Site İçi Arama

ua-iliskiler

Netanyahu Nasıl Bu Kadar Pervasız Olabiliyor?

Netanyahu’yu Gazze’ye hasım gördüğü unsulara yönelik saldırılarda bu kadar ölçüsüz davranmasına etkileyen hususlar arasında iç politik faktörler de bulunmaktadır.

Netanyahu’nun Temmuz 2024’deki ABD ziyaretinde Temsilciler Meclisi ve Senatosu’nun ortak oturumunda yaptığı konuşma sık sık ayakta alkışlandı. Bu durum ABD temsilcilerinin, dolasıyla da Amerikan toplumunun, İsrail’in Gazze’deki, şimdiye kadar 40.000’den fazla insanın ölümüne neden saldırılarının desteklenmesi olarak algılandı ve Müslüman coğrafyası ağırlıklı olmak üzere uluslararası toplumun tepkisini çekti. Temmuz ayının sonunda ise İsrail’in kendine hasım unsurların önemli siyasi ve askeri liderlerine yönelik saldırı haberleri geldi. Önce, İsrailli yetkililerce, Hamas’ın askeri kanadının lideri Muhammad Deif’in Temmuz ayında Gazze’de öldürüldüğü açıklandı. Ardından, Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Fuad Şükür bir hava saldırısı sonucu Beyrut’ta, Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye ise bir suikast sonucu Tahran’da öldürüldü. İsrail, Fuad Şükür saldırısını üstlenmekle birlikte İsmail Haniye’yle ilgili bir açıklama yapmadı. İsrail, Nisan ayında da İran’ın Şam Konsolosluğu’na düzenlediği saldırıda iki generalini öldürmüştü. Art arda gelen bu saldırılar bölgede siyasi gerginliği artırırken askeri çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığının giderek daha fazla konuşulmasına neden oldu. Bu yazıda İsrail’in bu saldırıları yapması için elverişli koşulların oluşmasına katkı sağladığı değerlendiren etkenler gözden geçirilecektir.

ABD’nin Orta Doğu ve İsrail’e yönelik son yıllardaki politikalarının geleneksel çizgisinden uzaklaştığı görülmektedir. Yahudi lobisinin etkisi ve kendi bölgesel çıkarları nedeniyle İsrail’in güvenliğini desteklemek ABD dış politikasının önceliklerinden olagelmiştir. Ancak, Trump dönemine kadar, İsrail’e verilen destekle birlikte Filistin sorununa çözüm çabaları eş zamanlı olarak sürdürülmüştü. ABD, 1967 savaşı sonrası İsrail’in işgal ettiği toprakları tanımadığı gibi soruna iki devletli bir çözüm getirme çabalarına destek vermiş, Oslo sürecinin sonuçlandırılmasına öncülük etmişti. Trump’la birlikte ise bu stratejik istikamette bir yön değişikliği olmuştur. Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdıktan sonra ABD Büyükelçiliğini de Kudüs’e taşıdı ve İsrail’in Golan Tepeleri’nin ilhakını da tanıdığını duyurdu. Trump’dan sonra başkan olan Biden ise Trump’ın politikalarını değiştirecek bir tutum benimsememiştir. Hâlbuki bir önceki Demokrat Başkan Obama Netanyahu’ya karşı mesafeli yaklaşımıyla biliniyordu. Aksine Biden, 07 Ekim’den hemen sonra bizzat İsrail’e gidip Netanyahu ile kucaklaşarak kişisel desteğini samimi pozlar eşliğinde göstermiş ve bu tutumunu şimdiye kadar devam ettirmiştir. Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanı Blinken bölgeyi sık sık ziyaret ederek ateşkes sağlama girişimlerinde bulunuyor olsa da her fırsatta ABD’nin İsrail’in güvenliğine koşulsuz desteğini dile getirmekten geri durmamaktadır. Diğer yandan, ABD yönetimi BMGK’nin 25 Mart’taki ateşkes kararının, çekimser kalmak suretiyle, geçmesini sağlamıştır. Ancak bu kararın İsrail’in Gazze’ye yönelik askerî harekâtı üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır. İsrail’in saldırılarını protesto amacıyla ABD üniversitelerinde başlayan gösteriler ise ABD yönetiminin İsrail politikasını değiştirecek bir etki yaratamadığı gibi antisemitizm iddialarıyla kısa sürede kontrol altına alınmıştır.

