Site İçi Arama

ua-iliskiler

Ukrayna Savaşı, Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan’a Uluslararası Etkilerini Artırma Fırsatı Sunuyor

Ukrayna Savaşı, orta ölçekli güçler için oynama alanı açmasıyla da dikkatleri ‘stratejik özerklik’ arayışlarına çekti. Bu manada dikkat çeken ülkelerin başında Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan geliyor.

Ukrayna Savaşı

Dünya 24 Şubat 2022 sabahı Ukrayna'daki yıkımın ötesinde, küresel ilişkilere gölge düşüren, dünyadaki tüm dengeleri altüst eden bir savaşla uyandı. Rus Ordusu, 2014 yılında işgal ettiği Kırım’dan sonra şimdi Ukrayna’nın tamamını işgal etmek için dört koldan saldırıyordu. Ancak Rusya, Batı’nın aktif destek verdiği Ukrayna’nın öyle kolaylıkla yutulabilecek bir lokma olmadığını gördü. Halihazırda Ukrayna’nın %27’sini işgali altında tutmasına rağmen devam etmekte olan bu savaş Rusya için de şu ana kadar felaket oldu. Ukrayna'ya boyun eğdirmesi, Batı'yı zayıflatması ve Kremlin'i güçlendirmesi beklenen bir işgal girişimi Putin’e beklediği başarıyı getirmedi. Ukrayna milliyetçiliği tavan yaptı. Kiev, Moskova’dan uzaklaşıp Avrupa'ya daha da yaklaştı. NATO’ya varlığına olan ihtiyacı pekiştirdi. Kuzey Kutbu’na nüfuz edebilmesi için tarafsız kalmaları gereken Finlandiya ve İsveç'i NATO’ya, dolayısıyla ABD’ye kaptırdı. Bu stratejik yanlışının, Kuzey Avrupa'daki güç dengesi artık Rusya aleyhine dramatik bir şekilde değiştirmekte olduğunu Kremlin gördü, görecek.  

Savaş, Rusya'nın askeri zayıflıklarını ortaya çıkarmasına rağmen, Batı'nın ağır yaptırımlarına maruz kalan Rus ekonomisi ayakta kaldı. Yaptırımlara büyük oranda uyum sağlama başarısını gösterdi. Savaşın ne zaman biteceğini kestirmek pek mümkün gözükmüyor. Rusya, geçen yıl 300 bin askeri silah altına aldığını açıkladı. Bu taze kuvvetin 50 binlik bölümü Ukrayna cephesine sürüldü. Geri kalan 250 bin askerin eğitimleri devam ediyor. Savaşı takip edenlerin ekseriyeti baharla birlikte büyük bir Rus taarruzunun başlayabileceğini ve Kiev ve Odesa dahil Ukrayna’nın tekrar yoğun bir ateş altında kalacağını öngörüyor. Rus ordusu bu büyük saldırısında başarılı olursa, savaş Ukrayna’nın tam işgaliyle sonlanabilir.

Ukrayna ise bir dönem Rusya’nın İran’dan satın aldığı kamikaze İHA’lar ve seyir füzelerinin ateşi altında zor günler yaşadı. Şimdilerde imdadına Amerikan Patriot bataryaları yetişti. Ukrayna’ya konuşlandırılan hava savunma silah ve sistemleri savaşa dengeyi getirdi. Herson’un batı bölgesini ele geçiren Ukrayna ordusu, bir yandan kış dönemini Donetsk bölgesinde direnişini sürdürürken diğer yandan baharın başlangıcında karşı taarruzu başlatabilmek için hazırlıklarını sürdürüyor. Bölük ve Tabur seviyesindeki birliklerin koordineli manevra yetenekleri Amerikan subayları tarafından verilen eğitimle geliştiriliyor. Ateş gücü yükselen Ukrayna ordusunun, zamanı gelince kuvvetli bir karşı saldırıya hazır olabileceği değerlendiriliyor. Eğer başarılı olunursa, işgal altındaki Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya ve belki Kırım bölgeleri Ruslardan temizlenmiş olacak ve nihayetinde Ukrayna’nın toprak bütünlüğü yeniden tesis edilebilecektir.

Ukrayna Savaşı ve Çin

Ukrayna savaşı, bir yönüyle Atlantik Havzası ile Rusya Federasyonu arasında yürütülen bir vekalet savaşına dönüştü. Ukrayna bu sayede kuvvetli bir direniş sergiledi. Rus ordusunu durdurabildi. Batı karşısında yalnız kalan Rusya, İran’dan bile silah desteği almasına rağmen, dolaylı yollardan da olsa Çin’den bu manada bir destek göremedi. Oysa Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Putin'i kamuoyu önünde kucaklayacak kadar Rusya’ya yakınlık gösterdi. Rusya'nın yaptırımlardan en az şekilde etkilenmesi için iki ülke arasındaki ticaret devam ettirildi. Ancak Pekin silah göndermedi. Putin'in savaşın seyri nedeniyle yaşadığı sıkıntılara Xi bir çözüm getirme arayışında olmadı. Üstelik Kremlin’in nükleer silah kullanma tehdidini gündeme getirmesi, sadece Batı dünyasında değil, Pekin’de de rahatsızlığa neden oldu. Her şeye rağmen Pekin, dengeli bir siyaset izlemeye devam etti. İşgali desteklemedi, Batı başkentlerini kışkırtmaktan kaçındı. 

Öte yandan Rusya-Ukrayna Savaşı, Çin'in Tayvan'a saldıracağı yönündeki korkuları arttırdı. Pekin her ne kadar ‘tek Çin’ politikası güdüyor olsa da, Tayvan’ı işgalden ziyade kendi rızasıyla topraklarına katma arayışını sürdürmek istiyor. Bunun için acelesi yok. Pekin; bir işgal teşebbüsünün kendisine pahalıya mal olacağını, Rusya gibi kendisinin de Batı’nın yaptırımlarına maruz bırakılabileceğini, bunun halen devam etmekte olan pandemi nedeniyle sarsılan ekonomisine büyük zararı olacağını biliyor. Bu yüzden olası bir Tayvan işgali şimdilik rafa kalkmış gibi görünüyor. Bununla birlikte, ABD ile Çin arasındaki Hint-Pasifik bölgesine yönelik “hegemonya” mücadelesini, Rusya-Ukrayna Savaşı daha da öne çekmiş oldu. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin 2022 yılı Ağustos ayının başında Tayvan'a yaptığı ziyaret Pekin'i kızdırmış olsa da, Xi’nin akıllı bir siyaset izlemesinin önünde bir engel teşkil etmedi. G-20 zirvesi öncesinde ABD Başkanı Joe Biden ile Xi arasında yapılan görüşme, iki süper güç arasındaki diyalog kanallarını yeniden açtı. 

Ukrayna Savaşı, orta ölçekli güçler için oynama alanı açmasıyla da dikkatleri ‘stratejik özerklik’ arayışlarına çekti. Bu manada dikkat çeken ülkelerin başında Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan geliyor.

Türkiye

Türkiye, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrasında Batı dünyasından kısmi bir kopma yaşadı. NATO’da olmasına rağmen ABD karşısında dengeleyici bir güç olarak gördüğü Rusya Federasyonu ile zaman zaman iş birliğine gitti. Erdoğan-Putin arasında artan temaslar, Suriye bağlamında İran’ın da devreye girmesiyle birlikte Astana sürecini getirdi. Suriye’den Türk topraklarına YPG/PKK kaynaklı terör tehdidini bertaraf etmek isteyen, güneyde sınırı boyunca güvenli koridor tesis etmek isteyen Türkiye’nin karşısında yer alan ABD’ye karşı Rusya ile iş birliği, Ankara’ya oynama alanı açtı. S-400 hava savunma silah sistemlerini satın alma ihtiyacını hisseden Türkiye, F-35 programından çıkarılmak suretiyle adeta cezalandırıldı. Ancak, Amerikan ordusunun Afganistan’dan çekilme sürecinde Türkiye’nin bu ülkede oynayabileceği role ihtiyaç duyan Biden yönetiminin, sonrasında ortaya çıkan Ukrayna Savaşında taraflar arasında Türkiye’nin oynayabileceği misyonu görmesini sağladı. 

