İngiliz-Amerikan Derin İttifakına Karşı Rus-Çin İttifakı Başarılı Olabilir mi?
Türkiye için ekseni doğuya kayan yeni dünyanın sunduğu dinamikleri iyi okumak, fırsatları görebilmek, Hint-Pasifik bölgesinde cereyan etmesi beklenen büyük düello öncesinde kendi ayakları üzerinde durabilecek kadar güçlü bir yapıya kavuşmak temel odak noktamız olmalıdır.
Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve küreselleşme süreci, uluslararası ilişkilere yeni aktörler ve stratejik karmaşıklıklar eklemeye devam ediyor. Günümüzün ağlarla örülü dünyasında ittifak oluşturma ve koordinasyon, teknolojik standartlardan yeşil enerjiye geçişe, yaptırımlardan ticaret rejimlerine kadar karmaşık konularda küresel gündemin şekillenmesine yardımcı oluyor. Ülkelerin hükümetleri kanalıyla bu ilişkiler ağında etkin bir şekilde faaliyet gösterebilme yeteneği - bir devletin ağı kurma ya da ülkeleri bir araya getirme gücü – o ülkenin hak ve menfaatlerinin korunmasındaki ya da inşasındaki önemini koruyor.
İngiliz-Amerikan Ekseni Karşısında Rus-Çin Ekseni Kemikleşmiş Bir Yapıya Evrilebilir mi?
Eğer tarihin akışını savaşlar, özellikle de büyük savaşlar yönlendiriyorsa, ittifak dinamikleri de devletler arasındaki güç dengelerini değiştirmek suretiyle büyük güçlere jeopolitik fırsatlar yaratma, emperyal projelerini hayata geçirme olanaklarını sunar. Neticede ittifaklaşma ile ‘daha da güçlenen’ karşıt yapılar arasında nadiren caydırıcılık ve denge sağlanırken, çoğunlukla güvenlik ikilemini tetikleyerek, daha büyük düşmanlıkları doğurur, yeni savaşların çıkmasına yol açabilir.
Örneğin bugün uluslararası ilişkilerdeki en önemli sorulardan ve belki de sorunlardan biri, Sovyet Blokunun çökmesine rağmen NATO’nun devam eden varlığıdır. Üstelik bu yetmiyormuş gibi tarihin en uzun soluklu bu ittifakın yeni üyeleri bünyesine katarak daha da genişlemesi, büyümeye devam etmesidir. Öte yandan Rusya ve Çin öncülüğünde kurulan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve yine Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS benzeri bloklaşmaların NATO karşısındaki konumlanmalarının dünyayı nereye götüreceği bir merak, hatta endişe konusudur. Bu yapılarla iç içe geçmiş olan daha da kritik stratejik mesele ise ABD merkezli Batı dünyasına meydan okuma olarak öne çıkmaya başlayan, Çin-Rusya 'ekseni', 'hizalanması' ve hatta 'ittifakı' olarak adlandırılan şeydir.
'Güç dengesi' nadiren sistemdeki ana güçler arasındaki denge değil, ittifak sistemleri arasındaki dengeyi akla getirir. Ülkelerin ittifakları ve stratejik ilişkileri bu nedenle önemlidir. Teoride A ülkesi, B ülkesinin sürdürdüğü küresel ilişkiler ağını göz önüne alır. B ülkesine yönelik bir saldırının daha geniş, potansiyel olarak dünya çapında sonuçları olacağını hesaplarsa, kendisinin zarar görmemesi için saldırmaktan vaz geçebilir. Bu nedenle, 'ittifaklar oyununda' iyi olan ülkeler, tek başlarına hareket etmelerine kıyasla, uzun soluklu var oluşlarını daha iyi temin ederken, jeopolitik çıkarlarını da daha kolaylıkla maksimize edebilirler. Hatta dünya çapında bir büyük güç olmaları bile söz konusu olabilir.