Biden’ın, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, uluslararası iş birlikleri ve ortaklıklara dayanan kural bazlı bir uluslararası ilişkiler söylemiyle çelişen bu durum ABD’nin dünya devletleri arasındaki güvenirlik ve liderliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. ABD’nin uluslararası itibarına zarar veren İsrail desteğinin iç politikadan kaynaklanan nedenleri olabilir. Nitekim, ABD yönetiminin yaklaşan başkanlık seçimlerinde Yahudi seçmenin oyunu almak düşüncesini tahmin etmek zor değildir. Bununla birlikte, ABD halkının tamamının İsrail saldırılarını desteklediğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Zira, ABD’de Filistin halkını destekleyen önemli bir Müslüman kesim olduğu gibi; insan hakları, siyasal tutum vb. nedenlerle İsrail politikasına karşı çıkan önemli bir seçmen topluluğu da bulunmaktadır. Genel olarak ABD’deki sıradan vatandaşların dış politika konularına ilgisizliği ile düşünüldüğünde iç politik kaygıların ABD yönetimini İsrail politikasına etkisinin sınırlı olacağı da söylenebilir. Ancak, maddi yapısı güçlü Yahudi lobi kuruluşlarının finans desteğini alma gayretini önemli bir etken olarak göz önünde bulundurmak gerekir. Yine, ideolojik ve din eksenli bir düşünce yapısına sahip Siyonist ve Evangalist politikacıların ABD’nin İsrail siyasetinde önemli etkisi olduğu düşünülmektedir. ABD siyasi yapısının bilinen bu iki gerçeğine mevcut ABD Başkanı’nın yetersizliğini liderliğini de eklemek gerekir. Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesine kadar varan fiziki ve bilişsel zayıflıklarının, Gazze’deki son yılların en büyük insanlık dramının durdurulmasında gerekli liderliğin gösterilememesinin en önemli nedenleri arasında olduğu söylenebilir.

ABD, Obama döneminde Çin’in yükselişi karşısında “Asya’ya Yöneliş” (Pivot to Asia) politikasını ileri sürmüştü. ABD’nin Afganistan ve Orta Doğu’daki askeri gücünü azaltarak, buradaki çatışmaları vekiller üzerinden yürütürken aynı zamanda diplomasiye ağırlık vermek, Uzak Asya ve Güney Doğu Asya’da ise ticari, siyasi ve askeri varlığını artırmak bu politikanın önceliklerindendi. Hatta Obama 2014’de West Point’de yaptığı bir konuşmada “En iyi çekice sahip olmamız her problemin çivi olduğu anlamına gelmez.” ifadesiyle çatışma çözümüne ilişkin yaklaşımını özetlemişti. Trump başkan olduktan sonra, her ne kadar İsrail’e desteğini devam ettirse de “Önce Amerika (Amerika First)” sloganı ve yalnızcılık politikası doğrultusunda dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi Orta Doğu’daki askeri varlığını azaltma yönünde bir siyaset izlemişti. Öyle ki Suriye’den askerlerini çekme niyetini dile getirmiş ancak konjonktürel gelişmeler karşısında güvenlik bürokrasisinin tutumu bu düşüncesini hayata geçirmesine engel olmuştu. ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik giderek artan ilgisizliğinden Suriye’ye verdiği siyasi ve askeri destekle bir dönem Rusya tarafından faydalanılmaya çalışıldı. Ancak, Rusya’nın 2022 Şubatı’nda Ukrayna’yı işgali bölgeye ilgisinin azalmasına neden oldu. Çin ise Orta Doğu’da etkin olmak için diplomatik çabalarını artırmaktadır. Bu kapsamda, 2023 Mart’ında İran ve Suudi Arabistan’ın ilişkilerini normalleştirmelerine arabuluculuk etmiş, Temmuz 2024’de 14 Filistinli grubu Pekin’e toplayarak nihayetinde uzlaştıklarını ilan ettikleri görüşmelere ev sahipliği yapmıştı. Bununla birlikte, Çin’in ortaya koyduğu bu diplomatik girişimlerin bölge dengelerini değiştirecek bir etki yarattığını söylemek çok zordur. Zira, ABD’nin İsrail’e verdiği siyasi ve askeri desteği dengeleyecek bir desteği Çin’in Filistin’i destekleyen herhangi bir gruba veya devlete verdiğini gösteren bir emare henüz görünmüyor. Üstelik ABD Çin’in artan diplomatik, siyasi ve askeri gücünü sınırlayacak çabalardan da geri durmuyor. Biden yönetiminin 2023 Eyül’ündeki G20 zirvesinde ilan ettiği Hindistan-Orta Doğu-Avrupa ekonomik koridoru bunun en son örneklerinden biridir. Bu çerçevede, büyük güçler arasında gün geçtikçe artan rekabetin Orta Doğu’daki çatışmaları durduracak veya çözecek bir dengeyi getirmekten henüz uzak olduğu görülmektedir.