Ankara’nın Moskova'ya yakın duruşu, Washington’un da işine geldi. Berlin ve Paris’in Moskova üzerindeki cılız etkisi yanında Ankara kuvvetli bir duruşa sahip olduğunu kanıtladı. Türkiye, savaşın başlamasıyla birlikte 11-13 Mart tarihleri arasında Antalya Diplomasi Forumu’nda tarafları bir araya getirme başarısını gösterdi, barış için umut kapısı oldu. Yine Türkiye, Temmuz ayında Birleşmiş Milletler ile birlikte Ukrayna tahılının Karadeniz üzerinden küresel pazarlara ulaşmasını sağlayacak bir anlaşmaya aracılık etti. Bu antlaşmanın Kasım ayında 4 aylığına Rusya tarafından uzatılmasını sağladı. Ayrıca, Libya’da, Azerbaycan’da ve Suriye’de Türk İHA’larının oyun değiştiren rolü, buralardaki çatışmalarda dengeleri değiştiren ana unsurlardan biri oldu. Bu başarı beraberinde Türk yapımı insansız hava aracı satışlarının artmasını ve bu alanda Türkiye’nin ‘silah tüccarı’ ülke konumuna erişmesini sağladı. Nihayetin Türkiye'nin nüfuzu ve etkisi artmaya başladı. 

Suudi Arabistan

Savaş, Ankara gibi Riyad için de yeni fırsatları ayağına kadar getirdi. Rus petrolünün aniden piyasadan çekilmesi, OPEC lideri Suudi Arabistan için adeta bir nimet oldu. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'a Kaşıkçı cinayeti dahil çeşitli yanlışları nedeniyle sıcak bakmayan Biden, Suudi Arabistan’ı görmezden gelemeyeceğini idrak edince, Riyad’a ziyareti zorunlu gördü. Riyad; Rusya’nın da içinde bulunduğu OPEC + ülkeleriyle birlikte, petrol üretimini kısıtlayan ve petrol fiyatlarını yüksek tutmayı sağlayan (Rusya’yı da bu manada destekleyen) kararların alınmasına öncülük etti. Çin’le bölgesel iş birliğini artıracak kararlara imza attı. Washington'un öfkesine rağmen bu adımları atmaktan çekinmedi. 

Hindistan

Hindistan da savaşta kendi oyun alanını kendi çıkarlarına göre kurgulamayı tercih etti. Hindistan, aynı anda ABD'nin güvenlik ortağı olurken, S-400 gibi Rus silahlarının başlıca alıcısı olma yönünde adımlar atmayı da ihmal etmedi. Yeni Delhi, ABD liderliğindeki yaptırımlara dahil olmadı. Üstelik Rus petrolü satın almaktan da çekinmedi. Ancak, Putin'in nükleer silah kullanma tehdidine karşı en ağır eleştirileri yapan ülkelerden biri Hindistan’dı. 

Sonuç

Sonuçta, Rusya-Ukrayna Savaşı, dünyayı kısmen iki bloka böldü. Bir tarafta Avrupa Birliği, ABD, Kanada, Avustralya, Japonya, Güney Kore, Tayvan gibi ülkeler yer alırken, diğer tarafta ise Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore yer aldı. 

Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan gibi orta ölçekteki ülkeler ise bloklar arasında kendi rotalarını çizme özerkliğine sahip olabileceklerini gördüler. Bu alandaki boşluk bu ülkelere yeni oynama alanları açtı. Çok kutupluluğun getirdiği fırsatları değerlendirdiler ve değerlendirmeye de devam edecekleri anlaşılıyor.

 

Küresel güneyin diğer bölgelerinde ise savaş sinirlerin gerilmesine yol açtı. Batılı olmayan başkentlerin çoğu Rusya'nın saldırganlığına karşı BM Genel Kurulu'nda yapılan oylamaya katıldı. Ancak çok azı Putin'i alenen kınadı ya da yaptırım uyguladı. Birçoğunun Moskova'dan kopmamak için -çoğunlukla ticaret, ama aynı zamanda tarihsel bağlar ya da Kremlin bağlantılı Wagner Grubu paralı askerlerine güvenmek gibi- sebepleri var. Bir taraf seçmenin ya da Avrupa'nın sorunu olduğuna inandıkları bir savaşın maliyetine katlanmanın kendi çıkarlarına aykırı olduğunu düşünüyorlar. İster COVID-19 aşı istifçiliği, ister göç politikası ya da iklim adaletsizliği olsun, Batı'ya karşı duyulan hayal kırıklığı da bir rol oynuyor. Pek çok kişi Batı'nın başka yerlerdeki müdahaleleri ve sömürgecilik sicili göz önüne alındığında Ukrayna'ya yönelik öfkenin çifte standart olduğunu düşünüyor. Birçok küresel güney lideri de, özellikle yaptırımlar söz konusu olduğunda, Batılı hükümetlerin Rusya ile mücadeleyi küresel ekonominin önüne koyduğuna inanıyor.

Gerçekten de Avrupa dışında savaşın en büyük sonuçları ekonomik. İşgal ve yaptırımların açıklanmasıyla tetiklenen finansal tedirginlik, COVID-19'un zaten sarsmış olduğu piyasaları daha da sarstı. Gıda ve yakıt emtia fiyatları yükselerek bir hayat pahalılığı krizine yol açtı. O zamandan bu yana fiyatlar düşmüş olsa da, enflasyon hala yaygın ve borç sorunlarını büyütüyor. Pandemi ve ekonomik kriz, başta iklim değişikliği ve gıda güvensizliği olmak üzere, savunmasız ülkeleri kuşatabilecek ve huzursuzluğu körükleyebilecek, birbirini güçlendiren birçok tehditten ikisi. Bu yılın listesinde Pakistan en önemli örnek. Pek çok ülke benzer durumdadır.

2022 yılı önümüzdeki yıl için iyimserlik yarattı mı? Ukrayna'nın ıstırabı göz önüne alındığında, savaşta iyi bir şeyler bulmak ters görünebilir. Ancak Kiev daha az mücadele etseydi, Batı Biden'ın liderliğinde olduğundan daha az birlik olsaydı ve Rusya hızla galip gelseydi, Avrupa ve muhtemelen dünya daha tehlikeli bir yerde olurdu. Kötü bir yıl geçiren tek güçlü adam Putin de değildi. Politikaları son zamanlarda çok fazla anlaşmazlık tohumları ekmiş olan birkaç popülist de kaybetti. Jair Bolsonaro Brezilya'da yenilgiye uğradı. Eski ABD Başkanı Donald Trump şimdilik sönük bir figür olarak görünüyor. Marine Le Pen Fransa'da cumhurbaşkanlığını kazanamadı. Popülistlerin iktidarı kazandığı İtalya'da ise popülistler göreve geldikten sonra çoğunlukla merkeze kaydılar. Aşırı sağ popülizm tükenmiş bir güç değil, ancak bazı şampiyonları gerileme yaşadı. Ayrıca, çok taraflı diplomasi büyük ölçüde sekteye uğradı. Aralarındaki sert farklılıklara rağmen Çin, Rusya ve Batılı güçler, BM Güvenlik Konseyi'ni Ukrayna dışındaki krizleri yönetmek için hala çoğunlukla bir mekan olarak görüyor. Etiyopya'daki korkunç savaşı sona erdirebilecek bir anlaşma ve Kolombiya-Venezuela ilişkilerinin ısınması, Avrupa'daki çatışmalara rağmen başka yerlerde de barışın sağlanabileceğini gösteriyor.

Yine de genel olarak tedirgin edici bir yıldı, üstelik bu tedirginliklerin sonuncusu olduğu düşünüldüğünde daha da tedirgin edici. Pandemi dünyanın büyük bölümünü altüst etti. Öfkeli bir kalabalık ABD Kongre Binası'nı bastı. Dünyanın bazı bölgelerindeki sıcaklıklar insanların hayatta kalmasını tehdit ediyor. Şimdi de Avrupa'da, mimarı nükleer tırmanışa davetiye çıkaran büyük bir savaş sürüyor ve birçok yoksul ülke borç krizleri, açlık ve aşırı hava koşullarıyla karşı karşıya. Bu olayların hiçbiri uyarı yapılmadan meydana gelmedi, ancak birkaç yıl önce olsa akıllara durgunluk verirdi. Bu olaylar aynı zamanda çatışmalarda ölen insan sayısının arttığı ve İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana hiç olmadığı kadar çok insanın savaş nedeniyle yerinden edildiği ya da aç kaldığı bir döneme denk geliyor.

 

 

Ukrayna

Şimdiye kadar Ukrayna, Ukraynalıların cesareti ve Batı'nın yardımı sayesinde Rusya'nın saldırısına direndi. Ancak yaklaşık bir yıl süren çatışmaların ardından görünürde bir son yok.

Kremlin Şubat ayında topyekûn işgalini başlattığında, görünüşe göre Ukrayna hükümetini bozguna uğratmayı ve daha uysal bir rejim kurmayı umuyordu. Yanlış hesap yaptı. Rusya'nın planlaması beceriksiz olduğu kadar Ukrayna'nın direnişi de şiddetliydi. İlkbaharda Kiev çevresinden geri püskürtülen Moskova, güçlerini doğu ve güneyde yoğunlaştırdı. Ardından yaz sonunda, artık Batı'nın sağladığı daha güçlü silahlarla donanmış olan Ukrayna birlikleri buralarda da ilerledi.

