batı’nın bir parçasıdır. Askerî ve kısmen siyasi kanatta, Batı ile birlikte hareket etme ortamı sunan NATO, ekonomik hayatta Batı’dan yardım alan ancak Batı’ya entegrasyonunu gerçekleştiremeyen bir ülke konumundadır. Türkiye; ABD, Avrupa ve NATO’dan kendi durumunu takdir eden, kalkınmasına katkı sağlayacak bir girdi beklerken karşılığında geçmişte olduğu üzere gelecekte de tüm varlığı ile kendisinin de bir parçası olduğu paylaşılan Batı çıkarlarının ve değerlerinin korunmasına destek vermeye devam edebilecektir. Batı ile birlikte hareket etmek, Türkiye’nin geleceğe yönelik vizyonu ve duruşunun bir sonucudur.
Dünyadaki olayların dünya gündemini etkileme hızı artmaktadır ve NATO mevcut olan pek çok sıkıntısına rağmen yeni güvenlik ortamının gereklerini karşılayacak en esnek ve gelişime en açık uluslararası kuruluştur. Türkiye güçlü bir üye olarak mevcut güvenlik, coğrafî ve kültürel yapısından dolayı NATO için eşsiz bir coğrafi konuma sahiptir. Türkiye, küçük bir NATO ülkesi değildir. NATO’ya ekonomik katkısı büyük olmamasına rağmen askerî gücü ile orantılı bir temsiliyet ve karar verme mekanizmasında daha fazla bir etkinlik beklentisi, Türkiye’nin menfaatleri ile doğru orantılıdır.
Güvenlik alanındaki yeni zorluklara karşı NATO, “Soğuk Savaş” dönemindeki pasif savunma kuruluşu rolünden sıyrılıp günümüz “sıcak savaş” ortamının gerektirdiği öncü bir güvenlik kuruluşu rolüne büründükçe, müttefiklerin güvenliği küresel iş birliği ve küresel tehditlere ortaklaşa cevap verebilme kapasitelerine bağlı hâle gelmiştir.
Türkiye, mevcut sorunların ve krizlerin çözümlenmesi bağlamında, Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de (Ege dâhil) güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasında ve enerji politikalarında önemli katkılar yapma potansiyelini hâlâ muhafaza etmektedir. Türkiye ayrıca bu bölgelere yönelik politikaları etkileme ve bizzat kendisi politikalar ve stratejiler geliştirme imkân ve kabiliyetine de sahiptir.
Türkiye, Avrupa’nın, Orta Doğu’nun ve Kuzey Afrika’nın sınırlarında yer aldığı için bu kadar çok farklı bölgeyle komşu olan tek Avrupa ülkesidir. Genişleyen Avrupa Birliği için de bu durum önemlidir. Avrupa’nın kriz noktaları sadece Orta ve Doğu Avrupa’da, Güneydoğu Avrupa’da ya da Baltık’ta değildir;
Batı Avrupa’nın içinde de maalesef kriz olasılığı taşıyan sorunlu bölgeler bulunmaktadır. Türkiye’nin bu bölgelerde sorunlara değil çözümlere katkıda bulunabilecek bir kapasiteye sahiptir. Önleyici diplomasiden barışı koruma çabalarına ve barış güçlerinde fiilen rol almaya kadar uluslararası toplumla birlikte hareket eden Türkiye, Avrupa Birliği ve NATO bakımından güvenlik ve savunma perspektifinde önemli bir oyun kurucudur.
Değişen güvenlik kavramı çerçevesinde, strateji kavramı da küresel ölçekte genişlemiştir. Görünürde zaman zaman Türkiye’yi dışlayan oluşumlara imza atan Batı dünyası, özellikle NATO bağlamında Türkiye ile iş birliğini zorunlu bir gereklilik olarak görmektedir. Üç kıtanın bağlantı noktasındaki Türkiye, her üç kıtaya da açılım imkânları arayan tüm küresel güçler ve devletler gibi NATO açısından da Türkiye’yi vazgeçilmez bir ortaklığın muhafaza edilmesini zorunlu kılmaktadır.