Filistin konusunda ortak hassasiyetlere sahip bölge ülkelerinin kendilerine özgü siyasi, askeri ve ekonomik nedenlerden dolayı ortak tavır geliştirememeleri de Netanyahu için elverişli bir konjektür yaratmaktadır. Bu bağlamda söz konusu devletlerin tutumlarını gözden geçirmek aydınlatıcı olacaktır. İran yürüttüğü vekâlet savaşlarıyla bölgede önemli bir varlık göstermektedir. Her ne kadar son dönemde Suudi Arabistan’la ilişkilerini geliştirmeye çalışsa ve Hamas’a destek verdiğini gizlemese de özellikle Şii gruplara verdiği askeri ve siyasal destekle etki alanını genişletmeye çalışmaktadır. İran’ın bu politikasının bölgenin istikrara kavuşmasına ne ölçüde katkı sağladığı tartışmalıdır. Diğer taraftan, dışarıdaki çatışma alanlarına ayırdığı kaynak ve enerji kendi iç cephesini güçlendirmesine engel olmaktadır. Zira İran, Irak savaşından beri doğrudan bir çatışmayı göze alamamaktadır. Nitekim, gerek ABD’nin Ocak 2020’de Kudüs Kuvvetleri Komutanı Kasım Süleymani’yi öldürdükten sonra, gerekse Nisan 2024’de iki generalinin ölümüyle sonuçlanan İran Şam Konsolosluğu’na saldırısı sonrası düzenlediği saldırılar çok zayıf ve etkisiz kalmıştır. Bölgedeki diğer devletlerden Suriye ve Irak kendi iç sorunlarıyla meşguldür. Ürdün ve Mısır, bölgede İsrail’le daha önce barış anlaşması imzalayan iki devlettir. Her ikisinin de İsrail’le tekrar çatışmayı göze almak için ne ekonomik, ne siyasi, ne de askeri güçleri bulunmaktadır. BAE ve Bahreyn Eylül 2020’de İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayarak İsrail’le uzun vadeli ekonomik ve diplomatik ilişkilerini düzeltme iradelerini ortaya koymuştur. Suudi Arabistan, bir yandan İran’la ilişkilerini geliştirirken bir yandan da İsrail’le normalleşme görüşmelerini yürütmektedir. ABD’nin aracılık ettiği, Gazze Savaşı nedeniyle kesintiye uğrayan görüşmelerde ABD’nin, belirli güvenlik garantileri ve sivil nükleer enerji alanındaki teknoloji transferi karşılığında, İsrail-Filistin sorununun iki devletli çözümü için belirli garantiler vereceği iddia edilmektedir. Hizbullah’ın İsrail’e yönelik kuzeyden ortaya koyduğu füze tehdidi İsrail’in katmanlı hava savunma sistemini zaman zaman aşsa da manevra unsurlarıyla desteklenmedikçe İsrail’i caydırıcı bir etki yaratamamaktadır. Türkiye, Filistin sorununa en büyük siyasi destek veren ülkelerden olmakla birlikte ulusal çıkarları ve ülkeye yönelik mevcut tehdit durumu İsrail’e sert güç unsurlarıyla cevap vermesini zorlaştırmaktadır. Katar, Filistinli unsurlara siyasi ve ekonomik destekten ileriye geçememektedir.