Yine de Moskova çıtayı yükseltti. Veriler güvenilir olmasa da belki de 300,000 ek adamı harekete geçirdi. En az bir o kadar Rus da ülkeden kaçtı ve ordunun personel ve teçhizat sıkıntısı devam ediyor. Kremlin ayrıca, kontrol etmediği topraklar da dahil olmak üzere Ukrayna'nın bazı bölgelerini ilhak ettiğini duyurdu. Ukrayna altyapısına yönelik cezalandırıcı bir hava saldırısı kampanyası başlattı. Bunun sonucunda yaşanan elektrik kesintileri pek çok bölgeyi neredeyse yaşanmaz hale getirdi. Her üç Ukraynalıdan biri geçtiğimiz yıl içinde yerinden edildi.

Şu ana kadar Kiev ya da Moskova'nın geri adım atacağına dair çok az işaret var. Ukraynalılar her yeni saldırıyı ve Rus ihlallerinin (yargısız infazlar ve cinsel istismar dahil) ortaya çıkmasını savaşmak için daha fazla neden olarak görüyor. Rusya'da ise propaganda ve baskı muhalefeti caydırıyor. Her iki taraf da barış görüşmeleri için gerçek bir iştah göstermiyor. Ukraynalılar anlaşılır bir şekilde, geri kazandıkları topraklardan vazgeçmek istemiyorlar. Moskova diplomasiye açık olduğunu söylemesine rağmen Kiev'in teslim olmasını talep ediyor ve Ukrayna hükümetini yozlaşmış Batı tarafından kontrol edilen Naziler olarak aşağılıyor. Putin her gerilemenin ardından gerilimi tırmandırarak kendi çıkış yollarını patlatıyor gibi görünüyor.

Çıkmaza giriliyor, ancak bunun ne kadar süreceğini kimse tahmin edemiyor. Sıkışan iki taraf da ilerlemek için açık kapı arıyor. Belarus'tan Ukrayna'nın merkezine yapılacak yeni bir saldırı, her ne kadar çok abartılsa da, başarı şansı düşük olduğu için mümkün görünmüyor. Moskova, Batı'nın Rus hidrokarbonlarını boykot etmesinin yol açtığı kış soğuğu ve yüksek gaz fiyatlarının Avrupalıları Ukrayna'yı desteklemekten vazgeçireceğini umuyor. Ancak Batı'daki birlik şu ana kadar çok az çatlak gösterdi. Pek çok Avrupa başkenti Ukrayna'nın yenilgisinin Moskova'yı cesaretlendirirken kendilerini de tehlikeye atacağına inanıyor. Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky'nin 2022 sonunda Washington'a yaptığı ziyaret, Cumhuriyetçi Parti'nin sağ kanadından gelen homurdanmalara rağmen iki partili desteği teyit etti.

Gerçekten dehşet verici bir senaryo olan NATO ile Rusya arasında nükleer bir tırmanma olasılığına gelince, hem Moskova hem de Batı başkentleri doğrudan çatışmalardan kaçınmaya özen gösterdiler. Örneğin Batı uçuşa yasak bölge fikrini reddetti ve bazı gelişmiş silahların tedariki konusunda bir sınır çizdi. Rusya ise NATO topraklarını vurmaktan kaçındı. Putin, görünüşe göre Batı'yı uyarmak amacıyla Rusya'nın nükleer kapasitesine defalarca atıfta bulundu, ancak son zamanlarda söylemini geri çekti. Nükleer bir saldırı çok az askeri amaca hizmet eder ve tam da Moskova'nın kaçınmayı umduğu doğrudan NATO müdahalesini tetikleyebilir. Yine de bu olasılık göz ardı edilemez, özellikle de Putin iktidarının elden gittiğini hissederse. Gerçekten de savaş muhtemelen son 60 yılın en yüksek nükleer çatışma riskini yarattı. Bu aynı zamanda Ukrayna'da ne olursa olsun Avrupa'nın daha tehlikeli hesaplaşmalara hazırlandığı uzun bir açmaza da zemin hazırlıyor.

Kuşkusuz Batılı liderler, Ukrayna'nın kabul edebileceği bir anlaşmanın getireceği, başta yaptırımların hafifletilmesi olmak üzere, faydaları Kremlin'e açıkça anlatarak bir anlaşmaya kapıyı açık tutmalıdır. Ancak şimdilik, savaşın tüm dehşetine rağmen, nükleer tırmanma riski olsa bile Ukrayna'yı desteklemenin, Rusya'nın acımasız bir askerî harekât ve nükleer tehdit yoluyla galip gelmesine izin vermekten daha iyi olduğuna karar veriyorlar. Bu zor bir hesaplama; bir dereceye kadar dünyanın diğer bölgelerini de rahatsız ediyor. Yine de şu ana kadar doğru olan bu.

Ermenistan ve Azerbaycan

Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı dünya çapındaki krizlerde yankı bulduysa da Güney Kafkasya'daki etkisi özellikle şiddetli oldu. Ermenistan ve Azerbaycan, Dağlık Karabağ yüzünden yaşadıkları son savaştan iki yıl sonra yeni bir çatışmaya doğru gidiyor gibi görünüyor. Rusya'nın Ukrayna'da yaşadığı sıkıntılar bölgedeki hesapları altüst etti.

Yeni bir savaş daha kısa sürecek ama 2020'deki altı haftalık çatışmadan daha az dramatik olmayacaktır. Yedi binden fazla askerin öldüğü o savaşta Azerbaycan güçleri, 1990'ların başından beri Ermeni güçlerinin elinde bulunan Dağlık Karabağ ve civarındaki bölgelerde Ermenileri bozguna uğratmıştı. Moskova sonunda bir ateşkese aracılık etti.

O zamandan bu yana denge Azerbaycan'ın lehine daha da değişti. Ermeni ordusu, geleneksel silah simsarı Rusya'nın malzeme sıkıntısı çekmesi nedeniyle birliklerini ya da silahlarını yenilemedi. Buna karşın Azerbaycan ordusunu güçlendiriyor. Ordusu Ermenistan'ınkinden kat kat üstün, çok daha donanımlı ve Türkiye tarafından destekleniyor. Avrupa'nın Azerbaycan gazına olan talebinin artması da Bakü'yü cesaretlendirdi.

Rusya'nın Ukrayna'da yaşadığı sıkıntılar başka açılardan da önemli. 2020 ateşkesinin bir parçası olarak Rus barış gücü askerleri Dağlık Karabağ'da halen Ermenilerin yaşadığı bölgelere konuşlandı. Rusya, Ermenistan-Azerbaycan sınırının savaştan bu yana yeni cephe hatları haline gelen bölümleri boyunca sınır muhafızlarını ve askeri personelini güçlendirdi. Bu birliklerin küçük de olsa saldırıları caydıracağı, çünkü Bakü'nün Moskova'yı kızdırmaktan çekineceği düşünülüyordu.

Ancak Rus güçleri geçtiğimiz yıl birkaç kez alevlenen çatışmaları durduramadı. Azerbaycan birlikleri Mart ve Ağustos aylarında stratejik dağ mevzileri de dahil olmak üzere Dağlık Karabağ'da daha fazla toprak ele geçirdi. Eylül ayında ise Azeri güçleri Ermenistan sınırları içinde toprak ele geçirdi. Saldırıların her biri giderek daha kanlı oldu.

Ukrayna'daki savaş da barış görüşmelerine gölge düşürdü. Moskova tarihsel olarak Dağlık Karabağ konusunda barış çabalarına öncülük etme eğiliminde olmuştur. 2020 ateşkesinin, Azerbaycan'dan İran sınırındaki Nahçıvan'a Ermenistan üzerinden doğrudan bir güzergahın yeniden kurulması da dahil olmak üzere bölgede ticareti açması bekleniyordu. Ticaretin gelişmesi, Dağlık Karabağ'ın geleceğiyle ilgili çetrefilli sorunda uzlaşmanın yolunu açacaktı. (2020 savaşından sonra Erivan, Dağlık Karabağ için on yıllardır sürdürdüğü özel statü talebinden vazgeçti, ancak hala orada yaşayan Ermeniler için özel haklar ve güvenlik garantileri istiyor; Bakü ise yerel Ermenilerin herhangi bir Azerbaycan vatandaşı gibi haklardan yararlanabileceğini savunuyor).

2021'in sonlarında Moskova, Ermenistan ve Azerbaycan arasında Avrupa Birliği öncülüğündeki yeni arabuluculuğu kabul etti ve bunun Rusya'nın çok az ilerleme kaydeden barış çabalarını güçlendireceğini umdu. Ancak Ukrayna'daki savaşın başlamasından bu yana Moskova, AB'nin diplomasisini Rusya'nın etkisini azaltmaya yönelik daha geniş çabaların bir parçası olarak görüyor. Batılı başkentlerin girişimlerine rağmen Kremlin angaje olmayı reddediyor.