Türkiye; yanı başında cereyan etmekte olan ekonomi, siyaset, güvenlik başta olmak üzere birçok konuda kendisini yakından ilgilendiren ve etkileyen gelişmelere kayıtsız kalmamıştır. Bu jeopolitik özelliklerinin ve ihtiyaçlarının dikte ettirdiği bir mecburiyet olmuştur.
Türkiye açısından bakıldığında hem değişen güvenlik hem de Türkiye’nin değişen stratejik hak ve menfaatleri açısından, Avrupa Birliği ve NATO içinde yer alması gerekir. Türkiye’nin bu iki örgüt içinde yer alması Türkiye’nin değişmez beklentisidir.
NATO; Türkiye’nin Batı dünyasında eşit statüde temsil edildiği ve veto hakkına sahip olduğu en önemli uluslararası örgüttür. Batı dünyasında Türkiye’nin Batı değerlerine saygılı olan ve büyük oranda ortak çıkarları bulunan Batı dünyası ile Türkiye’nin entegrasyonunu sağlayan kurumların başında NATO gelmektedir. NATO’nun var olması, etkin bir örgüt olması ve bu örgüt içinde Türkiye’nin imajının ve itibarının kuvvetli olması, görünürlüğünün artması Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasına katkı sağlamasının ötesinde “çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak” hedefinin gerçekleşmesine yönelik adımları da pekiştirecektir. NATO’nun önemini yitirmesi, Türkiye’nin Batı dünyası ülkeleri ile bağında zayıflamayı beraberinde getirebilecektir.
Türkiye, bu örgütün “kolektif savunma” özelliğinin muhafaza edilmesin den yana bir tutum geliştirmiştir. Türkiye kolektif savunmanın müttefikleri birbirine bağlayan, mevcut askerî ve siyasi yapının bir arada tutulmasını sağlayan en büyük gerekçe olduğuna inanmaktadır. Güvenlik alanında uluslararası sistemde tek işlevsel örgüt olan NATO, bölgesel bir ittifak görüntüsünden sıyrılarak küresel bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Bu durumu değerlendiren Türkiye, “ortak güvenlik” ihtiyaçlarına yönelik NATO’nun değişim ve dönüşüm süreçlerini de aktif bir şekilde desteklemiştir.
Türkiye’nin NATO’da görünürlüğünün artması, uygun seviyelerde etkin bir şekilde temsil edilmesi, ittifakın çıkarları ile ulusal çıkarların mümkün olduğunca örtüştürmesi, Türk politika yapıcıları tarafından her zaman önemli görülmüştür.
Bu kapsamda, 72 yıldır ittifakın bir parçası olan Türkiye'nin artık NATO askeri karargâhlarında orgeneral rütbesinde bir NATO kadrosunda temsil edilmesinin ve/veya NATO genel sekreteri olarak bir Türk siyasetçisinin görevlendirilmesinin zamanının çoktan geldiğini değerlendiriyorum. Sembolik de olsa bu tür makamlarda bir Türk vatandaşının görev yapabiliyor olması gerektiğine inanıyorum.
Bugüne kadar sadece Afganistan'da NATO'nun en yüksek rütbeli siyasi temsilciliği pozisyonu iki yıllığına Türkiye'ye verilmiştir. Bu belki bir şeydir ama şüphesiz aynı zamanda hiçbir şeydir. Türkiye, ittifak içerisinde daha itibarlı kadroları hak eden, NATO'da en büyük ikinci orduyu beslemekte olan güçlü bir ülkedir. Gücüne denk siyasi ve askerî makamlardaki temsiliyeti Türkiye'nin değişmez beklentisi ve politikası olmalıdır. Bunun için bu yıl değişmesi beklenen NATO Genel Sekreterinin yerine bir Türk politikacı neden aday olmasın, değil mi?