Örneğin tarihi perspektiften baktığımızda, İngiltere (Britanya İmparatorluğu) kendisinden uzak coğrafyalara güç aktarmanın yanı sıra Avrupa kıtasındaki ortaklarından da yararlanarak küresel bir güç haline gelmeyi başarabilmiş bir ülkedir. Habsburg İspanya'sından Napolyon Fransa'sına, Wilhelm ve Nazi Almanya'sından Sovyetler Birliği'ne kadar kendisine yönelik en büyük dış tehditleri, ortak tehdide karşı ittifaklar kurarak ya da kurulmasına yardımcı olarak savuşturan İngiltere, bu arada batmakta olan Osmanlı güneşinin ısıttığı toprakların çoğunluğuna ustalıkla sahip olmayı becerebildi. Bu açıdan bakıldığında diğer uluslara nazaran İngilizlerin kendi çıkarlarına hizmet edecek yeni ittifaklar kurma ve mevcutlarını sürdürme konusunda oldukça başarılı olduklarını görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizlerden bayrağı alan Amerikalıların da aynı yolda yürüdüklerine şahit oluyoruz.
Bir ittifakı ittifak yapan nedir?
Nispeten istikrarlı bir düzende, ülkeler öncelikle ekonomik kalkınma hedeflerini göz önünde bulundurarak stratejik ilişkiler kurma eğilimindedirler. Genellikle 'iyi ilişkileri' teşvik etmek veya sistemdeki daha geniş eğilimlerle uyum sağlamak dışında ittifaklaşma arayışları pek olmaz. Ancak uluslararası dalgalanmanın arttığı dönemlerde, devletler de doğal bir jeostratejik işlevi olan açık ittifaklar kurmaya yönelirler.
Temel olarak, stratejik avantaj açısından, etkili ittifaklar kuvvet çarpanı olabilirler, ulusal stratejiyi katalize edebilirler: Askeri gücü ve erişimi arttırırlar (örneğin, istihbarat paylaşımı, karşılıklı erişim veya üslenme; çok uluslu veya ortak kuvvet oluşturma, birbirinden öğrenme); ekonomik fayda için zemin oluştururlar (ticaret, yatırım ve araştırma ve geliştirme); ve karşılıklı siyasi taahhütler yoluyla ülkelerin politik-stratejik duruşlarını geliştirirler. Özellikle, müttefik veya ortaklardan oluşan bir ağ, bir ülkenin krize girdiği veya bir düşmanın siyasi, ekonomik veya başka türden bir baskısı altında kaldığı zamanlarda bir destek ve destek mekanizması olarak hareket edebilir.
Uluslararası politikada 'ittifak' fikri genellikle uluslararası hukukun ötesine geçerek, stratejik ortaklıklar veya hizalanmalar şeklinde, çoğu açık antlaşmalara veya deklarasyonlara dayanan düzenlemeler sonucu ortaya çıkar. Bununla birlikte ittifakların merkezinde köklü organize stratejik ilişkiler yer alır, ittifaklara bu ilişki biçimleri yön verir. NATO’yu NATO yapan budur, İngiliz-Amerikan ekseninin varlığıdır. Bu ittifak çatısının temelinde yer alan İngiliz-Amerikan 'özel ilişkisi', Kanada, Fransa, Almanya, İtalya gibi müttefikleri de yönlendirmek suretiyle, bu ikilinin küresel çıkarlarına hizmet eden derin ve yaygın ortaklık ağının ortaya çıkmasını sağlamıştır. İngiliz-Amerikan ekseni ortadan kalktığında şüphesiz bugün 32 devletli devasa bir ittifak mekanizması olan NATO’nun varlığını devam ettirmesi olası olmayabilir.
Şimdilerde Çin-Rusya ilişkilerine de bu gözle bakıldığında, NATO karşısındaki bloklaşma arayışlarının özünde İngiliz-Amerikan eksenine bir meydan okuma arayışının esas alınmakta olduğu iddia edilebilir. İki ülkenin ŞİÖ veya BRICS gibi örgütlerin çatısı altında birlikte hareket etmelerine rağmen, aralarındaki tutkal sadece bu iki örgüt değildir. Aralarında tek bir kapsayıcı antlaşma olmaksızın giderek artan bir şekilde eksen inşasına hizmet edecek her platformu Putin ve Şi kullanıyorlar diye değerlendiriyorum. İki ülke arasındaki ilişkiler, çeşitli ikili anlaşmalar ve üst düzey siyasi taahhütlerle desteklenen pratik işbirliği projeleriyle derinleşiyor. Aslında, ŞİÖ veya BRICS olmadan da iki ülkenin jeopolitik ilişkilerindeki uyum ve karşılıklı dayanışma artan bir şekilde devam edeceği görülüyor. Öte yandan, örneğin, 1982'de ABD'nin Falkland Adaları'nın geri alınması sırasında İngiltere'ye istihbarat ve askeri destek sağlaması gibi, bu tür özel jeopolitik çıkar alanlarına ilişkin temaslar söz konusu olduğunda, Rusya veya Çin’in birbirlerine ne ölçüde askeri destek olacakları henüz netlik kazanmamıştır. 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın dinamikleri aynı zamanda Rus-Çin eksenini de zorluyor, test ediyor inancındayım. Bu savaşın sonunda iki ülkenin stratejik ortaklığının perçinlemesi halinde, İngiliz-Amerikan bloku karşısında gerçek bir blok ortaya çıkabilecektir kanaatindeyim.