Sonuç olarak, biri Rusya tarafından hazırlanan, diğeri ise Ermenistan ve Azerbaycan'ın Batı'nın desteğiyle geliştirdikleri (birçok bölümü iki tarafın önerdiği metinlerle zıtlık gösteren) iki anlaşma taslağı ortalıkta dolaşıyor. Her iki taslak da ticaret ve Ermenistan-Azerbaycan sınırının istikrara kavuşturulması konularını ele alırken, Dağlık Karabağ'daki Ermenilerin kaderi ayrı ve şu ana kadar başlatılmamış bir sürece bırakılıyor. Batı'nın desteklediği ikili yol, kısmen içeriden geldiği için muhtemelen daha umut verici, ancak bir anlaşmayla sonuçlanması halinde Moskova'nın nasıl tepki vereceği belirsiz. Her halükarda iki taraf birbirinden çok uzakta. Tüm kartlar Bakü'nün elinde ve Bakü bir anlaşmadan, özellikle ticaret ve dış ilişkiler açısından, askeri açıdan kazanacağından daha fazlasını elde edecektir.

Tehlike, görüşmelerin hiçbir yere varmaması ya da başka bir alevlenmenin hem Moskova'nın önderliğindeki hem de Batı'nın desteklediği yolları batırması ve Azerbaycan'ın alabildiğini zorla alması.

İran

Rejim karşıtı kitlesel protestolar, İran'ın acımasız baskıları ve Rusya'ya yaptığı silah sevkiyatı, İslam Cumhuriyeti'ni, tam da nükleer programıyla ilgili bir kriz patlak vermişken, on yıllardır hiç olmadığı kadar yalnız bıraktı.

Ülkeyi sarsan protestolar, 2009'daki Yeşil Hareket'ten bu yana İslam Cumhuriyeti'nin otoritesine yönelik en kalıcı ve kararlı tehdidi oluşturdu. Kadın düşmanlığının ve daha geniş çaplı baskıların bir sembolü olarak zorunlu başörtüsünü reddeden kadınların ve kız öğrencilerin başını çektiği çoğu genç on binlerce kişi rejime karşı meydan okuma eylemlerinde sokaklara döküldü.

İran hükümeti buna karşılık aralarında onlarca çocuğun da bulunduğu yüzlerce kişiyi öldürdü. Protestocuların resmi infazları, insan hakları gruplarının düzmece olarak gördüğü duruşmaları takip etti. Binlerce kişi hapiste ve birçoğu korkunç işkencelere maruz kalıyor. Rejim, özellikle gençler arasında ve uzun süredir ihmal edilen çeperlerde, hükümet karşıtı popüler duyguların tabandan gelen güçlü ifadesini yabancı bir komplo olarak boyuyor. Çok az kişi buna inanıyor.

İran'ın kahraman genç protestocularının önündeki zorluk, çoğu sempati duyan ancak rejimin şiddetinden ya da radikal değişiminden korkan yaşlı orta sınıf İranlıları kazanmak. Protestolar kritik bir kitleye ulaşırsa daha fazlası katılabilir, ancak onlar katılmadan bunun gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor - en azından başka bir tetikleyici dengeyi değiştirmedikçe veya protestocular arasından liderler çıkmadıkça. Henüz hiçbir şey rejimin parçalanacağını göstermiyor. Ancak bir baskı da derin toplumsal öfkeyi bastıramaz. Bir şeyler kırıldı. Rejim zamanı geri alamaz.

Bu arada, Eylül başından beri durmuş olan 2015 nükleer anlaşmasını yeniden canlandırmaya yönelik görüşmeler de derin dondurucuda. Tahran'ın nükleer kapasitesi son birkaç yılda büyük bir ilerleme kaydetti. Uranyum zenginleştirme kapasitesi arttı ve patlatma süresi neredeyse sıfıra indi. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından yapılan izleme ciddi şekilde kısıtlandı. ABD ve müttefiklerinin uzun zamandır kaçınmayı umdukları an -İran'ın nükleer bomba edinme olasılığı ile bunu önlemek için güç kullanma arasında seçim yapmak zorunda kalacakları an- yaklaşıyor gibi görünüyor.

Birkaç ay idare edebilseler bile, İran'ın balistik füzelerine yönelik BM kısıtlamalarının sona ereceği Ekim 2023 tarihi bir dönüm noktası olacak. Bu kısıtlamaların İran'ın füze ve insansız hava araçlarını yaygınlaştırmasını, özellikle de Ukrayna'da Rusya'ya yardım etmesini engellemek için hayati önem taşıdığını düşünen Batılı liderlerin kısıtlamaların sona ermesini engellemek için tek seçeneği BM yaptırımlarını geri çekmek. Bu da muhtemelen İran'ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'ndan çekilmesine yol açacaktır ki bu da ABD ve İsrail için potansiyel bir casus belli olacaktır. Bu iki ülkenin İran'ın nükleer programına yönelik herhangi bir saldırısı bölgede kısasa kısas bir gerilime yol açma riski taşıyor. Tahran'ın protestoları körüklemekle suçladığı uydu kanallarına verdiği destek nedeniyle Suudi Arabistan'a öfkeli olan İran ile İsrail arasında, İsrail'in yeni aşırı sağcı hükümetiyle daha da kızışabilecek çok yönlü bir çatışma, risklerle doludur.

Bu açıdan bakıldığında diplomasiye kapıyı açık tutmak mantıklı. İslam Cumhuriyeti'nin içeride uyguladığı baskılarla sarsılan, Rusya'ya yaptığı silah sevkiyatıyla öfkelenen ve görüşme öneren herkesi şiddetle eleştiren iç seçmenlerin baskısı altında olan Batılı başkentler, Tahran'ı muhatap almanın rejime can simidi atabileceğinden endişe ediyor. Ancak şu ana kadar temasları tamamen kesmemeyi tercih ettiler; bunun nedeni kısmen rehinelerin serbest bırakılmasını müzakere etmek, ancak çoğunlukla nükleer tehdidi göz önünde bulundurmaktı. Bugünkü zehirli ilişkiler göz önüne alındığında, nükleer krizi yatıştırmak için görüşmeler yapılması ihtimali zayıf görünüyor. Ancak en azından tarafların birbirlerinin kırmızı çizgilerini anlaması, gerilimin azaltılması ve ciddi diplomatik angajman için daha fazla alan oluşana kadar gerilimin kontrol altında tutulmasına yardımcı olabilir. Nükleer krizin doruğa ulaşması halinde protestocuların kazançlı çıkacağını düşünmek zor; daha büyük olasılıkla, zor durumdaki rejim konuyu içeride değiştirebilir ve daha da sıkı bir kontrol uygulayabilir.

Yemen

Yemen belirsizlik içinde. Nisan ayında Husi isyancılar ile ülkenin uluslararası alanda tanınan ve büyük ölçüde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen hükümeti arasında varılan ateşkes Ekim ayında sona erdi. Büyük çaplı çatışmalar yeniden başlamadı, ancak her iki taraf da savaşa geri dönmeye hazırlanıyor.

BM'nin arabuluculuğunda sağlanan ateşkes, sekiz yıldır süren acımasız çatışmalarda beklenmedik bir parlak noktaydı. Kasım 2021'de Yemen'in kuzeybatısının büyük bölümünü kontrol eden Husiler zafere yaklaşıyor gibi görünüyordu. Marib şehrini ve civardaki petrol ve gaz tesislerini ele geçirmiş olsalardı, bu onlara kuzey savaşını kazandıracak, yarı-devletlerine çok ihtiyaç duydukları fonu sağlayacak ve dönemin Cumhurbaşkanı Abed Rabbo Mansur Hadi hükümetinin sonunu getirecekti. BAE'ye bağlı güçlerin Ocak 2022'de Husileri Marib ve komşu Şabva'daki stratejik bölgelerden çıkarmasıyla saldırıları önlendi. Husiler, BAE ve Suudi Arabistan'a yönelik sınır ötesi füze ve insansız hava aracı saldırılarıyla karşılık verdi. Ardından Ukrayna savaşı, tüm taraflar üzerinde yeni baskılar yaratan küresel gıda ve yakıt kıtlığına yol açtı.

Ortaya çıkan çıkmaz arabuluculuk için alan yarattı. Nisan ayı başında BM, Hadi hükümeti ile Husiler arasında iki aylık bir ateşkes ilan etti. Savaştan giderek hayal kırıklığına uğrayan Riyad anlaşmayı destekledi. Birkaç gün sonra Hadi istifa etti. Yerine Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından seçilen ve Husilerle ve neredeyse aynı sıklıkla birbirleriyle savaşan Yemenli grupların koalisyonunu daha iyi temsil eden sekiz kişilik bir cumhurbaşkanlığı liderlik konseyi (PLC) getirildi.