Netanyahu’yu Gazze’ye hasım gördüğü unsulara yönelik saldırılarda bu kadar ölçüsüz davranmasına etkileyen hususlar arasında iç politik faktörler de bulunmaktadır. Netanyahu, 2022 yılının sonunda altıncı kez başbakanlık görevini üstlendi. Likud ile birlikte altı partiden oluşan bu hükümet İsrail tarihinin en sağcı hükümeti olarak biliniyor. Özellikle Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenllik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in aşırı sağ görüşleri Netanyahu hükümetinde etkili oluyor. Netanyahu, hakkında devam eden dava süreçlerini kendi lehine etkileyebilecek yasal düzenlemeleri geçirebilmesi için mevcut hükümetin devamına ihtiyaç duyuyor. Öyle ki, Netanyahu’nun savaş ve sonrasına ilişkin politikalarından rahatsız olan, ulusal birlik hükümeti Savaş Kabinesi Bakanı, eski Genelkurmay Başkanlarından Benny Gantz ile yine aynı kabinede gözlemci olarak görev yapan eski Genelkurmay Başkanlarından Gadi Eisenkot Haziran ayında hükümetten istifaları bile Netanyahu’nun saldırgan politikasında bir yumuşamaya neden olmadı.

İsrail’in, son dönemde bölgesel gerginliği artıran ve savaş beklentilerini yükselten eylemlerinin ardında uluslararası, ulusal ve bireysel düzeyde birçok faktörün etkili olduğu görülmektedir. Bu çerçevede, ABD’nin 2016’da Trump başkan olduktan sonra Filistin politikasındaki stratejik istikametin değişmesi Filistin sorunundaki dengeleri sarsan bir etki yaratmıştır. İsrail lehine bozulan bu denge ABD’deki Yahudi lobisi karşısında gerekli dirayeti gösteremeyen Biden’ın zayıf liderliği nedeniyle daha da kötüleşmiştir. ABD, Trump’tan sonra Biden döneminde yalnızcılık politikasından kısmen uzaklaşsa da bölgede yeteri kadar varlık gösterememesi, Rusya’nın Ukranya savaşıyla meşgul olması, Çin’in ise bölgede etkili olabilecek kaynakları kullanmaktan geri durması İsrail’e rahat hareket edebileceği bir alan açmıştır. Diğer yandan, büyük güçlerin yarattığı bu boşluğu dolduracak bölgesel güçler ise geçmiş dönemde gösterdikleri kısmi birliktelikleri son dönemde hiç gösterememişlerdir. Neticede Netanyahu, uluslararası yapının dengesiz durumuyla birlikte bölgesel güçlerin siyasi dağınıklığını, ABD ve ideolojik yandaşlarından aldığı destekle kişisel menfaat ve siyasi hırslarını hayata geçirmek için istismar etmekte bir sakınca görmemekte fakat bölgesel istikrara ve barışa tamiri mümkün olamayacak zararlar vermektedir.

Dr. Adem ÇAKIR
Dr. Adem ÇAKIR
Tüm Makaleler

  • 23.08.2024
  • Süre : 6 dk
  • 453 kez okundu

Google Ads