Dolayısıyla hukuki ve siyasi yükümlülük arasındaki fark yanlış bir ayrım olabilir. Bir ittifakın gücünün ve değerinin doğru bir şekilde takdir edilebilmesi için gerekli olan şey, yasal olarak bağlayıcı olsun ya da olmasın, resmi çerçevesinin altında yatan siyasi ve stratejik mantığa bakan daha yüksek bir gerçekçilik anlayışıdır. Bir derin yapının varlığıdır.
Bu kendine münhasır alan saklı kalmak üzere, resmi ittifak çerçevesi; müttefikler arası ilişkilerin daha da geliştirilmesi için sağlam bir temel sağlar. İttifak içinde öngörülebilirliği ve güveni kolaylaştırır ve NATO ile Varşova Paktı arasındaki Soğuk Savaş çekişmesi sırasında görüldüğü gibi uluslararası sistemde istikrarın artmasına, yükselen kriz durumlarında gerektiğinde ‘konuşabilmeye’ yardımcı olabilir.
Sonuç
Uluslararası görünüm daha rekabetçi ve çatışmacı hale geldikçe, devletler stratejik etkilerini artırmak, çoğaltmak, hızlandırmak ve genişletmek için 'stratejik avantaj' sağlamaya çalışırlar. Bu kapsamda, güçlü ve gerçekten değerli ittifaklar sadece ve sadece ortak çıkarlara dayanır. Bu nedenle bir ülkenin kendi ulusal çıkarları açısından bakıldığında, bir ittifaka katılmanın açık ve kalıcı faydalar getirmesi gerekir. Bu faydaların niteliği genellikle uluslararası sistemin görünümüne ve küresel veya bölgesel güç dengesine bağlıdır.
Modern dünyada bir devletin bırakın uluslararası üstünlüğü, bölgesel üstünlüğü bile tek başına elde etmeye çalışması imkânsız olmasa da nadirdir. Büyük bir otoriteye ve askeri güce sahip başarılı bir hegemon bile, örneğin 1815'ten sonra İngiltere ya da 1990'larda ABD gibi, konumunu korumak için bir müttefikler ve ortaklar sistemine bağlı olacaktır. Bu ittifakları ve stratejik ilişkileri yönetmek ve yeni jeopolitik koşullar gerektirdikçe bunları yeniden yapılandırmaya hazır olmak, jeopolitik gücü sürdürmenin merkezinde yer alır.
Dünya tarihi, ittifakların da tarihidir. Kutsal İttifak, Avrupa Uyumu, Bismarck düzenlemeleri, 1914 öncesi bloklar, Nazi ve Sovyet koalisyonları, Varşova Paktı, NATO, BRICS vb. platformlar; dengeleyici ya da revizyonist güç aktörlerine, resmi ittifaklar ya da derinlemesine yapılandırılmış sistemler aracılığıyla oynama alanı sunarlar. Örneğin İngiliz-Amerikan ekseni için NATO bu maksada hizmet eden bir araç iken benzer şekilde BRICS, ŞİÖ de Rus-Çin ekseni için aynı işlevin görülmesini sağlar.
Bu iki eksen arasında işbirliğinden ziyade kırılmalar, meydan okumalar her geçen gün artıyor. Bugün olmasa da dünyanın büyük bir savaşa doğru gittiği görülebiliyor. NATO’da yer alan Türkiye için ekseni doğuya kayan yeni dünyanın sunduğu dinamikleri iyi okumak, fırsatları görebilmek, Hint-Pasifik bölgesinde cereyan etmesi beklenen büyük düello öncesinde kendi ayakları üzerinde durabilecek kadar güçlü bir yapıya kavuşmak temel odak noktamız olmalıdır kanaatindeyim.