Bunu daha geniş kapsamlı bir çözümün izleyeceğine dair ilk umutlar söndü. İki kez uzatıldıktan sonra, BM öncülüğünde genişletilmiş bir ateşkes için yürütülen müzakereler, Husilerin hükümetin isyancı asker ve güvenlik güçlerinin maaşlarını ödemesi talebiyle Ekim ayı başında çöktü. (Her iki taraftaki ve Birleşmiş Milletler'deki kaynaklara göre hükümet ve Suudiler sivillerin maaşlarını ödemeyi kabul etmiş ancak sahada kendilerine karşı savaşan güçlerin masraflarını karşılama konusunda sınırı çizmişlerdi).

Ateşkes olmasa bile çatışmalar büyük ölçüde durmuş durumda. Büyük kara saldırıları ve sınır ötesi saldırılar yeniden başlamadı ve görüşmeler çoğunlukla Suudi-Husi ikili kanalları üzerinden devam ediyor. Ancak tansiyon yükseliyor. Husiler, PLC kontrolündeki petrol ve gaz altyapısına uyarı ateşi açarak petrol ihracatının durmasına neden oldular. Kendilerine ve güçlerine gelirden payları ödendiğinde petrol satışlarının yeniden başlayabileceğini söylüyorlar. Hükümet misilleme olarak Husilerin kontrolündeki Kızıldeniz limanı Hudeyde'ye yakıt ithalatını durdurmaya çalıştı ancak Riyad bunu durdurdu. Her iki tarafın da önemli cephe hatlarına kuvvet ve askeri teçhizat yığdığı bildiriliyor.

Yeni bir savaş riski rahatsız edici derecede yüksek. Husi kampı içinde bazıları yeni bir saldırıya sıcak bakıyor ama şimdilik muhtemelen rakiplerinden daha güçlü olan Husiler fon sıkıntısı çekiyor ve güçleri zayıflamış durumda. Alternatif olarak Suudilerle maaş ödemeleri konusunda bir anlaşma yapabilir, ateşkesi uzatabilir ve para ile zamanı yeniden toparlanmak için kullanabilirler. Bazı Husi liderleri Riyad'la Suudilerin çatışmadan çıkmasını ve Husilerin Yemen'in baskın gücü olma statüsünü pekiştirecek daha geniş kapsamlı bir anlaşma yapmayı umuyor. Ancak böyle bir anlaşma, zaten ikili görüşmelerin dışında bırakılmaktan rahatsız olan birçok Husi karşıtı grubun çıkarlarını göz ardı ederek Yemen'i yeni bir savaş evresine sürükleyebilir. Suudiler dışarıda kalsa bile Husilerin, Taliban'ın Afganistan'da yaptığı gibi Yemen'in tamamını kolayca ele geçirmesi pek mümkün görünmüyor.

Yemen içi görüşmelerin önünü açacak uzun süreli bir ateşkes daha iyi olacaktır. Gerçek bir çözüm Yemen'deki tüm büyük grupların taleplerini karşılamalı ve muhtemelen BM'nin arabuluculuğunu gerektirmeli. Ancak Husiler uzlaşmazlıkla daha fazlasını elde edeceklerini düşündüklerinden ve grup üzerinde etkisi olan tek dış aktör olan İran'ın da yardım etme niyetinde olmadığından, böyle bir çözüm belki de en az olası senaryo.

Etiyopya

Etiyopya'nın Tigray bölgesi ve çevresinde 2022'nin en ölümcül savaşlarından biri şimdilik durma noktasına geldi. Ana savaşanlardan ikisi - Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed'in hükümeti ve Abiy 2018'de iktidara gelmeden önce onlarca yıldır Etiyopya siyasetine hakim olan ve daha sonra onunla anlaşmazlığa düşen Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) - 2 Kasım'da Güney Afrika'nın Pretoria kentinde bir anlaşma imzaladı ve 10 gün sonra Nairobi'de bir takip anlaşması. Ancak sükûnet kırılgan. Özellikle Tigray güçlerinin silahsızlanıp silahsızlanmayacağı ve ordusu Etiyopya birlikleriyle birlikte savaşan Eritre Devlet Başkanı İslamias Afwerki'nin birliklerini uluslararası kabul görmüş sınıra çekip çekmeyeceği gibi kilit sorular hala belirsizliğini koruyor.

Düşmanlıklar, 2020'nin sonlarında Tigray güçlerinin federal bir müdahaleyi önlediğini iddia ederek bölgedeki bir dizi ulusal askeri üssü ele geçirmesiyle patlak verdi. İki yıldan fazla süren çatışmalarda avantaj ileri geri eğildi. Mart 2022'de yapılan bir ateşkes biraz nefes aldırdı. Ağustos sonunda bozuldu ve tam teşekküllü savaş yeniden başladı. Federal, Amhara ve Eritreli güçler Tigray'ın savunmasını yine alt etti.

Ücret şaşırtıcı oldu. Belçika'nın Ghent Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, Ağustos 2022 itibariyle 385,000 ila 600,000 sivilin savaşla ilgili nedenlerden öldüğünü tahmin ediyor. Her iki taraftan kaynaklar, Ağustos taarruzunun başlamasından bu yana yüz binlerce savaşçının çatışmalarda öldüğünü söylüyor. Tüm taraflar zulümle suçlanıyor ve Eritreli güçler özellikle acımasız bir yıkım izi bırakıyor. Cinsel şiddet yaygınlaştı, görünüşe göre sivilleri aşağılamak ve terörize etmek için stratejik olarak kullanıldı. Savaşın çoğu için Addis Ababa, Tigray'i ablukaya alarak elektriği, telekomünikasyonu ve bankacılığı kesti ve yiyecek, ilaç ve diğer malzemeleri daralttı.

Pretoria anlaşması Abiy için bir zaferdi. Tigray liderleri federal yönetimi yeniden kurmayı ve bir ay içinde silahsızlanmayı kabul ettiler. Addis Ababa, TPLF üzerindeki hem ablukayı hem de terörizm tanımını kaldıracağını söyledi. Nairobi'de Abiy'nin komutanları, Eritreli ve Amhara bölgesel savaşçıları geri çekilirken Tigrayan güçlerinin ağır silahlardan vazgeçeceğini kabul ederek silahsızlanma için daha esnek bir zaman çizelgesi sunmuş gibi görünüyordu. O zamandan beri ateşkes devam ediyor. Yardımlar arttı ve federal yetkililer Tigrayan'ın başkenti Mekelle'yi elektriğe yeniden bağladı.

Ama pek çok şey ters gidebilir. Amharas'ın Welkait dediği ve kendilerine ait olduğunu iddia ettiği Batı Tigray'ın verimli sınır bölgeleri üzerindeki anlaşmazlık özellikle dikenli. Eritreliler ise henüz çekilmediler, ancak raporlar bazı birliklerinin geri çekilmeye başladığını gösteriyor. Tigrayanlar da silah teslim etmedi. Tarafların, gecikmeler için her iki tarafın da diğerini suçlamaması için hassas bir sıralamayı koordine etmesi gerekiyor.

Abiy'nin savaş alanındaki müttefiki İsaias, onun en büyük baş ağrısına neden olabilir. 2018'de Abiy'nin İslamias ile yaptığı barış anlaşması, bir dereceye kadar Tigray'e karşı ortak Etiyopya-Eritre saldırısının yolunu açsa da, iki ülke arasındaki onlarca yıllık düşmanlığı sona erdirdi. Abiy, TPLF ile mücadelesinde zirveye çıktı. Ancak tüm kötü kana rağmen, başka bir isyanın tohumlarını ekmekten kaçınmak için muhtemelen Tigray liderleriyle bir tür uzlaşmaya ihtiyacı var. Hükümetinin, TPLF'nin herhangi bir geçici bölgesel yönetimdeki rolünü ve bazı Tigrayan askerlerinin bölgesel güçler olmasına veya federal orduya yeniden girmesine izin verip vermeyeceğini belirlemesi gerekiyor. Etiyopya başbakanının yüce gönüllülük ihtiyacını kabul edip etmediği belli değil. Yine de aynı derecede kritik olan, eğer yaparsa, bunu baş düşmanı TPLF'yi öldürmeyi umarak savaşa katılan İslamias'a satıp satamayacağıdır.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Büyük Göller

BM raporlarının Ruanda tarafından desteklendiğini öne sürdüğü, daha önce uykuda olan isyancı grup M23, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin doğusunu kasıp kavuruyor. Çatışmalar on binlerce insanı evlerinden etti ve daha geniş bir bölgesel vekalet savaşına dönüşebilir.

M23 birçok kasabayı elinde tutuyor ve eyalet başkenti Goma'yı çevreliyor. Grup 2013'te Birleşmiş Milletler güçleri tarafından geri püskürtülmüştü ancak şimdi iyi silahlanmış ve organize olmuş görünüyor. Birçoğu Afrika'nın Büyük Göller bölgesine yayılmış bir etnik grup olan Tutsilerden oluşan eski Kongolu askerlerden oluşuyor ve toplumsal çıkarları savunduğunu iddia ediyor.

M23'ün aniden yeniden ortaya çıkması yerel dinamikler kadar Büyük Göller devletleri arasındaki gerilimlere de bağlı. Kongo hükümeti, bazıları komşu ülkelerden olmak üzere düzinelerce isyancı gruba ev sahipliği yapan sorunlu doğu bölgesinde otoritesini yeniden tesis etmeye çalışıyordu. Kongo Devlet Başkanı Félix Tshisekedi 2021'in sonlarında, kendisini İslam Devleti'nin bir parçası ilan eden ve çoğunluğu Ugandalı bir grup olan Müttefik Demokratik Güçler'le savaşmak üzere Uganda birliklerini davet etti. Kongo Devlet Başkanı, Burundi'nin Kongo topraklarındaki operasyonlarını da sessizce onaylamış görünüyor. Bu durum Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame'yi kızdırdı. Kagame, komşularının varlığının Ruanda'yı, Burundi ve Uganda gibi ekonomik çıkarlarının olduğu ve 1994 soykırımından sorumlu Hutu milislerinin kalıntısı olan Ruanda'nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler (Fransızca kısaltmasıyla FDLR) isyancılarıyla uzun süredir savaştığı doğu Kongo'daki nüfuzundan mahrum bırakma potansiyeli taşıdığını düşünüyordu.

Tshisekedi, Kagame'yi Kongo kaynaklarını sömürmek için M23'ü desteklemekle suçluyor. BM uzmanları da Ruanda'nın isyancılara verdiği desteğe işaret ediyor; Aralık 2022'de sızdırılan bir BM raporunda Ruanda ordusunun Kongo'nun M23'e karşı mücadelesine doğrudan müdahale ettiğine ve grubu silah, mühimmat ve üniformalarla desteklediğine dair "önemli kanıtlar" olduğu belirtiliyordu. Kigali bu iddiaları reddetti. Buna karşılık, Kongo ordusunu FDLR ile çalışmakla suçluyor (Tshisekedi bunu reddediyor, ancak BM raporları da büyük ölçüde doğruluyor).

Kongo'da 2023'te yapılacak genel seçimler de işin bir başka komplikasyonu. Bu seçim, ülke için yirmi yıl önceki feci iç savaşlardan bir adım daha uzaklaşmanın işareti olabilir. Ancak doğuda şiddet olayları nedeniyle askıya alınan kayıtlar ya da oy verme işlemleri sonuçlara gölge düşürecektir. Tshisekedi ayrıca kampanya sırasında Ruanda karşıtı söylemleri arttırmak isteyebilir ki bu da bazı Kongoluların halihazırda M23 destekçisi olarak resmettiği azınlıkları tehlikeye atacaktır.

Doğu Afrika askeri misyonu -Kinşasa'nın birliklerini reddettiği Ruanda hariç- Kongo'nun doğusunda sükuneti yeniden tesis etme yetkisine sahip. BM'nin çoğu Goma'da bulunan 14,000 kişilik bir barış gücü var, ancak isyancılarla mücadele etmekte isteksiz görünüyor ve pek çok Kongolu arasında sevilmiyor. Bunun yerine, bölgesel gücün bir parçası olarak Kenya, M23'e karşı savaşmak gibi zor bir görevi üstlenmiş durumda.

Uzun süredir acı çeken yerel halk Kenya birliklerinin isyancıları geri püskürtebileceğine dair büyük umutlar besliyor, ancak Kenya mantıklı bir şekilde hedefi daha çok Goma ve çevresindeki ana yolları güvence altına almak ve M23'ü ateşkese zorlamak olarak görüyor. Grup daha sonra Kongo hükümeti ile çatışmalar nedeniyle dışlandığı düzinelerce doğulu silahlı grup arasındaki barış görüşmelerine yeniden katılabilir.

M23 liderleri üzerindeki etkisi göz önünde bulundurulduğunda Ruanda'yı ikna etmek çok önemli olacaktır. Bunu başarmanın en iyi yolu, Doğu Afrikalı liderlerin Kagame ve Tshisekedi arasındaki ilişkileri onarmayı amaçlayan ve bazı ilk ilerleme işaretleri gösteren diplomasilerinin yanı sıra Kongo ordusu ve FDLR arasındaki işbirliğini engelleme çabalarında yatıyor. Diğer bir deyişle Doğu Afrika gücü, M23 ile savaşmak için olduğu kadar diplomasiye alan açmak için de bir fırsat.

Eğer bu diplomasi başarısız olursa Kenya birlikleri Kongo'nun doğusundaki tehlikeli arazide batağa saplanabilir. Halihazırda bu kadar çok komşu ülkenin kuvvetlerinin Kongo'nun doğusunda konuşlanması, 1990'larda ve 2000'lerde bölgeyi parçalayan vekalet savaşlarına geri dönme riski taşıyor.

Sahel

Burkina Faso, Mali ve Nijer inatçı İslamcı isyanları geri püskürtme konusunda hiçbir işaret göstermiyor. Son on yılda askeri müdahaleleri şiddeti durdurmak için çok az işe yarayan Batılı liderler, Burkina Faso ve Mali'deki darbelere nasıl karşılık vereceklerini şaşırmış görünüyorlar.

Burkina Faso en zor durumda olan ülke. Cihatçı gruplar, kuzey ve doğudaki geniş kırsal alanlar da dahil olmak üzere topraklarının tahminen yüzde 40'ını kontrol ediyor. Militanlar aylardır kuzeydeki büyük bir kenti, Djibo'yu kuşatma altında tutuyor. Çatışmalar binlerce kişinin ölümüne ve yaklaşık 2 milyon kişinin evlerini terk etmesine neden oldu. Kayıplar arttıkça ordu içindeki suçlamalar da artıyor. Geçtiğimiz yıl her ikisi de militanlar tarafından askerlerin katledilmesiyle tetiklenen iki darbede, Paul-Henri Sandaogo Damiba adlı bir yarbay Ocak ayında iktidarı ele geçirdi, ancak Eylül ayında daha önce tanınmayan bir yüzbaşı olan Ibrahim Traoré tarafından devrildi. Traoré'nin kendisi de bölünmüş güvenlik güçlerini birleştirmek için mücadele ediyor. Popülist duygulara oynayarak, Fransa'yı eleştirerek ve Rusya'ya yaklaşarak Malili meslektaşlarının yolundan gidebilir. En endişe verici olanı ise Traoré'nin cihatçılarla savaşmak üzere gönüllüler toplaması ki bu da etnik kan dökülmesine yol açabilir.

Mali, 2020 ve 2021'de kendi başına iki darbe yaşadı. Devlet uzak kuzeyde neredeyse hiç yok. Burada İslam Devleti ve El Kaide bağlantılı militanlar birbirleriyle ve çoğunluğu Sahel'in büyük bölümünü kaplayan Tuareg topluluğundan oluşan cihatçı olmayan isyancılarla savaşıyor. Tuareg isyancıları 2015 yılında Bamako ile bir anlaşma imzalayarak orduda pozisyon ve yetki devri kazanmayı umdular. Ancak şimdi terk edilmiş hisseden bazı isyancılar cihatçılarla yeniden birleşmekte fayda görüyor olabilir. (El Kaide bağlantılı militanlar yaklaşık on yıl önce Mali'nin kuzeyini ele geçiren Tuareg ağırlıklı ayrılıkçı isyana katılmış ve ardından gasp etmişlerdi). Daha güneyde, orta Mali'de, Mali güçleri ve Rus Wagner Grubu paralı askerlerini militanlarla karşı karşıya getiren çatışmalar çıkmaza girmiş ve her iki tarafın da yaygın insan hakları ihlalleriyle damgalanmış görünüyor.

Nijer daha iyi durumda olsa da orada da endişe verici işaretler var. Hükümet ya sivil milisleri güvenlik güçlerine entegre etti ya da onları silahlandırmayı reddetti. Cihatçı gruplarla çatışmaya hazır olması da şiddetin durulmasına katkıda bulunmuş olabilir. Yine de Başkan Mohamed Bazoum Mart 2021'de bir darbe girişiminden kurtuldu ve üst düzey subaylar da dahil olmak üzere müteakip tutuklamalar ordu içindeki düşmanlığı körüklemiş olabilir. Cihatçılar Burkina Faso ve Benin sınırları boyunca parklara ve ormanlara girerek başkent Niamey'e yaklaştı.

Sahel'de dış müdahaleler hızla gelişiyor. 2013'te Mali'nin kuzeyinden militanları çıkarmak için müdahalede bulunan Fransa, Bamako ile olan gergin ilişkileri nedeniyle bu ülkedeki operasyonlarına son verdi, ancak Nijer'de üsleri bulunuyor. Nisan 2013'ten beri Mali'de bulunan Birleşmiş Milletler misyonu da ilerleme kaydetmekte zorlanıyor. Batı şu anda en çok cihatçıların güneye, Gine Körfezi'ne doğru yayılmasını engellemekle ilgileniyor. Büyük ölçüde Batı'nın militanların ilerleyişini kontrol etmede on yıldır yaşadığı başarısızlıklar ve Rusya'nın dezenformasyonu sayesinde bölge genelinde Fransızlara karşı öfke artıyor. Wagner'in kiralık acımasız silahlarının daha iyisini yapması pek olası değil, ancak birçok yerel halk Batı'nın mirası göz önüne alındığında Rus grubunun eleştirilmesinden rahatsız oluyor.

Bölge için bu dönüm noktasında en hayati olan şey, liderlerin İslamcılarla mücadelede ağırlıklı olarak askeri merkezli yaklaşımı yeniden düşünmeleridir. Askeri operasyonlar bir rol oynamakla birlikte, toplumlar arası ilişkileri düzeltme, iç bölgelerdeki insanları kazanma ve hatta potansiyel olarak militan liderlerle konuşma çabalarına tabi olmalıdır. Batılı hükümetler son on yıldaki sicillerinden dolayı kendilerini azarlanmış hissetmelidirler. Ancak bazı Sahelili liderler Moskova'ya yönelirken, bağları koparmak ve onları taraf seçmeye zorlamak hata olur.

Haiti

Başkan Jovenel Moïse'nin Temmuz 2021'de öldürülmesinden bu yana Haiti, siyasi tıkanıklık ve yaygın çete şiddeti nedeniyle felç olmuş durumda. Kamu hizmetleri çöktü ve kolera yayılıyor. Durum o kadar kötü ki bazı Haitililer, Haiti'ye daha önce yapılan müdahalelerin kasvetli mirasına rağmen umutlarını yabancı birliklere bağlamış durumda.

Haiti'nin Moïse'den görevi devralan geçici başbakanı Ariel Henry, etkili yabancı güçlerin desteğine sahip olsa da Haitililerin sert direnişiyle karşılaşıyor. İktidara geldiğinden bu yana Henry'nin yönetimine muhalif siyasetçiler ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan Montana Anlaşması karşı çıkıyor. Henry'nin seçimlere geçişi yönetmesi gerekiyordu, ancak yaygın güvensizlik oylamayı engelledi ve Henry seçim komisyonunu da dağıttı.

Yüzlerce çete ülkenin yarısından fazlasını kontrol ediyor. Başkent Port-au-Prince'i yolları kapatarak ve bazen 10 yaşındaki çocukları hedef alarak insanları cezalandırmak ve korkutmak için tecavüzü kullanmak da dahil olmak üzere bir terör saltanatı uygulayarak boğuyorlar. En büyük koalisyon olan G9, kötü şöhretli çete lideri Jimmy "Barbeque" Chérizier tarafından yönetiliyor. Haiti'deki çeteler, genellikle siyasetçilerle bağlantılı olarak onlarca yıldır varlığını sürdürüyor. Ancak Moïse'nin öldürülmesinden bu yana güçleri daha da arttı.

Geçtiğimiz altı ay içinde olaylar doruğa ulaştı. Temmuz ayında G9 ve başka bir çete arasında Port-au-Prince yakınlarındaki bir gecekondu mahallesi olan Cité Soleil'de çıkan çatışmalarda bir hafta içinde 200'den fazla kişi öldü. İki ay sonra Henry yakıt sübvansiyonlarını kaldırarak fiyatların yükselmesine ve çete üyelerinin de katıldığı kitlesel protestolara neden oldu. G9 daha sonra büyük bir petrol terminalini ele geçirerek neredeyse tüm ülkeyi yakıt sıkıntısıyla karşı karşıya bıraktı ve bu da diğer şeylerin yanı sıra temiz içme suyuna erişimi aksattı. Chérizier, terminali ancak Henry istifa ettiğinde geri vereceğini söyledi, ancak Haiti polis güçleri birkaç ay sonra terminali geri almayı başardı.

Sonuç insani bir felaket oldu. Nüfusun yarısı, 4,7 milyon kişi, akut açlıkla karşı karşıya ve yaklaşık 20.000 kişinin açlıktan ölme riski altında olduğu düşünülüyor. Yardım görevlilerinin sağlık kliniklerine ulaşma mücadelesi temiz su sıkıntısıyla birleşince kolera yeniden hortladı. Dünya Sağlık Örgütü'nün yakın tarihli bir raporuna göre Ekim başı ile Aralık başı arasında 13.000'den fazla vaka görüldü ve 283 ölüm kaydedildi; ancak bu rakamlar büyük olasılıkla düşük tahminler.

Bu zorluklarla karşı karşıya kalan Henry Ekim ayında yabancı askeri destek çağrısında bulundu. Böyle bir misyonun, yoğun nüfuslu kentsel alanlara yerleşmiş genç erkek ve çocuklardan oluşan çetelerle mücadele etmesi gerekecek. Siyasi muhalefet de var: Montana grubu, geçici başbakanın bu misyonu kendi iktidarını desteklemek için kullanacağına inandığı için büyük ölçüde herhangi bir misyona karşı çıkıyor. Diğer pek çok Haitili de adanın dış güçler tarafından boyunduruk altına alınması ve daha önceki yabancı konuşlandırmaların sorunlu sicili nedeniyle temkinli. Yine de, özellikle çete şiddetinin en yoğun yaşandığı bölgelerde giderek artan sayıda insan çaresizlikten destek verdiğini ifade ediyor.

ABD ve Kanada'nın Chérizier'in yanı sıra birçok üst düzey eski siyasetçiye uyguladığı yaptırımlar Haitili seçkinler arasında şok etkisi yarattı ve gelecekte çetelerle kuracakları bağlar konusunda düşünmelerini sağlayabilir. Ancak çok az yabancı ülke asker konuşlandırmak için can atıyor. Bununla birlikte, Henry ve rakipleri böyle bir misyonun rolü ve geçiş dönemi yol haritası üzerinde anlaşabilirlerse, yabancı güçler Haiti'nin en iyi umudu olabilir. Onların gelişi ve operasyon tehdidi bile çetelerin ana yolları terk etmesine ve başkent üzerindeki baskılarını gevşetmelerine yol açabilir. 

Eski Pakistan Başbakanı İmran Han'ın destekçileri 4 Kasım 2022'de Pakistan'ın Peşaver kentinde bir protesto gösterisine katılıyor ve Han'a yönelik suikast girişiminden bir gün sonra ana yolu kapatıyorlar. 

Pakistan

Pakistan seçim yılına, eski Başbakan İmran Han'ın hükümete ve güçlü orduya karşı popülist desteği artırdığı, derin bir siyasi bölünmeyle giriyor.

Han'ın geçtiğimiz ilkbaharda görevden ayrılması, Pakistan Ordusu'nun gözünden düşmesiyle birlikte geldi. Üst rütbeli subayların desteğiyle göreve gelen Han'ın beceriksiz yönetimi, ABD karşıtı ateşli söylemleri ve ordunun üst kademelerine kendisine sadık kişileri yerleştirme girişimleri nedeniyle ilişkiler bozuldu. Güvensizlik oylamasına destek arttıkça Han, kendisini devirmeye yönelik bir komplonun arkasında Washington'un olduğunu iddia etti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Qamar Javed Bajwa, ABD ile ilişkiler üzerinde yaratabileceği etkiden endişe duyarak komployu reddetti ve Khan'ın son bir hamleyle kendisini kazanma ve görev süresini süresiz olarak uzatma çabasını geri çevirdi. Nisan ayında Khan görevden alındı. Shehbaz Sharif başkanlığındaki bir koalisyon hükümeti görevi devraldı.

Khan ve partisi Pakistan Tehreek-e-Insaf bunun üzerine Parlamento'yu terk ederek sokaklara döküldü. Şerif hükümetinin Han'ın erken seçim talebini reddetmesi üzerine ülke çapında şiddetli protestolar yoğunlaştı. Destekçileri de başta Bajwa olmak üzere üst düzey yetkilileri eleştirdi. Batı karşıtı söylemler, duyarlı bir halk arasında öfkeyi körükledi. Han'ın Şerif'in ekonomiyi kötü yönettiği yönündeki iddiaları da hayat pahalılığının arttığı bir dönemde ses getirdi.

3 Kasım'da başkent İslamabad'da haftalarca süren hükümet karşıtı yürüyüş sırasında Han vurularak yaralandı. Olay yerinde yakalanan suikastçı tek başına hareket ettiği konusunda ısrar etti. Ancak Han, Şerif, bir kabine bakanı ve üst düzey bir askeri istihbarat yetkilisini kendisini öldürmek için komplo kurmakla suçluyor.

Tüm bunlar Ekim 2023'ten önce yapılacak seçimler için kötü bir işaret. Başlıca yarışmacılar daha şimdiden oyunun kuralları konusunda anlaşmazlığa düşmüş durumda; Khan üst düzey seçim yetkililerini Şerif hükümetini desteklemekle suçluyor. Partisinin kaybetmesi halinde sonucu reddedecek gibi görünüyor. Şimdi yeni komuta altında olan ordu, siyasi mücadelenin dışında kalmaya yemin etti. Ancak işler sarpa sararsa ya da tehdit olarak algıladıkları bir yöne doğru ilerlerse generallerin buna seyirci kalması zor olabilir.

Pakistan'ın diğer pek çok sorununun yanında ihtiyaç duyduğu son şey yeni bir siyasi kriz. 2022 yılında ülkenin üçte birini sular altında bırakan yıkıcı seller her 7 Pakistanlıdan 1'ini etkiledi; 20,6 milyon kişi hala insani yardıma ihtiyaç duyuyor. Güvenilir tahminlere göre toplam hasar ve ekonomik kayıp 31.2 milyar dolar ve toparlanma için en az 16.3 milyar dolar daha gerekiyor. Nüfusun en savunmasız kesimleri olan kadınlar ve kız çocukları, eğitim, gelir ve sağlık hizmetlerine sınırlı erişimlerinin daha da azaldığını görerek en kötü etkilenenler arasında yer almaktadır.

Ağustos 2022'de Uluslararası Para Fonu'nun Pakistan'ın borcunu ödeyememesini engelleyen kurtarma paketinin koşulları da Şerif'i zor durumda bıraktı: Ya kurtarma paketini iptal edip kaybedecek ya da acı verici reformları hayata geçirip Han'a yönelik popülist desteği artırma riskini alacak. Sel felaketi nedeniyle Pakistan'ın artık daha fazla yardıma ihtiyacı var ve bu yardımlar da yavaş geliyor. Yardım ve yeniden inşadaki gecikmeler mağduriyetleri daha da derinleştirebilir ve Han'ın tabanını güçlendirebilir.

Bu arada İslamcı militanlar yeniden diriliyor. Afganistan sınırındaki Hayber Pakhtunkhwa vilayetinde güvenlik güçlerine yönelik militan saldırıları artış gösterdi. Bu artış hem Taliban'ın Pakistanlı militanları Afganistan'da barındırmasından hem de İslamabad'ın Taliban'ın arabuluculuğuyla militanlarla anlaşma yapma girişiminin başarısız olmasından kaynaklanıyor. ABD'nin Afganistan'daki savaşı sırasında Taliban liderlerine onlarca yıl ev sahipliği yapan İslamabad, eski müttefikine kendi iradesini kabul ettirmekte zorlanıyor gibi görünüyor. 

 

Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Donanması, Tayvan ile artan gerilimin ortasında bir çatışma tatbikatı gerçekleştiriyor. 

Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Deniz Kuvvetleri askerleri 24 Ağustos 2022 tarihinde Çin'in Fujian eyaletine bağlı Zhangzhou kentinde bir çatışma tatbikatı gerçekleştiriyor. 

Tayvan

Washington'un bölgedeki üstünlüğünü korumaya çalışması ve Pekin'in adayla birleşme peşinde koşması nedeniyle ABD ile Çin arasındaki en büyük parlama noktası giderek daha istikrarsız görünüyor.

Birleşme uzun zamandır Çin'in hedefi. Pekin bunun barışçıl bir şekilde gerçekleşmesini umduğunu ancak güç kullanmayı da göz ardı etmeyeceğini söylüyor. Washington'un değerlendirmesine göre Xi, Çin ordusunun Tayvan'ı ele geçirebileceği tarih olarak 2027'yi belirledi. Amerika Birleşik Devletleri ise "Tek Çin" politikasını sürdürüyor; Tayvan'ın statüsünün barışçıl bir şekilde çözülmesini hedefliyor ve Tayvan'ın savunmasına gelip gelmeyeceği konusunda "stratejik belirsizlik" duruşu sergiliyor. Ancak Pekin giderek daha güçlü ve iddialı hale gelirken Washington, Çin'in ordusu daha zayıfken benimsediği politikaları sertleştirme işaretleri veriyor.

Geçen yaz ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Tayvan'ın başkenti Taipei'yi ziyaret ettiğinde işler kızıştı. Pelosi bir yasa koyucu olarak ABD Başkanı Joe Biden'a rapor vermiyor (Biden'ın yönetiminin bu ziyaretten vazgeçtiği bildiriliyor). Ancak Pekin şaşırtıcı olmayan bir şekilde Pelosi'nin ziyaretini Taipei'ye güçlü bir destek sinyali ve ABD'nin "Tek Çin" politikasına bağlılığının aşınmasının habercisi olarak gördü. Buna karşılık olarak Tayvan çevresinde benzeri görülmemiş askeri tatbikatlar düzenledi ve on yıllardır Tayvan Boğazı'ndaki Çin askeri faaliyetlerinin zımnen kabul edilmiş sınırı olarak hizmet eden "ortay hat" boyunca savaş gemileri ve uçakları konuşlandırdı.

Çin'in yükselişi, Asya-Pasifik'teki iddiası ve askeri yeteneklerini geliştirme kararlılığına ilişkin artan endişeler ABD politikasının temel meşguliyetlerinden biri haline geldi. Tayvan'la ilgili olanlar da dahil olmak üzere Çin'e yönelik şahin tutum, Washington'da iki partinin uzlaştığı nadir konulardan biridir. Hem Biden yönetimi hem de Kongre, ABD'nin bir Çin işgalini caydırma kabiliyetinin azaldığına inanıyor ve bunu yeniden inşa etmek istiyorlar.

ABD hükümeti için asıl zorluk, hem Çin'in askeri bir harekat başlatması halinde katlanacağı maliyetleri hem de harekattan vazgeçmesi halinde Washington'un Tayvan'ın kalıcı olarak ayrılmasını istemeyeceği güvencesini inandırıcı kılmak.

Çin'in yakın zamanda istila etmesi pek olası görünmüyor. Tayvan'ın savunmasını aşmak zorlu bir süreç olacaktır ve Batı'nın Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline verdiği tepkiyi gören Pekin, ABD askeri müdahalede bulunmamayı tercih etse bile bir saldırının yol açabileceği uluslararası tepkinin ve ekonomik maliyetin muhtemelen farkındadır.

Yine de ABD'nin inandırıcı tehditleri (Tayvan'ın kendini savunma kapasitesini güçlendirmeye devam etmek, Asya-Pasifik askeri pozisyonunu Çin saldırısına karşı daha az savunmasız hale getirmek ve müttefik ve ortaklarla cezalandırıcı ekonomik önlemler belirlemek) Pekin'i caydırmaya yardımcı olabilir. Ancak bu tür adımlar, ABD politikasının değişmeyeceğine dair güvencelerle el ele gitmelidir. Pekin, saldırmaktan kaçınmanın Washington ve Taipei'ye Tayvan'ın kalıcı olarak ayrılması için koşullar yaratma alanı verdiğine inanırsa, o zaman hesapları savaşa doğru yönelecektir.

Biden tehlikenin farkında görünüyor. Tayvan'a askeri yardımda bulunma konusunda rahatsız edici bir eğilimi olsa da (yardımcıları her seferinde yorumlarını hızla geri aldı), Kasım ayındaki G-20 toplantısı sırasında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile yüz yüze görüştüğünde senaryoya uygundu. Xi'ye ABD politikasının değişmeyeceği konusunda güvence verdi. Xi de Biden'a Çin'in barışçıl birleşme peşinde koşmaya devam ettiğini söyledi.

Yine de yakın vadedeki tehlikeler gerilimi artırabilir. ABD tarafında, Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi'nde azınlıktayken onlara liderlik eden Kevin McCarthy, Pelosi'nin yerine Meclis Başkanı olması halinde Tayvan'ı ziyaret edeceğini söyledi bile. En azından Çin, Pelosi'ye karşılık olarak yaptığı tatbikatlara eşdeğer bir askeri güç gösterisi ile karşılık verecektir. Pekin'in iç ekonomik ve siyasi sıkıntıları artarsa, özellikle de ABD'nin Çin'in zayıf olduğu bir dönemde avantajını zorladığı görülürse, daha güçlü bir kararlılık gösterisi mümkün olabilir.

Böyle bir tırmanış hemen savaş anlamına gelmez, ancak dünyanın en güçlü ekonomik ve askeri güçlerini savaşa yaklaştırabilir.

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 06.01.2023
  • Süre : 5 dk
  • 1257 kez okundu

Google Ads